Evet, o krallığı bıraktıran güzel aşk, Nazi sempatizanlığı, ilişkiye giren üçüncü tekil şahıslar ve epeyce hızlı bir hayat ile taçlanmış. Ne üzücü. Romantizmin hâlâ masallardaki gibi var olduğuna, “sonsuza kadar mutlu yaşadılar” yalanına inanmak istiyorum.
Benim bu bilinen konuyu kaleme alış sebebim şunu sorgulamak: Şu aşk denen duygu nasıl bir şey ki insan aşk uğruna her şeyi bir anda terk edebilecek duruma gelebiliyor, dağları deliyor, çölleri geçiyor, tahtı bırakıyor, tuhaf bir cesarete geliyor?
Cevabı basit: Aşk sırasında salgılanan hormonlara fizyolojik olarak bağımlı hale geliyoruz. Endokrinoloji der ki; aşık olduğumuzda dopamin, serotonin, oksitosin, noradrenalin, adrenalin, vazopressin gibi hormon ve transmitterların aktif ve dengeli şekilde salgılanmasıyla yaşadığımız bedensel ve zihinsel deneyim haz verir. Bu öyle bir haz ki vazgeçmek ne mümkün? Aşkın bir anda ortadan kalkması da mutluluk veren bu hormonların yok olması ile beraber bizleri depresyona, hatta intihara bile götürebiliyor, yoksunluk krizi yaşatıyor.
İnsan değil tahtından, canından bile olabiliyor aşk uğruna. Demem o ki aşkından saçmalayan adama/kadına kızmayın. O aklıyla düşünemiyor. Türlü saçmalığı yapabilmesinin sebebi bu çok parametreli denklem. Bir nevi denge kaybı gibi bir şey.