Bu sorunun cevabı biraz da duygularıyla ve bu duyguların zaman zaman yaşattığı bunalımlarla yaşamaya alışmış ve belki de en kaçtığımız duygunun, yani “duygusal acının” zaman zaman esiri olmaktan mazoşist bir keyif alan yapıya sahip olduğumuzda gizliydi. Evet belki böyle bir konuda genelleme yapıyor olmak çok doğru olmayabilir fakat Ortadoğu ve Arap coğrafyasını ele aldığımızda arabesk müziğin Türkiye’de ne denli popüler olduğunu görürüz. Bu popülarite arabeskin ne olduğunu sorgulatır ilk başta: Etimolojik olarak “Arap tarzı” anlamına gelse de oryantal ve lirik yapısını “acı” ve “acı çekmek” gibi temalar üzerinde yoğunlaştıran ve umutsuzluğu merkezine koyan bir anlama geliyor. Mamafih, Anathema’nın yaptığı müziğe doğrudan bir halk müziği türevi olan arabesk sıfatını veremesek de arabesk müzik dinleyicisinden genel müzik zevki ve kültürel açıdan farklılığa sahip rock müzik dinleyicisinin “acıya” ve acı çekmeye olan özlemini Anathema’nın lirik parçalarında yaşadığını pekâlâ söyleyebiliriz.
1998’de verdikleri ilk Türkiye konserinden sonra 2019 yılındaki son Türk seyircileriyle buluşmalarına kadar geçen süreçte defalarca Türkiye’de hatta İstanbul ve Ankara dışındaki bir farklı şehirlerde konserler verdiler ve her röportajlarında Türk seyircilerini ve kadar sevdiklerini söylediler. Bu coğrafyada melankoliye duyulan açlığı ve kendi parçalarındaki bu melankolik dışavurumun nasıl da iyi karşılandığını gayet iyi biliyorlardı. Fakat günümüze geldiğimizde aslında olan duygular ile yaşayan liriklerin içinde kaybolmanın değil de daha zevklerin öne çıkması; dünya müziğinin ve dünyada dinlenen müziğin değişmesiydi. Günümüzde Anathema dinleyicisi de grup gibi zamanla değişmiş; belki gençlik yıllarından sadık bir yanı hep orada kalmış fakat başka kimliklere çoktan bürünmüştü. Güncel ve yeni dinleyici kitlesinin de azalması Anathema’nın başarısızlığı değil; sadece rock ve metal müziğin dönemsel düşüşü ve kan kaybediyor oluşuydu. Peki bu değişim, melankoliye duyulan ilgi ve duygusal bunalımların dışa vurumsal albenisinin kaybolduğunu mu gösteriyordu? Aslında bu yaklaşım kaybolmamıştı fakat biraz gerilerde kalmıştı zaman içerisinde. Y kuşağı Anathema ve yaptığı müziği tanıyıp içselleştirerek yaş alırken Z kuşağı ise bambaşka bir sosyal konjonktürde yaşamaya başlamıştı. Tabi bu durumu sadece Anathema üzerinden örneklendirmek çok doğru olmasa da müziğe ve müzikten beklenen duygu aktarımına olan yaklaşım iki kuşak arasında fark edilir bir biçimde değişmişti.
One Last Good Bye benim vazgeçilmezimdi.