İnsanlığın Geleceğini Belirlemeye Yönelik Bilim Tarihinin En Çarpıcı Deneylerinden Biri: Universe 25

İnsan nüfusu hepimizin bildiği üzere giderek daha da hızlı artmaya devam ediyor. Peki bu artışın bir sonucu olmayacak mı? Bu konuya çok çarpıcı bir cevap veren bir deneyden bahsedeceğim sizlere: Universe 25.

Her şey 1947'de, hayvan davranışları üzerine çalışan John Calhoun'un bir deney fikriyle başlıyor.

Calhoun bu tarihte, sıçanlar ve fareler üzerine bir çalışma yürüterek İkinci Dünya Savaşı sonrasında hızla artmaya başlayan nüfusun dünya için ne sonuçlar doğurabileceğini görmek istiyor. Hayvanlara sınırsız yiyecek ve içecek sağlayarak, dış tehlikelerden tamamen arındırılmış bir ortam hazırlıyor.

İlk deneylerinde bir Norveç sıçanı kolonisine 28 ay boyunca sınırsız yiyecek sağlıyor ve avcı tehlikesini kaldırıyor. Popülasyonun 5000 nüfusa ulaşacağı düşünülürken, sıçan sayısı çok ilginç bir şekilde asla 200'ü geçmiyor. Hatta bu koloni içerisinde sıçanların grup grup ayrıştığını görüyor, gruplardaki birey sayısı ise 12'yi asla geçmiyor.

Bu sonuçlardan oldukça etkilenen Calhoun, uzun uğraşları sonucunda kendi laboratuvarını kuruyor.

1958'de bir ahırın ikinci katında kendine özel bu laboratuvarında, yine fareler ve sıçanlar üzerine çalışıyor. Evrenler (ing. Universes) adını verdiği bu deneylerinde herhangi bir avcı tehlikesi olmuyor, hastalıklar hemen iyileştiriliyor, kaynaklarsa tamamen sonsuz. Tek doğal sınır olaraksa yer imkanı var.

Tekrarlanan tüm deneylerde, popülasyondaki birey sayısı hızla arttıktan sonra nüfus bir noktada sabitleniyor. Bu sabitlenme sırasında da fare ve sıçanlarda olağandışı davranışlar görülmeye başlıyor ve ardından tüm koloni yok olana kadar bu durumlar devam ediyor.

Tüm bu tekrarlanan deneylerin ardından, Calhoun'un en ünlü deneyi olan Universe 25 (25. Evren) başlıyor.

25. deneyinde Calhoun, hiç olmadığı kadar kusursuz bir evren yaratıyor. 2.7 metrekare boyutlarındaki bir alanda, 4 adet ayrı büyük bölge yaratıyor. Bu bölgelerde içinde devamlı olarak su ve yemek bulunan, barınma ihtiyacını karşılayacak 256 tane apartman bulunuyor. Her biri 15 fareye ev sahipliği yapabilecek kadar geniş olan bu apartmanlara çıkan 16 ayrı tünel bulunuyor ve bu tünellerden buralara ulaşmak bir hayli kolaylaştırılıyor.

Tekrar söyleyeyim: Bu ortamda hastalıklara anında müdahale ediliyor, yemek ve su miktarının azalmasına bile izin verilmiyor, yuvalar geniş ve ferah olarak inşa ediliyor ve 4000'e yakın farenin yerleşebileceği kadar büyük yapılıyor, sıcaklık fareler için ideal olan 20 derecede sabitleniyor ve değişmesin diye önlemler alınıyor, farelerin hareket alanı hiçbir şekilde kısıtlanmıyor. Ortam sürekli temiz tutuluyor, veterinerler 24 saat gözlem yapıyor. Tek engel alan sıkıntısı, o da 4000 fareye kadar sıkıntı yaratmıyor.

Calhoun, 4 dişi ve 4 erkek fareyi deney alanına bırakıyor ve olayların gidişatını izlemeye başlıyor.

İlk 104 gün boyunca fareler ortama alışmaya çalışıyor. Calhoun bu dönemi ''ilk evre'' olarak adlandırıyor, bu evrede her fare kendi alanını seçiyor ve yuvalarını düzenliyor. Bu dönem sonrasında tam da beklendiği üzere hızlı bir nüfus artışı başlıyor. ''Patlama evresi'' olarak adlandırılan bu dönemde nüfus, yaklaşık olarak 55 günde bir 2 katına çıkıyor ve 10 buçuk ay içerisinde ortamda 620 fare oluyor.

Bu noktada ilginç bir şekilde bazı alanlar inanılmaz kalabalıklaşıyor, doğum oranı ise normalin 3 kat altına düşüyor.

Durumu araştıran araştırmacılar, belli alanlarda daha fazla yemek yendiğini belirliyor. Tüm bölgeler birbirinin birebir aynısıyken neden belli alanlardaki yemeklerin daha fazla tüketildiği sorusunu üzerine gittiklerinde de, farelerin yemek yeme davranışını diğerleriyle sosyalleşme etkinliğine çevirdiğini görüyorlar. Çoğu fare tek başına asla yemek yemiyor, bu nedenle yemek yeme işleri hep belli bölgelere  yığılıyor. Bazı apartmanlar kapasitesinin çok üstünde fare barındırırken, diğerleri ise ya çok boş, ya da tamamen boş oluyorlar.

Kalabalık alanlarda yemek yenilmesi neticesinde, fareler arasındaki sosyalleşmeler dibe vuruyor. Sosyal bakımdan gelişmeyen farelerin sayısı, sosyal farelerin sayısının 3 katına çıkıyor. Sürekli oldukça kalabalık ortamda takılmaktan, sosyal bağ kurma yeteneklerini kaybettikleri görülüyor.

315. günün ardından ilginç gelişmeler meydana gelmeye başlıyor.

Kalabalıktan ötürü toplum içinde kendilerine bir rol bulamayan bazı erkek fareler git gide amaçsızlaşmaya başlıyorlar ve kendi alanlarını ya da eşlerini korumadan, sadece öylece ana alanlarda dolaşıp beslenmeyi bekliyor ve bir yandan da öylesine birbirlerine saldırıyorlar. Bu erkek fareler, cinsiyet ve yakınlık farketmeksizin diğer farelere tecavüz etmeye başlıyorlar. Pasif kalan erkek farelerse karşılık vermiyor ve daha fazla şiddete maruz kalıyor. Hatta fareler, birbirlerini öldürüp yemeye bile başlıyorlar.

Erkek farelerden hayır gelmeyeceğini gören dişi fareler de agresifleşmeye ve kendi çocuklarına bile saldırmaya, hatta çocuklarının varlıklarını unutmaya başlıyorlar. Çoğu dişi fare çiftleşmekten bile uzak durmaya başlıyor.

560. güne doğru Calhoun'un ''ölüm evresi'' olarak adlandırdığı son dönem başlıyor.

Bu günlerde, nüfus artış yüzdesi neredeyse 0'a düşüyor. Bebek ölüm oranı %90'ların da üzerine kadar çıkıyor. Tüm bu karmaşanın, vahşetin ve kaosun içerisinde çok ilginç bir durum ortaya çıkıyor ve yeni jenerasyon farelerde garip davranışlar görülüyor.

Çiftleşme, kur yapma, çocuk yetiştirme vb. sosyal davranışları hiç görmeyen bu yeni nesil; bu davranışları sergileme konusunda da hiç istekli gözükmüyor. ''Güzeller'' adı verilen bu grup, toplumdan tamamen soyut halde, merkez alanlardan uzakta yaşıyorlar.

Kavgadan kaçınıyor, gerginlik yaratmıyor, hiçbir şekilde çiftleşmiyorlar. Bütün gün yemek yiyip uyuyorlar ve kendilerini temizliyorlar. Bu nedenle oldukça güzel ve sağlıklı görünüşlere sahip oluyorlar.

Durumla ilgili olarak Calhoun, tüm bu güzelliklerin sadece dışta olduğunu, içlerinde fareliğe dair hiçbir şey bulunmadığını söylüyor.

Yani tüm bu vahşet ve şiddetten uzak kalıp etkilenmezken, toplumu ilerletmek adına da hiçbir şey yapmıyorlar ve diğer farelerle hiçbir şekilde iletişime girmiyorlar. Calhoun, bu dönemi farelerin ilk ölümü olarak adlandırıyor. Yani ruhlarının öldüğünü, ikinci sıradaki fiziksel ölümlerine kadar amaçsız şekilde yaşadıklarını belirtiyor.

Calhoun ayrıca, farelerin insanlara çok benzediğini, herhangi bir amaç, baskı veya gerilim olmadığından tüm odaklanma güçlerini, hedeflerini ve kimliklerini kaybettiklerini söylüyor. Hiçbir sosyal rollerinin kalmaması neticesinde, kaynaklar da sınırsız olduğundan sadece en temel ihtiyaçlar olan yeme ve uyumayı gerçekleştirdiklerini söylüyor.

Farelerin çoğunun çiftleşme ve diğerleriyle iletişim kurma davranışlarını bırakması neticesinde, nüfus artışı tamamen duruyor.

Son doğum 920.günde meydana geliyor ve bu günde nüfus 2200'le zirve noktasına çıkmış oluyor. Kısmen kalabalık olsa da alanın 4000 fare kapasitesi düşünüldüğünde hala az olan bu sayıya rağmen çoğu fare homojen olmayan dağılım yüzünden aşırı kalabalık içinde yaşıyor. Sıfır nüfus artışı ve şok edici derecede yüksek ölüm oranı neticesinde, nüfus hızla azalıyor. Bazı fareler üst apartmanlarda yaşamaya başlarken, kalan fareler kalabalık alanlarda çeteler halinde takılıp yamyamlığa ve üst derece vahşete kadar saldırganlık gösteriyorlar.

İşin garip tarafıysa, bu dönemde koşulların hala ilk günküyle aynı olması. İstemedikleri kadar yemek ve su her gün temin edilmeye devam ediyor. Yine de, psikolojide çok ünlü bir terim haline gelen ve bu dönem için Calhoun'un taktığı ad olan ''Davranışsal Çöküş'' (ing. behavioral sink) neticesinde, nüfus hızla azalıyor ve geriye hiçbir fare kalmayana kadar devam ediyor.

Calhoun, kolonideki inanılmaz çöküşü fark ettiği esnada, ''Güzeller'' adını verdiği gruptan birkaç fareyi ortamdan çıkarıyor.

Diğer farelerle etkileşimlerini tamamen kaybettiler mi, yoksa sadece bu ekosisteme karşı mı duruyorlar diye anlamak amacıyla bu fareleri yeni bir sisteme yerleştiriyor. Bu ekosistemde doğal olarak nüfus daha azken, yer sıkıntısı da tamamen ortadan kaldırılmış durumda. Farelerin, ruhsal boşluklarından uyanıp ekosistemi keşfe çıkacakları düşünülüyor. Ancak sonuçlar, hiç beklenildiği gibi olmuyor. Fareler, bu yeni ekosistemde dahi birbirleriyle hiçbir şekilde sosyal etkileşime girmiyor ve üremekten kaçınmaya devam ediyor.

Sonundaysa bu küçük grup, hiçbir doğum olmadan, yaşlılıktan birer birer ölüyor.

Calhoun, bu çalışmalarını yayınlayınca tüm dünyada çok büyük yankı uyandırmıştı.

Çalışmalar toplumun geleceği hakkında oldukça karanlık ve ürkütücü sonuçlar ortaya koysa da, kendisi durumun o kadar da kötü olmayabileceğini söylüyordu. İnsanın farelerden farklı olarak alan kullanımı konusunda daha akılcı olabileceğini, özfarkındalık ve yaratıcılık sayesinde Universe 25'inkine benzemeyen bir kaderimiz olabileceğini düşünüyordu. Hatta Calhoun, daha yaratıcı olan ve sosyal açıdan daha gelişmiş farelerin, etraflarındaki korkunç dünyadan kurtulma konusunda daha büyük adaylar olduğunu belirtiyordu.

Özetle Calhoun, çalışmaları her ne kadar iç karartıcı olsa da insanın hayal gücüne, yaratıcılığına ve yenilikçiliğine güveniyordu.

Yine de, her şeyin güllük gülistanlık gözükmediğini de söylüyordu. Şehirlerimizin nasıl işlediğini dikkat etmezsek, veya toplum içerisindeki rollerin gerektirdiğinden fazla miktarda bir nüfusa ulaşırsak, ''Davranışsal çöküş'' evresine girerek giderek amaçsız ve hedefsiz bireyler haline dönüşebileceğimizi söylüyor. Bu evreye girdiğimiz anda geri dönüşün hiçbir şekilde olmayacağını, her şeyin kontrolden çıktığını, ufukta belirdiği anda bile çok dikkatli olmamız gerektiğini belirtiyor.

Bu kıyameti önlemek amacıyla Calhoun, deneylerini defalarca kez tekrarlamaya devam etmişti.

Nüfus artışının önüne geçmek ve yaratıcılığı artırmak amacıyla pek çok deney yaptı ve çözüm yolları aradı. İnsanlık için en öne çıkardığı düşüncelerinden biri uzay kolonileşmesiydi. Bunun yanı sıra dünya üzerindeki şehirlerimizin dizaynı konusunda da fikirleri bulunuyordu. Tüm bu çalışmaları, şehir planlamacılığı konusunda devrimlerin meydana gelmesini sağladı.

Özetle Calhoun, hem psikolojik açıdan, hem de somut bir şekilde bu çalışmasıyla insanlığın nüfus artışının etkilerini net bir şekilde ortaya koyarken, bir yandan da pek çok çözüm önerisi gündeme getirmeyi başararak bilim tarihine adını altın harflerle yazdırdı.

Popüler İçerikler

Demet Akalın 'Laiklik' Açıklamasıyla Gündem Olan Milli Eğitim Bakanı Yusuf Tekin'e Ateş Püskürdü!
TSK'dan Atatürkçü Teğmenlerin Kılıçlı Yemini İçin Açıklama: "Mesele Kılıç Değil, Emre Uyulmaması"
Arkeolog Muazzez İlmiye Çığ 110 Yaşında Yaşamını Yitirdi
YORUMLAR
24.11.2021

Sonunda faydalı bir içerik.

26.01.2023

Geçmişte dünya üzerinde hüküm sürmüş tüm gelişmiş uygarlıkların, çok büyük kaynaklara sahip oldukları halde büyük çöküşler yaşamalarının ana sebeplerinden birisi bu olabilir! Bu da "simülasyon teoremi"'ni destekler! Toplumun genelinde yeterli "farkındalık" olmaması, zeka seviyesi dağılımının "çan eğrisi" şeklinde olması, vs... Yani, başka bir gezegen kolonileştirmez ya da "bilinç" kavramını "elektronik" ortama aktarmayı başaramazsak, "yok oluş" söz konusu olacak! Ayrıca, bu bahsi geçen yok oluş, bir kaç kez tekrarlanmış dahi olabilir geçmişte!

26.01.2023

Yüksek teknolojiye hükmedebilen uygarlıklar birdenbire yok olur ise hayatta kalanlar "baştan başlamak" zorundalar... Efsaneler, mitler, masallar... Bir kısmı "gerçek" olabilir. "Bir noktaya gel, yok ol, türünün çok az bireyi hayatta kalsın, baştan başla..." Hesap da basit: Milattan önce 3000 civari yazıyı keşfetmiş insan. Yani ortalama 5000 yıl sürüyor kendi uygarlığımızı yok edebilecek kapasiteye erişmemiz!... Editörümüzün emeğine saygı + rep 😎😎

29.01.2023

Tebrikler editör güzel bir içerik hazırlamışsınız

SEN DE YORUMUNU PAYLAŞ