Nedendir bilmem ama paylaştığım bu özel anımın, bir yanda Leman Sam’dan Gönül adlı şarkının dinlenerek okunmasını rica ediyorum.
Nedendir bilmem ama paylaştığım bu özel anımın, bir yanda Leman Sam’dan Gönül adlı şarkının dinlenerek okunmasını rica ediyorum.
Şarkı söylemek benim için meditatif bir şey. Hiçbir şey şarkı söylerken ve dinlerken beni mutlu ettiği kadar mutlu etmiyor hayatta. Söylerken yaşıyorum şarkıları diyebilirim ki zaten bu sayede kendi bestelerim ve sesimin kalplere dokunma şansı oluyor.
Dedim ya, çok küçük yaşlarda başladı her şey. Hatta doğumumla birlikte başlamış bir süreç olduğunu düşünüyorum şarkıcılıkla alakalı kaderimin. Ben nefessiz doğan yani bir nevi ölü doğan bir bebekmişim. Doğum gerçekleştiği an doktorlar panik halinde solunum cihazına bağlayarak tekrardan geri dönmemi sağlamışlar ve bence nefes almadan, ağlamadan doğup, sonrasında ise nefesimi sesimi insanlara şarkılarımla duyurmaya yönelmiş olmam bence o esnada Tanrı ile yaptığım son dakika görüşmesinde kendisinin bana “Git ve üzerine düşeni yap oğul…” deme şekliydi diye düşünüyorum. Hayatımda şarkı söylediğim anlarımın haricinde hafızamda yer etmiş çok anım yok aslında… Pardon! Pardon! Bir de aşık olduğum zamanların haricinde....
Hayatımda en büyük aşklarımla müzik sayesinde tanıştım. Bu da bana Tanrı’nın “Hayatın cilvelerini de öğren ve üret oğul…” deme şekliydi kanımca. Tabii ki imkânsız diye bir aşk olsa dahi, ömürlük diye bir aşk yok. Bu sebeple tükendim de tüketim de bu aşkları yaşarken… Tükettiklerim kadar ürettim. Tükettikçe üretmeyi de öğrendim. Henüz aşkın ne olduğunu dahi bilmezken, apansız çıkan aşklar oldu karşıma. Ben daha karnımdaki ağrıların nedenini anlamaya çalışırken, o esnada uçup gidiverdi ilk aşkım. Zor olan ise, tam karın ağrılarımın nedenini anladığım an bu sefer de yeni bir dert türedi başımda.
Onunla olmayı öğrenmiştim fakat onsuz kalmayı yeni tecrübe edecektim... Bu, kimse için kolay değildi elbette ve benim gibi duygularıyla yaşayan biri için de çok ama çok zor bir süreç oldu.
Aşk'a tövbe ettiğim zamanlar da oldu. Aşk yaşamak isteyen ve benim için belki de doğru insan da olan çoğu kişiyi arkadaşım kabul ettim her daim. Çünkü aşkın itişip, kakışmak ve imkansızlığa yakın ilkel bir cazibesi vardı doğasında. İşte tam da bu cazibede ama bir o kadar da imkânsız olan, henüz toprağa gömemediğim hayali bir aşkım vardı benim de içimde.
Olsun, her şeyiyle kabul etmeye razıydım. Yalan da söylese, oyun da oynasa kabuldü. Yeter ki o yanımda olsaydı. Hayır! Bitmişti her şey. O an yıkılan dünyamın şarkısı ise ‘’Gökyüzünde yalnız gezen yıldızlar’’ olmuştu sadece. Bir yandan Leman, “Aşkımdan vazgeçme” derken, diğer yandan Zeki Paşa “Gökyüzünde yalnız gezen yıldızlar” ile kanayan yarama bıçak sokup, bıçağı içimde döndürüyordu resmen.
Bana doğumumda el uzatan Tanrım öyle yüce ki, dört ay boyunca görmediğim sevgilimi, arabamla seyir halindeyken sürekli uğrak yerim olan bir mekâna girerken gördüm ayrılığımızın birinci haftasında. Frene nasıl bastığımı ve içeri nasıl girdiğimi hatırlamıyorum bile fakat hınca hınç dolu olan mekânda sadece gözlerinin içine bakabildim ama o kafasını çevirip başka yere geçti. Hiçbir şey ama hiçbir şey söyleyemedim. Dört ay boyunca yaşadığım yalan ya da gerçek aşkın hesabını
soramadım ondan ve bu hesabı kendi başıma ödemek vardı kaderimde ne yazık ki…
Zamanında iki kişilik rezerve edilmiş bu aşkın adisyonunda sadece benim adım doğru yazıyordu. Sonradan öğrendim ki, dört ay adına bile bakmanın bana mutluluk verdiği kişinin adı bile o değilmiş meğerse ama öyle eminim ki, öyle biri vardı ve ben
ona aşık olmuştum. Yeni bir ad yeni bir gerçek demekti ve ben onunla yaşamış olduğum, onun bana yaratmış olduğu gerçekten başka hiçbir gerçeği istemiyordum. Hayalimde onu yaşatmaya devam ederken bedensel sağlığım dahil hayatımda birçok şey yerle yeksan olmaya başlamıştı ve benim bu durumundan ne yapıp edip çıkmam gerekiyordu. Zor oldu ama çıktım da seneler sonrasında.
İşte insanların son dönemde nasıl oldu böyle diye merak ettiği kiloları da bu sayede aldım. Biz sanatçılar ay gibiyiz etrafı aydınlatıyoruz ama yine tıpkı ay gibi kimseye göstermediğimiz karanlık bir yüzümüz de var ki, işte tüm bestelerin, güftelerin ve yaratımların demlendiği yer o karanlık bölge…
Artık tüm deneyimleri yaşamın bir cilvesi ve acımasız ama sağlam öğretmenleri olarak kabul ediyorum. İşime yine dört elle sarıldım. Besteliyorum, yazıyorum, çiziyorum ve de öğretiyorum bir yandan. Hayata bakış açım daha da değişti ve gelişti. Herkesin şüphesiz oynaması gerektiği rolü üstlendiği bilincindeyim ve hayatı aktığı gibi karşılıyorum. O döneme dair aldığım kilolar ile alakalı soru soran arkadaşlarıma ya da sevenlerime ise hep bir bahanem vardı ama asıl içimden geçip de yekten zikredemediğim şey;
Okyanusta yaşayan deli bir erkek denizatıydım ve 4 aylık hamileydim.
Öyle bir yarım bırakılıyor ki bazen,sonra cehennemi yaşıyorsunuz ve cehennemi yaşatıyorsunuz.Dünyanız alınıyor elinizden, her şeyiniz...sonra bir bakıyorsunuz ki gerçekte hiçbir şeyiniz zaten yokmuş.Bunu biliyorum ben...dilimle önce lanetler yağdırıp sonra mutlu olsun derken kalbin nasıl ah ettiğini...sevgiye dair evlat kaybetmek kadar büyük bir acıdır belki de bu...yaşamayan bilemez... Çivi çiviyi her zaman sökemez...O yumru var ya boğazınıza takılı kalan...he işte öldüğünüzde yutkunursunuz ancak onu...