Yıllar sonra İstanbul’da, Taksim’in kalabalık sokaklarında bir ses yakaladım kulaklarım. Bir sokak müzisyeni, erbanesini elektronik bir ritimle harmanlıyordu. Genç bir kız, telefonuyla kaydediyordu onu. 'Bu ne?' diye sordu merakla. 'Zamanın kalbi,' dedim gülümseyerek.
Bir başka gün, Fatih’teki bir kütüphanede, 16. yüzyıla ait bir minyatür buldum: Kanuni’nin kızı Mihrimah Sultan’ın düğününde, ellerinde erbane tutan kadınlar... Tarih, sesin peşinde bir yolculuktu.
Bir Çınar Altında; Yolculuğumun son günü, Diyarbakır’da bir çınarın gölgesinde oturmuştum. Yaşlı bir dengbêj yanıma ilişti. Erbanesini çıkarıp, 'Dinle,' dedi. Parmakları zillere değdiğinde, rüzgârın içinden geçen bir fısıltı duydum: 'Söz biter, erbane susmaz evlat. Çünkü o, bizim yüreğimizin yankısıdır...'
O an anladım: Erbane, bir enstrüman değil, bir tanıktı. Savaşları, göçleri, aşkları ve isyanları kaydeden sessiz bir kronik... Belki de onu çalan her el, bu kadim şarkıya yeni bir mısra ekliyordu.
Ben, o gün, o çınarın altında, kendi mısramı fısıldadım rüzgâra: 'Sesini duyuran, asla yitmez...'
Tıpkı bir rüyadan uyanır gibi, gerçeğin nefesiyle doldu içim: 'Uyandığında anlarsın ki, bazı sesler sadece duyulmaz, onlar yaşanır.'
(Görsel Kaynağı: Enstitü IBB)
Instagram
X
LinkedIn
Facebook
Bu makalede öne sürülen fikir ve yaklaşımlar tamamıyla yazarlarının özgün düşünceleridir ve Onedio'nun editöryal politikasını yansıtmayabilir. ©Onedio