Fehmi Koru, Darbe Komisyonu'nda Gülen'in Mektubunu Anlattı

15 Temmuz Darbe Girişimini Araştırma Komisyonu Zaman Gazetesi’nin 12 yıl başyazarlığını yapan gazeteci Fehmi Koru’yu dinledi. 17–25 Aralık operasyonları sırasında Cumhurbaşkanı ve Başbakan’ın bilgisi dâhilinde Pensilvanya’ya giden Koru, Fetullah Gülen’den getirdiği mektubu anlattı. 

Gülen Örgütü’nün yayın organı olarak bilinen ve 15 Temmuz darbe girişiminin ardından kapatılan Zaman Gazetesi’ninde 12 yıl görev yapan gazeteci Fehmi Koru 15 Temmuz Araştırma Komisyonu’na bilgi verdi. 17 Aralık operasyonundan sonra, o dönem Cumhurbaşkanı Abdullah Gül ve Başbakan Erdoğan’ın bilgisi dâhilinde Fetullah Gülen ile görüşmeye giden Koru, ABD’den bir mektupla dönmüştü. 

Erdoğan’ın 'sulh mektubu' olarak tarif ettiği o mektup 24 Aralık’ta muhatabı Gül’e ulaştırıldı. Ancak ertesi gün 25 Aralık operasyonu yapıldı. 

Komisyonu takip eden gazetecilerden Al Jazeera muhabiri Didem Özel TümerFehmi Koru'nun Nisan ayında çıkan kitabında anlattığı olayı, milletvekillerine de anlattığını aktardı.

"Gülen’i ilk o zaman gördüm"

“Mektup nedeniyle çağrıldığımı tahmin ettim” diyen Koru, 1998 yılında Zaman Gazetesi’nden ayrıldıktan sonra Gülen’i ilk kez o zaman gördüğünü söyledi:

“17 Aralık olayının hemen ertesi günü, 18 Aralık akşamı Cumhurbaşkanı Gül ile kendisinin ikametgâhında görüştüm. Görüşmenin sebebi de, bir gün önce meydana gelen savcılar, polisler, birileri bir şeyler yapıyorlar. Tüm kamuoyu onu konuşur hâle gelmiş. Onun bu konuda görüşlerini almak niyetindeyim.

Konuşurken acaba bu nedir? Gerçekten tahmin ettiğimiz gibi –o gün daha ilk gün onu unutmayalım- Cemaat'le gerçekten ilişkili bir olay mı? Onu bana sordu. Gerçek olabilir mi bu? Devletin savcıları ve polislerini de kullanarak böyle bir şeyi…

Benim o anda aklıma geldi, bir şekilde ben gideyim, görüşeyim. Bunu da direkt olarak sorayım. ‘İyi olur’ dedi bana Cumhurbaşkanı Gül. Kendisiyle konuşurken böyle bir noktaya gelince karşılıklı olarak, o da merak ediyor, ben de onun merakı içerisindeyim.

Bunun yöntemi olarak böyle bir görüşme yapılabilir mi sorusu ortaya atıldığı için ‘ben bunu yapabilirim’ dedim, ‘gidebilirim’. Ama dedim ‘Başbakan ile de bunu görüşürüm’. 

'Aynı istek, aynı arzu, onda da olduğu ortaya çıktı

Aradım. Ertesi sabah Kısıklı’daki konutunda randevu verdi Tayyip Bey. Ertesi sabah çok erken saatte, 8-8.30 gibi konutuna gittim. O da aynı şekilde -bir de aradan artık 48 saat geçmiş- aynı istek, aynı arzu, bizlerle birlikte onda da olduğu ortaya çıktı. ‘Bir gidin, görün, konuşun.’

"Gül ve Erdoğan hâlâ tereddüt yaşıyorlardı"

Ben o sırada ne Sayın Gül’de, ne Sayın Erdoğan'da, yüzde yüz kesin bir karar olduğunu görmedim. Her ikisiyle de görüşmemde her ikisi de hâlâ tereddütler yaşıyorlardı.

FETÖ’ye karşı tedbirler silsilesi o kesinlik kazandıktan sonra geldi zannediyorum. İş o noktada kalsaydı, çok daha farklı gelişebilirdi.

Başbakan Erdoğan ‘hemen gidin’ dedi.

Ne Gül’den, ne Erdoğan’dan herhangi bir şart gelmedi. Gerçekten orası bunun arkasında mı? Onu bilmek istiyorlardı.'

Milletvekillerinin 'Hemenden kasıt devlet uçağıyla mı gidin?' sorusu üzerine Koru 'Evet' dedi. 'Durdurulma talebi oldu mu?' sorusuna da Koru 'Hayır' yanıtını verdi.

"Gülen, 'Bizim bu işlerle hiç alâkamız yok' dedi"

'Bir gün sonra gittim ama görüşme de bir gün sonra gerçekleşti. 'Bizim bu işlerle hiç alâkamız yok Fehmi Bey' dedi bana Fethullah Gülen. 'Biz' dedi 'böyle kasetler, videolar bunlarla hiç alâkamız yok bizim. Böyle olayları asla tasvip etmeyiz. Devletin memuru, amirlerini dinlemez başkalarını dinler, bunlar bizim arzu edebileceğimiz şeyler değil' dedi.

Nedir dedim peki sizin meseleniz?

‘Eve dershane bizim için önemli’ dedi. ‘Biz bir hizmet hareketiyiz ve gençlerin yetişmesi için eğitim faaliyetleri içerisindeyiz. Bunların bir kararla durdurulması ve kapatılması yönüne doğru gidilmesi bizi arzu etmediğimiz bir şey' dedi.

Başka nedir dedim?

‘Bize saldırılar var’ dedi. ‘Bu sosyal medya denilen şeyde. Şahsım ve sevdiğimiz insanlarla ilgili bunlar oralardan kaynaklanıyor gibi düşünülüyor.’ 'Aslında sosyal medya söz konusuysa size yakın insanlar o işlerle meşguller' dedim.

‘Bizimle irtibatlı görülen birtakım insanlar görevden alınıyor. Bunlar çok büyük mağduriyetler yaratıyor. Bunlar devam etmese falan’ dedi.

Konuşmamız bitti.

'Ben bunları sıcağı sıcağına yan tarafa geçeyim, not alayım. İsterseniz sonra bir daha karşılaştıralım' dedim.

‘Daha iyisini yapalım; ben bir mektup vereyim, bunu Sayın Cumhurbaşkanı'na iletirsiniz’ dedi.

Oradan ayrıldım, NewYork’a geçtim. Bana ertesi gün ulaştırıldı. Kaldığım otele bıraktılar.

Döndüğüm gün 24 Aralık. Sayın Gül’e hitap eden o mektubu kendisine o akşam ilettim. O açtı okudu mektubu.

Gayet makûl, demin konuştuğumuz şeyleri dile getiriyor, siyaseti etkileyecek şeyler yapmama gibi bir kararlılıkları olduğunu yineliyor.

Başbakan da beni ertesi gün bekliyordu. Bu defa 25 Aralık oldu. Daha kapsamlı bir operasyon gerçekleşti. Ben Sayın Başbakan ile resmi konutunda 3 civarında görüştüm. Bende mektup yoktu. Ben sadece genel hatlarıyla aldığım notları aktardım. ‘Birazdan ben çıkacağım, Abdullah Bey ile buluşacağım, mektubu orada okurum’ dedi bana.

‘Ama her şeyden önce, bu anlattığınız samimi hava içerisindeyseler, bugün ne oldu böyle. Benim oğluma kadar, en yakınımda bildiğim insanlara kadar tutuklama amaçlı bir girişimde bulunuldu bugün’ dedi.

Aklıma gelen tek bir şey var. Hâlâ da anlayamadığım bir olaydır, sanki orada öyle bir irade ve sanki burada da başka bir irade var, bunu düzenliyor. Ama Tayyip Bey bu kanaatte değildi ben konuştuğumda.'

Zaman Gazetesi nasıl Cemaat'in oldu?

'Zaman Gazetesi 3 Kasım 1986’da yayımlanmaya başladı. Ben de 1998 yılına kadar Zaman Gazetesi’nde çalıştım. O zaman Cemaat ile ilişkisi söz konusu değildi. Üç ortağı vardı; Alaattin Kaya, İhsan Arslan ve Necati Aktülün. Bu üç ortak önce Ankara çevresine hitap edecek bir gazete olarak planlamışlardı.

Bana teklif gelince ‘Ancak Türkiye çapında düşünürseniz ben bu işin içerisinde olabilirim’ dedim. Bir kadro olarak başladık. Bu 6 ay kadar sürdü.

Sonra ortaklar arasında bir sıkıntı yaşandı. Biz o sıkıntıda kadro olarak kendimizi dışarda bulduk. Ortaklar arasındaki ihtilafta gazeteyi üstüne alan İhsan Arslan’dı.'

Milletvekillerinin sorusu üzerine Fehmi Koru, İhsan Arslan’ın eski AK Parti Diyarbakır milletvekili olduğunu teyit etti.

'Yeni getirilen kadro gazeteye sahip çıkamayacağını gördü. 6 ay sonra İhsan Arslan ve Necati Aktülün ayrıldılar. Tekrar Alaattin Kaya sadece. Biz de eski kadro olarak devam ettik.

Yine 6 ay sonra gazetenin Ankara’dan yürütülemeyeceği, İstanbul’a taşınması gündeme geldi. O sırada Fethullah Gülen adı telaffuz edildi.

‘İstanbul’a taşınmasını öngörüyorlar. Zaten sen de genel yayın yönetmenliğinden alınacaksın. Şevket Eygi gelecek’ dediler.

Ben Ankara’da Ankara Temsilcisi ve Başyazar olarak kaldım. Eygi yönetiminde 3-4 ay kaldı. Fakat onunla da yürümediler.

Gazete daha çok Cemaat'le irtibatlı isimlerin yönetiminde devam etti.

1998’e kadar, üniversite gençliği ile bir şekilde ilgilenen, onların açıkta kalmaması için yurt faaliyetleri yürüten, dershaneler açan, okullar açan ve gerçekten de hizmet sınıfıyla anılan bir gruptu. Böyle büyük çapta önem taşıyacak kadar sayısal çoğunluğa sahip bir hareket değildi.

Bn ayrıldığımda 1998'de 50 bin civarında satılan bir gazetedeydi. Hatta ben ayrılınca tirajın düşeceği beklentisi içerisindeydim, ben ayrıldıktan sonra 100 binlerin üzerine çıktı. Sonra da aldı başını gitti.

Benim ayrılmam da barışçı bir biçimde olmadı. 

Herhangi bir onların hizmet tahlil ettikleri hareketlerle irtibatlı bir rahatsızlık değil, gazete içi bir rahatsızlıktı bu. 

28 Şubat 1997’nin en büyük etkilerinin hissedildiği, 1998 yılından bahsediyoruz.

Benim fikirlerimle gazetenin gittiği istikamet arasında açılar belirmeye başlamıştı. Zaten bir yıl önce Akşam Gazetesi ile anlaşmıştım.

Beni zorda bırakarak tekrar döndürdüler. Bir yıl sonra da kesin bir şekilde ayrıldım gazeteden.'

Kaya, Erdoğan için "Ameliyat masasında kalır" dedi mi?

Komisyon Başkanı Reşat Petek, Koru’ya, gazetenin eski imtiyaz sahibi, 15 Temmuz’dan sonra da tutuklanan Alaattin Kaya’nın Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın 7 Şubat MİT krizinden sonraya denk gelen ameliyata girişi konusunda, 'Bu son gidişi olur, oradan da çıkamaz. Ameliyat masasında kalacak' dediğine dâir bilgisi olup olmadığını sordu. Koru, 'Böyle yakışıksız bir sözü söyleyeceğini zannetmiyorum' dedi.

'Şu sıralar herkes her şeyi söylüyor. Bu tür şeylere itibar etmemekte yarar var. Kaynağından soruşturmakta yarar var.

Benden önce Alaattin Kaya imtiyaz sahipliğinden, parası da olduğu halde o gazeteden uzaklaştırıldı. Benim zaten ayrılmamı da kolaylaştıran onun görevden bu şekilde alınması oldu. Neden uzaklaştırıldığını bilemiyorum. Kaya’nın imtiyaz sahipliğinden alındığından haberi yoktu.

Alaattin Kaya’yı patronum olarak tanıdım. Ama daha sonra da, çok yakın olmasam bile ahbaplığım devam etti. Ben kendisinin ağzından son zamanlara kadar Tayyip Erdoğan’ın aleyhine tek bir satır söz duymadım. Kendisinin yakınlığı olduğunu da biliyorum Tayyip Bey ile. Hele böyle yakışıksız bir sözü söyleyebileceğini hiç zannetmiyorum. Karşı olabilir bazı şeylerden dolayı ama saygı noktasında eksikliği olduğunu zannetmiyorum.'

"28 Şubat’ta kimyaları bozuldu"

“28 Şubat’tan yarar gören değil, zarar gören bir durumdaydı. Gerçekten çok tedirgindiler. Rahatsızdılar. Başlarına her türlü şeyin gelebileceği beklentisi içindeydiler. 

Askerler tarafından köklerine kibrit suyu dökülebileceği endişesi içerisindeydiler. O konuşmaların böyle yorumlanmasında yarar var. 

Kaset olayı ortaya çıkınca zaten her şey değişti. Kimyaları daha da bozuldu.

Benim bulunduğum dönemde onlara bazı telkinler olduğunu düşünüyorum. O dönem onlara kendilerini askerlere yakın olarak tanıtmış bazı isimler, 'Askerler şundan hoşlanmıyor' deyince kendilerince hemen tedbirler alıyorlardı. Belki öyle bir telkin sonucu o açıklamalar yapılmış olabilir. Gerçekten kendilerini çok zayıf ve her türlü sonlarını getirebilecek gelişmeye açık gibi hissediyorlardı.

28 Şubat’ta askerlerin kendi kurumlarını kapatmalarından endişelendiler.

O yüzden de siyasetle hep yakından ilgilendiler. Siyaset he rşeyi belirlediği gibi onların varlığını veya yokluğunu da belirliyordu.'

Gazeteci ve Yazarlar Vakfı’nın işlevi

'Dışa açılma zamanının geldiğine inandıklarında, kendilerini toplumda tanıtabilecek kimler varsa onlarla temas kuruyorlardı.

94-95’te iftarlar başlamıştı. Oraya herkesin ama özellikle gazetecilerin gelmeleri isteniyordu. Sonrada tüm gazetelerin önemli isimleriyle bir araya gelinmesi için vesileler yaratıldı. Bu amaçla Gazeteciler ve Yazarlar Vakfı’nı kurmuşlardı. Vakıf yazarlarla birebir ilişki kuruyor, sonra onları nerede tanıştıracaklarsa yemek vesilesiyle davet ediyorlardı. Hemen herkes gidiyor, kendisiyle konuşuyor, izlenimlerini yazıyordu.'

Kaynak: Al Jazeera

Popüler İçerikler

İstanbul Bağcılar ve Ataşehir İlçe Milli Eğitim Müdürlüğü Okullarda Yılbaşı Kutlamasını Yasakladı!
Müge Anlı'da Yeni Bir Fenomen Doğdu: Habibe Kendine Has Tarzı ve Tavrıyla Hepimizi Fena Gaza Getirdi!
Kızılcık Şerbeti'nin Görkem'i Özge Özacar'dan Pembe'nin Osmanlı Tokadına Yanıt
YORUMLAR
Pasif Kullanıcı
20.10.2016

Bu oluşumun ülkede A'dan Z'ye herşeye bulaşmış fakat siyasete bulaşmamış olması nasıl bir ironidir? Bu komisyondakiler ?

SEN DE YORUMUNU PAYLAŞ