İnsanoğlu varoluşundan beri dünyayla olan ilişkisini sürekli sorguladı. Thales, Lao-Tze veya Yajnavalkya'nın felsefi metinleri bize en az 3.000 yıl boyunca insanların varlıklarının ontolojik sorunlarını gözden geçirdiklerine dair yazılı kanıt sağlıyor. Bu bağlamda, doğa ve kültür arasındaki karşılıklı ilişki belirsizliğini koruyor.
Büyük krizler, sosyal bozulmalar, ekonomik bunalımlar, ekolojik felaketler ve küresel savaşlar bu soruları daha da acil hale getiriyor. Tabii ki, yalnızca mevcut COVID-19 salgını nedeniyle değil, son 20 yıldır, somut çevre sorunlarımız nedeniyle, ekolojik konular bilimde, politikada ve medyada her zamankinden daha fazla ele alınıyor. 19. yüzyıldan beri çok sayıda araştırmacı küresel iklim değişikliğini araştırdı ve 1970'lerden beri çevre aktivizmi ve ekolojik bilinç toplumda giderek önem kazanıyor. Greenpeace'in 1971'de kurulması ve dünya çapında yaklaşık 90 yeşil partinin kurulması, yeşil politikanın önemi konusunda artan farkındalığın kanıtıdır.
Peki, sanat alanındaki çevresel sorumluluk? Antik dönemden beri sanatçıların ekolojiyle gerçekten ilgilenmediklerini veya çevre sorunlarıyla ilgilenmediklerini biliyoruz. Doğa, sadece asıl figür için güzel bir arka plan anlamına geliyordu. Manzara resminde bile çevre, dünyanın canlı ve idealize edilmiş bir fikri olarak anlaşılıyordu. Ayrıca, sanayileşme çağının feci etkilerinin doğada somut olarak görülebildiği 19. yüzyılda, sanat hâlâ insan merkezciydi. Sonrasında modern ve neo-modern dönem savaşının avangardları da umursamadı.