Bu dünyaya ıslak, çıplak ve aç olarak geliriz! Daha sonra bazılarımıza daha kötü şeyler olur… Çeşitli doğal felaketler, kazalar, savaşlar, tecavüz, işkence ve terörizmin yaygın olduğu bir dünyada ağır travmaların etkilerini yaşamış ve yaşayacak milyonlarca insan olsa gerek. Bütün bunlara rağmen derinlemesine düşünecek olursak yaşama şansı insana hiçbir bedel ödemeden verilmiş en büyük armağandır. Sınırlı bir süre için verilen bu hediye edilmiş zamanın içini nasıl dolduracağımız bizlere bırakılmıştır. Ancak insanların kendi hayatlarının mimarı gibi tanıtıldığı bir dünyada, insan tüm kontrolün kendi elinde olduğuna inandırılırsa bu bir haksızlık olabilir. 'Başarırsan da, başaramazsan da mimar sensin' şeklindeki iddialı söylem ya da yanılsama her zaman şefkat ve empatiden uzak bir yargılamanın ürünü gibi gelmiştir bana. Şüphesiz dünyayı yargılamak haksızlık olur çünkü misafir olarak geldiğimiz bir yerde umduğumuzla değil bulduğumuzla yaşamayı öğrenerek yaşamayı hepimiz becerebiliriz. Bu bağlamda dünya ne iyi ne de kötü bir yerdir. Dünya her zaman olduğu gibi bir yerdir ve onu iyi ya da kötü yapan bizim algılarımızdır. Ancak, algılarımızın bir kısmının yaşantılarımızla belirlendiği gerçeğini düşünürsek yaşamın hepimize aynı cömertlikle fırsatlar sunduğunu söylemek inandırıcım olmaz. İçine doğduğumuz aile, koşullar, çevre, coğrafya, toplum, kontrolümüz dışında kalan yaşam olayları gibi etkenler ortaya çıkan mimariyi etkileyen değişkenlerdir.