Uzak Doğu’da buna “Prana”, yani “ -Çiğ-Çi-Chi-“ enerjisi denir. Bu “çiğ” enerjisi; akciğerlerimizde, karaciğerimizde ve vücudumuzun tüm organlarında hayat enerjisi olarak akar. Bunun öyle bir özelliği vardır ki, tıkandığı zaman tıkandığı yerde o organla ilgili rahatsızlıklar ve hastalıklar görülür. Diğer taraftan da çok iyi çalıştığında enerjilerimiz artar; tüm çakra enerjilerimiz güçlenir, enerji üretimi yükselir ve enerji meridyenlerimiz sağlıklı, dinç bir hâle gelir. Bu da bizi uzun ve sağlıklı bir ömre taşır.
Yemeklerde ve besinlerde özellikle çiğ, canlı ve gün ışığını içine absorbe etmiş gıdalar çiğimizi, yani hayat enerjimizi besler. Buna karşılık ölü gıdalar bize çok daha az yaşam enerjisi verir. Örneğin bal yiyeceksek, peteğiyle birlikte, üzerinde çiğ ve hayat enerjisini muhafaza etmiş hâliyle yememiz daha faydalıdır. Meyve yiyeceksek de dış kapsülüyle, yani hayat enerjisini içinde koruyan zarlarıyla birlikte yememiz faydalıdır. Yani yaşam enerjisi bize aslında besinlerle sunulur.
Yaşam enerjisi aynı zamanda nefesle de alınır. Havanın içerisindeki ışığı ve canlılığı alırken doğru nefes tekniğini kullanıyorsak; -örneğin genizden nefes alarak, burun kanatlarını az kullanıp- oksijeni doğrudan tüm bölgelere ulaştırabiliyorsak, vücutta sıkışmış karbondioksit ya da toksik gazların hallerini önleyerek onları yenileyip tazeleyebilir, yaşam enerjisini bedenimize ve canımıza gönderebiliriz. Tüm hücrelerimiz bir anlamda bu enerjiyle beslenir.