Zeytin Ağacı ve Gelecek Uzun Sürer

‘Gelecek Uzun Sürer’, Louis Althusser’ın özyaşamsal özellikler barındıran kitabının adı ama bu yazıda anlatmak istediğim konuyu bu söz, tam anlamıyla şahane özetlediği için bu başlığı koydum, yoksa kitaptan değil bir diziden bahsedeceğim: Zeytin Ağacı.  Zeytin Ağacı dizisi nedeniyle gündeme gelen Aile Dizimi kavramı, Bert Hellinger ve bu konudaki düşüncelerimi ve bu konuyla uzun yıllara dayanan hikâyemi anlatmak istiyorum.

Tam 20 yıl önce, yaklaşık 2004, o zaman çalıştığım aktüel haberler yapan bir haftalık dergiye haber yapmak için Bodrum’da bulunuyordum. İşte o zaman bugün Aile Dizimi alanında bir marka olan Feride Gürsoy ile tanıştım. İyi ki… Hayatımın dönüm noktalarından biri oldu bu tanışma. Maceram bu kavramı ondan duymamla başladı.

O zamanlar, Aile Dizimi çok kısıtlı bir çevrede ‘aa bu da neymiş’ türünden pek az dile getirilen bir şeydi. Uzun sözün kısası hiç kimse bilmiyordu bile. Ama o tanışma sayesinde, ben de o sıralar meraklı bir gazeteci olduğumdan, bizzat deneyimlemeye ve sonra da izlenimlerimi yazmaya karar verdim.

Tolstoy’un ‘Bütün mutlu aileler birbirine benzer, her mutsuz aileninse kendine özgü bir mutsuzluğu vardır.” dediği gibi, ilk dizimimde, temsilciler üzerinden ailemi dizmem istenmişti.

Pek de ne yaptığımı bilmeden, aslında aklım yapacağım haberde, topluluktan iki kişiyi anne ve babam olarak seçmiştim. Bir şekilde onlara çok kızgındım ve kolaylaştırıcı dizimi yaptıktan sonra anne-babamın önünde eğilmemi ve sırf beni dünyaya getirdikleri için onları onurlandırmamı istedi. O zaman genç ve asi biri olarak, ‘çok geç artık ‘dediğimi hatırlıyorum ama kolaylaştırıcı ‘eğil’ diye seslendi ve adeta beni eğilmeye zorladı ve sonra da ‘çok kibirlisin, ego dizlerde toplanır’ dedi. 

O sözü hiç unutmadım. O gün istemeye istemeye de olsa eğilmeyi başardım. Meğer ne iyi bir şey yapmışım, çok geçmeden anlayacaktım. Her neyse ilk dizim bittikten sonra kalbimde derin bir hafifleme olduğunu hatırlıyorum. Sanki yüz kiloluk bir yük taşıyordum ve birden onun yetmiş kilosundan kurtulmuştum. Benim için bol gözyaşıyla dolu, sarsıcı ve şifalı bir deneyim olmuştu. 

Daha sonra ‘Keder de Genetik’ adıyla ilk haberimi yazdım, yıl 2004. Egonun dizlerde toplanmasının deneyimini ise tam 18 yıl sonra yaşayacaktım. İnat, öfke ve kızgınlık duyguları, görünüşte bir ev kazası kılığında geldi ve sağ dizimin üzerine bütün hızım ve ağırlığımla çok sert zemine düştüm. Dizim kırılmadı çok şükür ama öyle bir incindi ki aradan geçen iki yıldan fazla zamana rağmen tam eskisi gibi olmadı. 

Ego dizlerde mi toplanıyordu? Bence haklılık payı olabilir. Eskilerin ‘kır dizini otur’ diye bir deyimi olduğuna göre…Yine eski çağlarda önemli insanların karşısında eğilerek diz büküldüğüne göre. ‘Kimse beni diz çöktüremez’ niye diyoruz mesela. Levent Yüksel’in o eski şarkısında dediği gibi ‘ölürüm yoluna ama sana eğilmem’…Bazı hareketleri yapıyoruz ama çok da anlamını düşünmüyoruz, mesela baş eğmek de öyle. 

Tekrar aile dizimine dönersek, o yıldan sonra çok sayıda aile dizimine katıldım, şahane insanlarla röportajlar yaptım, kendimce aile diziminin yayılmasına katkıda bulundum. 

Ve bir gün Aile Dizimi’nin kurucusu Bert Hellinger’le de uzaktan da olsa tanıştım. Çok kalabalık devasa bir salonda Bert Hellinger gözümün önünde bir dizim yaptı ki hâlâ aklımdadır. Aslında o toplantıda daha çok göç konusu işleniyordu ve göçlerin yarattığı travmalar üzerine bir çalışmaydı bu. Fakat Hellinger’in muazzam aurasına, muhteşem yeteneğine bizzat şahit oldum.

Aslında Aile Dizimi ve Sistem Dizimi’nin kurucusu Bert Hellinger’den biraz bahsetmekte yarar var.

Hellinger felsefe, teoloji ve eğitim bilimleri okumuş. Misyoner olarak gittiği Güney Afrika’da kaldığı sırada, Afrika kabilesi Zuluların bir töreninden çok etkilenmiş. Kabile bir sorunu çözmek istediğinde, bir çember oluşturup, ölmüş atalarını da bu çembere dahil edip, onları temsilen temsilciler kullanıyorlarmış. Konu yaşayan ve yaşamayan ataların dahil edildiği bir çemberde masaya yatırılarak şifalanıyormuş. Bu sistemden çok etkilenen Hellinger, daha sonra Transaksiyonel Analiz eğitiminin yanı sıra Münih Psikanaliz Eğitim Enstitüsü’nü de bitirerek, aldığı başka eğitimleri de birleştirip, Aile Dizimi ve Sistem Dizimi’nin kurucusu oldu. Seminerler, konuşmalar, meditasyonlar, dizimler yaptı. Avrupa, Amerika Birleşik Devletleri, Orta ve Güney Amerika, Rusya, Çin ve Japonya’da çalıştaylar gerçekleştirdi.

38 dile çevrilen çok sayıda kitaba imza attı. Bunlardan ‘Kabul Etmenin Özgürlüğü’ ve ‘Sevginin Saklı Simetrisi’ benim okuduklarım ve bayıldıklarım arasında. 

Tekrar onunla bizzat izlediğim o seminere dönelim. 20 yıllık evli bir kadın geldi sahneye. Hellinger,ne sorunları olduğunu sordu, kadın kocasını severek evlendiğini, fakat giderek kendisinin de anlayamadığı bir şekilde aralarına nedeni bilinmeyen, her geçen gün artan bir soğukluk girdiğini ve bir  uzaklaşma başladığını, giderek aralarının açıldığını anlattı. O salonda kadının kocası da vardı. Hellinger kocasını da sahneye davet etti. Bir süre sahnede ikisi öylece kıpırdamadan durdular. Sonra Hellinger bir soru sordu, ‘hanginizin evlenmeden önce başka biriyle ilişkisi vardı?’  Kadın evlenmeden önce bir nişanlısı olduğunu, şimdiki kocasıyla tanıştığında hiçbir şey söylemeden nişanı atıp, eşiyle evlendiğini söylediğinde, Hellinger; kadının eski nişanlısını temsilen izleyenlerden birini sahneye çağırdı. Nişanlı rolündeki adam sahneye çıkar çıkmaz birden çok öfkelendi. Sürekli elini ayağını oynatıyor adeta sinirden köpürüyordu. Sonra çalışma başladı.

Eski nişanlı anlaşıldı ki tamamen yok sayılmıştı. Ve onun o yok sayılan öfkesi, kırgınlığı ve kederinin enerjisi zamanla karı kocanın arasında görünmez bir soğukluk yaratmıştı. Hellinger, kadından, nişanlısının temsilcisine doğrudan konuşmasını istedi. Tam hatırlayamıyorum ama şu minvaldeydi sanırım konuşma, ‘seni yok saydığım için özür dilerim. Hiçbir şey söylemeden öylece çekip gittiğim, seni cevapsız sorularla bıraktığım için üzgünüm. Amacım bu değildi, aşık olmuştum, ama bir türlü sana bunu söylemeye cesaret edemedim, şimdi anlıyorum ki seni çok kırmışım ama gerçekten niyetim bu değildi.’ Kadın bu türden şeyler söyledikten sonra, nişanlısını oynayan temsilci sakinleşti, rahatladı, o da bir şeyler söyledikten sonra alanı terk etti. O sözleri söyleyip alandan ayrılmasıyla karı koca arasında o görünmez buz duvarı yıkılmış oldu. Güle oynaya birbirlerine sarılarak sahneden indiler. 

Hellinger, yok sayılmanın, kabul edilememenin nasıl olumsuz bir blokaj yarattığını açıkladı. Sistemde hiç kimse yok sayılmamalı, hakkı teslim edilmeliydi. Özellikle bazı ailelerde yok sayılan kişilerin duyguları başka kuşaklarda ortaya çeşitli sorunlar, mutsuzluklar ortaya çıkabiliyordu. ‘Dedesi koruk yemiş torunun dişi kamaşmış’ atasözü tam da bunu doğrular nitelikte. Aileden genetik aktarımla, hastalıklar, bazen de yetenekler aktarılabildiğine göre neden duygular aktarılmasın ki!

Yıllar sonra, Eckart Tolle’nin -Şimdinin Gücü -kitabını okuduğumda benzer bir bakış açısıyla karşılaşmıştım.

Tolle; birinin fikrini, düşüncesini, duygusunu yok saymanın, o kişiye bilinçdışı düzeyde ölüm enerjisi göndermek gibi bir şey olduğunu söylüyordu. Hatırlayın tartışma programlarında, taraflardan biri diğerini ya da fikrini yok saydığında, alaycı davrandığında konu ne kadar önemsiz olursa olsun, bir taraf neredeyse delirecek gibi oluyor. Çünkü konunun ne olduğu değil asıl mesele, karşı tarafa geçen enerji bir yok etme enerjisi. 

Star Wars filmlerindeki gibi ışın kılıcı da diyebiliriz. Görünmez ama yeterince keskin. Yine Bert Hellinger’in seminerine katılan bir kişinin söylediği eski bir halk şarkısını hatırladım şimdi, görünmez enerji bağları deyince.

'Sevgi kılıç gibidir, yavaşça yaralar. İnsan ne kadar düğmeleri iliklese de aşk düğmelerin içinden geçer.’

Görünmez bağlar vardır, kucaklarsın, sarılırsın, onun için güzel şeyler yaparsın, işte sevgiyi gösteriyorsundur ama yine de içindeki sevginin sende yarattığı o duyguların enerjisini tam anlatamazsın hiçbir şeyle. Çünkü hisler kelimelere tam yerleşmez, görülmez, dokunulmaz, tanımlanmaz.  Belki müzik, biraz da şiir anlatır o duyguları. Yıllar önce okuduğum Sophie’nin Dünyası kitabında da öyle diyordu, ‘sevgi vardır ama onu görebilir misin?’ Sevgiyle bakan gözlerin sana hissettirdiği o umman gibi okyanusu tam tarif etmen mümkün mü? 

Yok sayılan kişi enerji alanında o yok edilme, ortadan kaldırılma duygusunu hissediyor demek ki… Hatta ben de kendi romanım Kötülükçü’de şöyle bir cümle yazmıştım bunlardan esinlenerek: “Birini yok saymak aslında onu öldürmektir.”. Bert Hellinger’in kitabının adında olduğu gibi, -Kabul Etmenin Özgürlüğü- karşısındakini yok saymadan, onun da hakkını teslim ederek, insan kendi düşüncesini söyleyebilse belki, birçok tartışma bu boyutlara varmayacak. Oysa kimsenin buna vakti ve çabası yok ne yazık ki, incir çekirdeğini doldurmayan şeylerden muazzam büyük kavgalar çıktığına göre… Hem yıkmak daha kolay yapmaktan… Ama biliyoruz aslında incir çekirdeği de incir çekirdeği değil, fındık kabuğu da fındık kabuğu değil aslında.

İncir çekirdeği asla incir çekirdeği değildir

Simon Kuper’ın ünlü kitabının adı ‘Futbol Asla Futbol Değildir’’i hatırlarsınız. Değildir gerçekten, çünkü insanlar bir takımın maç kazanmasına, topun 90 dakika içinde bir kaleye atılmasından çok daha fazla anlam yüklerler, o 11 kişi onların hayallerini oynar. Her gol bir hayalin gerçekleşmesidir. Yenilen gol de bir hayalin kırıklığı. 

İncir çekirdeği de asla incir çekirdeği değildir, bu perspektiften bakınca. Enti püften bir sebepten taraflar, kendi iradelerini diğerine kabul ettirme peşindedirler işin özü. Son sözü söyleyen, diğerinin üzerinde üstünlük ve kontrol sağlayacaktır, aslında her şey bir ego savaşına döner bir anda. Taraflardan biri sağduyusunu harekete geçirip, enerjiyi aşağı çekecek altın sözleri söylemezse, incir çekirdeğinden ne yangınlar çıkabilir. 

Sanırım psikiyatrist Engin Geçtan’ın -İnsan Olmak- kitabında şöyle bir anekdot vardı. Bahçelerinde, mangalda sucuk yaparken, anne kız arasında sucuğu nasıl pişirirlerse daha lezzetli olur konusu üzerinden, önce fikir ayrılığı olarak başlayan tartışma giderek alevlenerek büyük bir kavgaya dönüşüyor ve 30 yıllık anne kız ilişkilerini açığa çıkaran bir travmanın ortaya dökülmesine yol açıyor.  Aralarındaki çözümlenmemiş, bastırılmış duyguları mangaldaki sucuk ortaya çıkararak görevini tamamlıyor özetle. Dışardan bakan birine, ne kadar da anlamsız, incir çekirdeğini doldurmayan bir şey gibi görünürse görünsün, aslında mesele, bir iradeyi kabul ettirme, gücünü gösterme savaşına dönüşmüştür, gücün bu kadar dayatıldığı bir durumda da sevgi maalesef denizin öte yakasında kalır. Ancak o öfke geçip, taraflar kendilerine gelip, ne yaptıklarını anladıklarında o mahcup sevgi saklandığı yerden çıkabilir. Umarım da çıkar. 

2019 yılında kaybettiğimiz Bert Hellinger’in çok sevdiğim bir sözü var: “Hastalandığında, iyileştirilecek bir beden yoktur. Affedilecek bir hatıra, teşekkür edilecek bir geçmiş, temizlenecek bir zihin vardır.” Elbette hasta olunca doktora gitmeyelim demek istemiyor, sorunun duygusal nedenleri olabileceğini söylüyor ki artık bütüncül tıp hastaya sadece bir beden olarak yaklaşmıyor günümüzde.

Zeytin Ağacı dizisinde bütün emeği geçenlerin eline sağlık, çok önemli bir farkındalık alanı sağladı insanlara.

Elbette bir dizinin kitlelere ulaşmasının etkisi gazete, dergi haberleriyle boy ölçüşemez. Ve büyük bir açılım yarattı ve bu açılımın etkisi dalga dalga büyüyor. Ancak yazının başlığında söylediğim ‘gelecek uzun sürer’ cümlesi de burada anlam kazanıyor. Konu yavaş yavaş, dalga dalga büyüyerek bu günlere ulaşıyor ve bir zirve noktasında büyük bir yayılma oluyor. O işte tam bardağın taştığı an, ama o bardak zamanla damla damla doldu ve o damlalarda çok insanın payı var. 

Buradan asıl söylemek istediğim yeni ve farklı şeylerin anlaşılmasının ve kabulünün zaman alabildiği ancak sonunda hedefe varabildiği üzerine. Hayatımızda da öyle. Bazen çok emek verir hiç karşılığını almıyormuş gibi oluruz, bir bakarız bir gün yıldızımız parlamaya başlar. Demem o ki insanlığa faydalı bir şey eninde sonunda bir şekilde kendi yolunu buluyor. Kendi adıma bu yöntem bana çok faydalı oldu. Bu konuda çok da okudum ve faydasına gönülden inandığım için de emek verdim. Mark Wolynn’ın ‘Seninle Başlamadı’ kitabı bu konuda muhteşem ufuk açan bir kitap. Zaten yıllardır çok satanlarda.  Yine Zeytin Ağacı dizisinin danışmanlarından Sabri Salış’ın, editörlüğünü de yaptığım Ataların İzleri: Köken Aile Açılımı ve Köklerden Göklere Ataların İzleri 2 kitaplarını da konuyu merak edenlere öneririm.  Özellikle bu toprağın özgün dertlerini ve hikâyelerini anlattığı için kesinlikle etkileyici. 

Sözün özü: Gelecek bazen uzun sürebiliyor ama gerçekten bir gün vakti geliyor. 

Başlama duruşu ile bitirme vuruşu arasında geçen sürede aslında çok şey oluyor. 

Ve incir çekirdeği asla incir çekirdeği değildir. 

Bu makalede öne sürülen fikir ve yaklaşımlar tamamıyla yazarlarının özgün düşünceleridir ve Onedio'nun editöryal politikasını yansıtmayabilir. ©Onedio

Popüler İçerikler

Almanya’daki Saldırıyı Kim Yaptı? Noel Pazarı Saldırganının Kimliği ve Röportajı Ortaya Çıktı
Bakanlığın Gıda İfşaları Devam Ederken En Fazla At ve Eşek Etinin Satıldığı Şehirler Belli Oldu
HTŞ Lideri Colani Kadına Başını Örtme Talimatı Verdiği Videoyla İlgili İlk Kez Konuştu