Selda Terek Yazio: Aşk Uğruna Tacını Terk Etmek...

İngiltere Kralı VIII. Edvard’ın hikayesini duyduğumda “Vaay!” dedim. “Aşkı uğruna krallığını terk edebilecek güçteki erkeğe kral derim ben.” Ancak sonra biraz daha işin içine girince, gerçeğin görünenden farklı olabileceği çıktı ortaya.

Şu sıralar Netfliks’te bir dizi oynuyor: CROWN.

İzleyin derim. Yakın tarih için iyi bir örnek. Ancak bazı detaylar hızla geçilmiş,

üzeri örtülmüş. Örneğin İngiltere’ye sadece 325 gün Kral olan VIII. Edward ile Amerikalı W. Simpson'un “Dünyanın en büyük aşkı” zannedilen beraberlikleri... Ben önce “Helal olsun adama, aşkı için tahtını bırakmış” dedim ama daha sonra öğrendim ki o taht aşk için bırakılmamış, bıraktırılmış. Kraliyet ailesisin ve Anglikan Kilisesi’nin kendine has katı kurallarına toslayan VIII. Edvard bir şeçime zorlanmış, o da aşkı seçmiş. Görünen bu. Peki sonra o şahane aşka ne olmuş?

Murat Bardakçı’nın bu konuda bir makalesi var. Oradan bir alıntı yapayım, diyor ki: “....... Gerçi ortada bir aşk mevcuttur ama Kral tahtını kalbinin sesini dinleyerek değil, İngiliz devletinin ısrarıyla bırakmıştır.

İşin içinde Kral ile sevgilisinin aşırı ideolojik görüşleri ve özel hayatlarındaki bazı tuhaflıklar da vardır, hatta birbirlerine çok âşık olduklarına inanılan çiftin arasına sonraki senelerde üçüncü bir kişi, Jimmy Donahue adında Amerikalı bir milyarder bile girmiştir!

İngiliz gizli servisi, Bayan Simpson'u takip altına aldı ve Amerikalı hanımın, Kral'ın yanı sıra Guy Marcus Trundle adında bir otomobil satıcısıyla da beraber olduğunu fark etti. Takipler daha da yoğunlaştı ve Bayan Simpson'un çok tehlikeli bir diğer ilişkisi daha ortaya çıktı: Kral'ın sevgilisi, Hitler'in o tarihlerde Londra Büyükelçisi olan ve daha sonra Nazi Almanyası'nın Dışişleri Bakanlığı'na getirilen Joachim von Ribbentrop ile de beraberdi. Tam bir Nazi sempatizanı olan Bayan Simpson, sarayda konuşulanları günü gününe Alman büyükelçisine naklediyor, sadece nakletmekle de kalmıyor, üstelik elçiyle yatağa bile giriyordu ama Kral'ın hiçbir şeyden haberi yoktu.

Bu tuhaf hayatın ayrıntılarını merak ediyorsanız, Christopher Wilson'un 2002'de çıkan "Dancing with the Devil", yani "Şeytan ile Dans" isimli kitabını okuyun.”

Evet, o krallığı bıraktıran güzel aşk, Nazi sempatizanlığı, ilişkiye giren üçüncü tekil şahıslar ve epeyce hızlı bir hayat ile taçlanmış. Ne üzücü. Romantizmin hâlâ masallardaki gibi var olduğuna, “sonsuza kadar mutlu yaşadılar” yalanına inanmak istiyorum.

Benim bu bilinen konuyu kaleme alış sebebim şunu sorgulamak: Şu aşk denen duygu nasıl bir şey ki insan aşk uğruna her şeyi bir anda terk edebilecek duruma gelebiliyor, dağları deliyor, çölleri geçiyor, tahtı bırakıyor, tuhaf bir cesarete geliyor?

Cevabı basit: Aşk sırasında salgılanan hormonlara fizyolojik olarak bağımlı hale geliyoruz. Endokrinoloji der ki; aşık olduğumuzda dopamin, serotonin, oksitosin, noradrenalin, adrenalin, vazopressin  gibi hormon ve transmitterların aktif ve dengeli şekilde salgılanmasıyla yaşadığımız bedensel ve zihinsel deneyim haz verir. Bu öyle bir haz ki vazgeçmek ne mümkün? Aşkın bir anda ortadan kalkması da mutluluk veren bu hormonların yok olması ile beraber bizleri depresyona, hatta intihara bile götürebiliyor, yoksunluk krizi yaşatıyor.

İnsan değil tahtından, canından bile olabiliyor aşk uğruna. Demem o ki aşkından saçmalayan adama/kadına kızmayın. O aklıyla düşünemiyor. Türlü saçmalığı yapabilmesinin sebebi bu çok parametreli denklem. Bir nevi denge kaybı gibi bir şey.

Olaya bu açıdan bakınca aşk uğruna tahtını bırakan bir krala, yuvasını yıkan bir eşe, kariyerini terk eden bir insana, ailesini, çocuklarını bile terk eden birine “Dur yapma!” diyesi geliyor insanın ama nafile. Aşk, aşksa eğer, kazanır.

Şimdi gelelim sadede; aşıksanız sabredin, geçer. Hiçbir aşk ölümsüz değildir. Hepsi zaman içinde normal dengeyi bulur. Aşkı, sevgiye dönüşüp kalıcı olanlar şanslı, aksi takdirde büyük hayal kırıklığıdır.

Ha aşk bitmeden siz biterseniz, ölürseniz mesela, o zaman iş değişiyor, aşkın süresi uzayabiliyor; kör ölünce badem gözlü olabiliyor. Ama ölmeyin, inanın tatlı canınıza yazık. Aşk vakitsiz bitince, hırpalıyor insanı ama eninde sonunda tekrar sevebiliyor yürek, dünyanız yerle bir olsa da Dünya yerinde duruyor. Sezenciğim şarkıda güzel diyorsun, “Aşk için ölmeli aşk o zaman aşk” diye ama can da tatlı be...

Peki, biten aşkın nüksetmesi mümkün mü? Tabii neden olmasın? Covid tecrübemizden biliyoruz artık, insan bazı virüslerin antikorunu üretse bile tekrar hasta olabiliyor. Aşk da böyle bir virüse benziyor, mutasyona uğrayıp yine dikiliveriyor karşınıza. En fazla da gözlerden bulaşıyor. Aman dikkat!

Ancak yeterince tecrübe kazanmış olanlar bileceklerdir, aşk için krallığı terk etmek, aileyi yıkmak, kariyerden vazgeçmek, ölümü göze almak gereksiz.

Evet samimi söylüyorum. Yeteri kadar aşk yaşamış birinin itirafı olarak kabul edin bunu, eğer aşkınızı yaşamanız büyük vazgeçişlere sebep olacaksa yapmayın çünkü eninde sonunda aşk bitiyor ve vazgeçtiğiniz şeyler yüzünden pişmanlık yaşıyorsunuz. Güzel aşk, insanı bir şeyden vazgeçirmeyecek olan, değer katandır. Bu algı yanılmasına izin vermeyin, bırakın beyniniz hükmetsin kalbinize.

Peki nasıl mı kurtulacağız bu haz veren illetten? Orası kolay: Covid’in tersine 14 gün hiç aralıksız, göz açtırmaksızın, nefes aldırmaksızın bu virüsün müsebbibiyle yakın temasta olun, aşkın kendi kendine azalıp geçmeye başladığını göreceksiniz.

Hoşça ve sevgiyle kalın.

Instagram

Facebook

Wordpress

Twitter

Popüler İçerikler

"Aşk Solcudur..." Kızılcık Şerbeti'nde Deniz Gezmiş Anıldı
Ali Koç, Fenerbahçe Tesislerinde Sıkıyönetim İlan Etti
Almanya’daki Saldırıyı Kim Yaptı? Noel Pazarı Saldırganının Kimliği ve Röportajı Ortaya Çıktı