Bugün Mutlaka Okumanız Gereken 10 Köşe Yazısı

Çağlayan’a gidiyoruz. Gazeteciliği ve halkın gerçeği bilme hakkını savunmaya... Çağlayan’a gidiyoruz. Susturmak isteyenlere inat, konuşmaya...  Yolda Can Dündar’ın bu twitini okuyorum. Kapalı, kasvetli bir hava. Yağmur çiseliyor. Adliyenin merdivenleri kalabalık. Dayanışma için oradalar, özgürlük bayrağını sallıyorlar.  Can’la Erdem kameraların önünde gazeteci milletine konuşuyor. İlle bir itiş kakış olacak. Bağırış çağırış öyle giriyoruz mahkeme salonuna.... Dostlar, tanıdık simalar. 12 Mart’ı da, 12 Eylül’ü de bilen tek tük bazı avukatlar, sendikacılar ve gazeteci dostlarla ayaküstü sohbet ediyoruz. Şükran Soner... Eski DİSK Genel Başkanı Süleyman Çelebi... Kulağıma hep aynı cümle çalınıyor: “Askeri darbe dönemlerinde bile bu kadarı olmamıştı!”

Siyasal tercihlerden yola çıkarak hukuku yok sayma girişimlerinden biri ile daha karşı karşıyayız.

Önce, yeni hukuk düzeninin savcılarının uygulamalarının, tam bir çifte standardı yansıttığını vurgulayarak başlayalım. 

PKK’nin silahlı bir terör örgütü olduğunu doğrudan kabul etmeyenler bile son toplu kıyımlar nedeniyle görüşlerini gözden geçirme zorunluğunu duydular. 

PKK bir terör örgütü olduğuna göre eylemli üyeliği ya da övülmesinin, yardım ve yataklık yapılmasının suç olması da doğaldır. 

Ama bu suç iddiası, neden sadece Halkların Demokratik Partisi (HDP) milletvekili ve yöneticileri için geçerli oluyor? 

PKK terör örgütünü övmek bir yana, kayıtlara geçmiş açıklamalarla yardım ve yataklık yapıldığı itirafları neden savcılarca dikkate alınmıyor? 

Teröristlerin taziye çadırlarına giden AKP milletvekilleri yok mu? 

Hukuk ve yasalar geçerliyse böyle bir görmezden gelme nasıl yapılabiliyor? Anlı şanlı hukukçu yandaş yorumcular neden ağızlarını bile açamıyorlar?

Zihniyet sorunları zaman zaman, Türkiye gibi toplumlarda ise sıkça yakanıza yapışır. Zihniyet, altında pek çok farklı toplumsal yapının, siyasal eğilimin yaşadığı bir çatıdır. Türkiye'de hakim siyaset algısındaki “kök anlayış” kimlik ve mensubiyet üzerine kuruludur. Bu anlayış, ana hatlarıyla, çok parçalı toplum fikrini tek parçalı millet kavramıyla ikame eder. Tarihi milletler ve kültürler arası gerilim olarak tanımlayan ve süreli bir seferberlik hali olarak “devlet-siyaset-toplum-insan” özdeşliği kurma eğilimi taşıyan bir yapıdadır. Diğer bir ifadeyle mensubiyet duygusuna yapılan aşırı vurgu, bütün ataerkil düzenlerde olduğu gibi burada da, “içine kapalı doğal düzen” algısını her aktörün içine doğduğu doğal bir değer kılar. İçe kapalılık ise doğal olarak kuvvetli bir öteki mefhumunu besler ve kimlik tanımında “öteki” fikrini hatırı sayılır bir şekilde araçsallaştırır.

ABD, Türkiye’de darbe planlıyormuş. Reza’yı tutuklamasının amacı buymuş. Reza üzerinden devirecekmiş bizimkileri.

İyi ama ABD, Reza’yı tutuklayarak… Nasıl darbe yapacak ki?

Ne yani? Amerikalı savcının tankı, topu falan mı var? Ne yani? Amerikan şerifi, hükümetimize haklarını mı okuyacak? Ne yani? Reza ötecek ve Türkiye’de ihtilal mı olacak? Ne yani? Reza’nın ABD’de tutuklanmasıyla Davutoğlu hükümeti düşmüş mü sayılacak?

Reza üzerinden hükümetin düşürülebileceğine inanan muhalif ne kadar akıl yoksunu ise… Reza üzerinden hükümete darbe yapılabileceğine inanan yandaş da o kadar akıl yoksunu…

İşte bizim büyük çaresizliğimiz: Bu iki akıl yoksunluğu arasında sıkışıp kaldık vesselam.

Rudy Giuliani… Rıza Sarraf’ı tutuklatan Preet Bharara’nın koltuğunda oturuyordu, New York güney bölge federal savcısıydı. Seçime girdi, kazandı, New York belediye başkanı oldu.

Giuliani seçildiğinde, 1994’te, New York dingonun ahırı gibiydi, korkudan sokakta yürünemiyordu, her köşe başında eli silahlı saldırgan vardı, soygunlar oluyordu, suç oranı patlamıştı.

Savcı belediye başkanı koltuğa oturdu, adeta sihirli değnek değmiş gibi oldu, şehirde huzur sağlandı, suç oranı minimuma indi.

Giuliani’ye sordular.

Nasıl başardın?

Şu cevabı verdi… Boş bir bina düşünün, camlarından biri kırılırsa, oradan geçen herkes eline bir taş alır, öbür camları da kırar. Ben, ilk kırılan camı tamir ettirdim. Bir köşeye çöp torbası bırakılırsa, herkes çöpünü o köşeye bırakmaya başlar, çöp dağı oluşur. Ben, ilk bırakılan çöp torbasını kaldırdım. Küçük suç demedim, yankesiciliğe bile izin vermedim, göz yummadım, böylece büyük suçlar ortadan kalktı.

Tecavüz olur, “vatandaşlarımız müsterih olsun, Türkiye bir hukuk devleti” denir. Söyleyen kravatlıdır. Onun taktığı kravat orada devleti simgelerken, mahkemede tecavüzcüyü kurtaracaktır. Sonra tecavüz bir kere daha olur. Türkiye yine bir hukuk devletidir. 

Sonra bitti derken yine olur. Tecavüzler devletin çuvalına sığmaz ve taşar. Artık onlarca yetişkine ve çocuğa yapılan cinsel şiddet, taciz, tecavüz saklanamaz olunca yine o dış ses çıkar sahneye “Münferit olaylardır, kurumsal bir durum değildir, vatandaşlarımız müsterih olsun”. Sonra mızrak çuvala sığmaz. Kötürümleştirilmiş bir cinselliğe ve iğdiş edilmiş bir ahlaka bulaştırılan çocuklardan yeni bir inşa sürecidir bu. Ve münferit değil sistematiktir. 

Bu yalnızca cinsel şiddetin ortaya çıkmış, vuku bulmuş halidir. Buz dağının görünen yüzüdür. Tam da çocuklar cinsel suça maruz kalmasın diye en koyu haliyle toplumun başına dikilen ahlak nedeniyle söylenemeyen milyonlarca taciz ve tecavüz vakasından birisidir.

ÖSYM de tıpkı MEB gibi soruları kolaylaştırarak, öğrencilere umut dağıttı. Hemen herkesin puanında önemli artış var. Ama sıralamada tepetaklak oldular. 

Örneğin, geçen yıl 100 soru yapan bir öğrenci ilk 50 bine girerken, bu yıl 70 bine giremedi. Ya da çok daha gerilere düştü.    

Yanlış soruların tüm adaylar için doğru kabul edilmesiyle ortalamalar yükseldi, barajı aşan aday sayısı arttı ama kontenjanlara sınırlama getirildiği için üniversiteye girmek geçen yıllara göre kesinlikle daha kolay olmayacak. 

Özellikle de YGS-1, YGS-2 ve onunla ilişkili LYS’li puanlarda. Çünkü YGS-1 ve YGS-2’de barajı aşan aday sayısı geçen yıla göre yüzde 50 arttı. Bunun anlamı, üniversiteye giriş bu yıl çok daha zor olacak!..

Terörün kendisinden daha tehlikeli olan şey, teröre karşı sergilenen ayırımcılıktır. Çünkü bu ayırımcılık var olduğu sürece teröre karşı hiçbir ciddi tedbir alınamaz.

Ankara ve İstanbul’da meydana gelen terör saldırıları hakkında yazmaya oturmuşken, daha o saldırıların hasarları tam tespit edilmemişken, Brüksel’de meydana gelen saldırıya dair haberleri izlemek zorunda kaldık.

Ankara’daki saldırı PKK ile irtibatlı iki sol örgüt militanı tarafından yapılmış, PKK’nın bu tür işleri üstlenmek üzere açmış olduğu TAK şubesi olayı üstlenmişti.

Ankara’daki en işlek otobüs durağında, yani sadece orta ve alt gelire sahip insanların kullandığı otobüslere binmek üzere bekleyen halkın arasında patlatılmış ve saldırı 36 kişinin ölümü ve 100'ün üzerinde insanın yaralanmasına yol açmıştı.

BERLİN'de Brandenburg Kapısı, Paris'te Eyfel Kulesi, Londra'da Trafalgar Meydanı Belçika bayrağının renkleriyle ışıklandırıldı. 

İngilizlerin başbakanlık konutunda Belçika bayrağı yarıya çekildi.  Avrupa başkentleri sarı, kırmızı ve siyaha boyandı.  Türkiye çok kana bulandı ama 40 yıldır görmedi böyle dayanışma.  

Aynı duyarlılığı bizden esirgediler.  

Davamızda haklıyız, acımasız bir terör dalgası karşısında nasıl yalnız bırakıldığımızın sağlamasıdır.  Fakat başka her şeyimiz tamammış gibi sabah akşam buna söylenip duracak mıyız?

Rıza Zarrab olayına neresinden bakarsanız bakın sıradan bir olay olmadığı ve ince bir hesaba dayandığı çok açık. Ancak Türkiye'yle ilişkili değil, Yani soruşturma dosyasında Türkiye'ye ilişkin bir suçlama ya da iddia yok. 

Peki, nasıl oldu da kısa sürede bu soruşturmanın Türkiye'yle ilişkili olduğuna dair kamuoyunda ve medyada güçlü bir kanaat oluşturuldu? Her olaya, Erdoğan düşmanlığı üzerinden bakan cenahın sevinç çığlıkları atması ve Türkiye ile bağ kurması anlaşılabilir ama Erdoğan'ın yanında yer alanların da aynı yerden bakması pek anlaşılır gibi değil. 

Çünkü bölgede farklı gelişmeler var. Ankara'dan Brüksel'e uzanan hatta bombalar patlarken, aynı zaman diliminde Rusya Suriye'den çekiliyor ve Musul'un DAEŞ'ten geri alınması için operasyon düğmesine basılıyor. Bu iki gelişmeye, AB ile Türkiye'nin mülteciler konusundaki anlaşması da eklenince durum Türkiye'nin aleyhine değil, lehine gelişiyor.

Popüler İçerikler

Bakanlığın Gıda İfşaları Devam Ederken En Fazla At ve Eşek Etinin Satıldığı Şehirler Belli Oldu
Cübbeli Ahmet Çakarlı Araçla Geldiği Etkinlikte Şeriatı Savundu: Skandal Sözlere Tepki Yağdı!
Bankalardan Belgeyle mi Para Çekilecek? MASAK İddialara Son Noktayı Koydu