Günümüzde de hiç yabancısı olmadığımız kadın haklarını koruma mücadelesi, yüzyıllardır devam ediyor. Bu haklı mücadele ve haksızlığa uğrayan milyonlarca kadının hikâyesi kitaplara, dizilere, filmlere ilham oluyor. Biz de bu konuyu işleyen en başarılı 15 filmi bu listede derledik. İyi seyirler!
Suffragette; tarihin ilk feminist hareketini başlatan kadınların, seçme ve seçilme hakkını kazanmak için hükümete karşı verdikleri mücadeleyi anlatıyor. Emmeline Pankhurst önderliğinde hareket eden grup, kadın olmanın boyun eğmek olmadığını anlatmak istiyor ve insani koşullarda yaşama hakkına sahip olmak için mücadele veriyor. Başlangıçta barışçıl yollar arayan kadınlar, giderek ağırlaşan ve eşit olmayan çalışma koşullarına katlanamaz hale geliyor. İstemsizce eylemler arasında kalan ve iş yerindeki bir arkadaşı tarafından gruba dahil olmaya ikna edilen Maud, hareketten uzak kalmaya çalışsa da zamanla özgürlük ihtimaline sıkı sıkı bağlanmayı seçiyor. İzlerken kendinizden izler bulacağınız bu mücadele filmini listenize eklemeyi unutmayın!
Veronica, kadının bir eşya gibi görüldüğü zamanlarda ondan esirgenen her şeyi elde etmek ister. Özgür ve durdurulamaz ruhu ile erkek hegemonyasını dize getirmeyi başarır. En büyük arzusu aşk olan bu kadının 16. yüzyılda geçen etkileyici hikayesini siz de mutlaka listenize eklemelisiniz!
Gerçek bir hikayeden esinlenerek çekilen Kadının Fendi, 1968 yılında İngiltere'deki bir otomobil fabrikasında geçiyor. Film, bir grup cesur kadının güç birliği yaparak ayaklanmasını konu alıyor. Ayaklanmanın amacı, cinsel ayrımcılığa bir son verilmesi ve erkeklerin sahip olduğu tüm hakların kadınlar için de sağlanması. Tarihi bir ayaklanmayı konu alan film, 187 kadın işçinin dünyanın en büyük şirketlerinden birine karşı geldiği sahneleriyle tüylerinizi diken diken edecek!
Vasıf Öngören’in aynı isimli tiyatro oyunundan uyarlanan film, seks işçiliği yaparak hayatta kalmaya çalışan Asiye’nin hikayesini anlatıyor. Film; kadın bedeni üzerinden sınıf ve cinsiyet eşitsizliğini, para ve erkek sömürüsü üzerine kurulmuş bir dünyayı tüm çıplaklığıyla gözler önüne seriyor. Atıf Yılmaz, toplumun kadın bedeni üzerinde her hükmü verebilme gücünü elinde bulundurduğunu, seks işçiliğinin kadın bedeni üzerinden sömürüsünü tüm detaylarıyla işliyor. Yaşadığımız coğrafyaya hiç de yabancı olmayan bu hikaye sizi derinden sarsacak.
Hikaye 1960’lı yıllarda Polonya’da geçiyor. Din ve inanç kavramları ile kendini yeniden keşfeden Anna, kendini Tanrıya adayarak rahibe olmaya karar veriyor. Rahibe olma yeminini etmeden önce ailesi ile ilgili gerçekleri öğreniyor. Yahudi olduğunu öğrenen Anna, teyzesiyle birlikte bambaşka bir yolda yürümeye başlıyor. Bugüne kadar öğrendiği ve edindiği her şeyden vazgeçen Anna’nın Ida’ya dönüşmesini izliyoruz. Eğer siz de bu dönüşüme şahit olmak istiyorsanız Ida’yı mutlaka listenize eklemelisiniz!
Demir Çeneli Melekler, ismini 1900’lerin başında oy hakkı isteyen bir kadın hareketinden alıyor. Alice Paul önderliğinde gerçekleşen bir yürüyüş yapılıyor. Bu yürüyüşle beraber grubun sesi duyuluyor; ancak hareket, tepkiler almaya da başlıyor. Hükümet, kadınların direnişini kırmak için onları tutuklayıp çeşitli işkencelere maruz bırakıyor. Hapishanede yaşadıkları işkenceler nedeniyle Demir Çeneli Melekler lakabını alan kadınların bu hikâyeden zaferlerle çıkması mümkün mü peki?
Salma Hayek’in başrolünü üstlendiği film, ressam Frida Kahlo’nun hayatını anlatıyor. Güçlü bir siyasi kişiliğe sahip olan Frida, her zaman hayallerinin ve inandığı şeylerin peşinde koşuyor. Ancak geçirdiği bir trafik kazası sonucunda bel kemiğinde bir sorun yaşayarak uzun süre yatalak kalıyor. Sayısız ameliyat geçiren ressam, tüm vücudu alçıda da olsa hiçbir şeyden vazgeçmeyerek yaşam mücadelesine devam ediyor. Azimli bir hayat hikayesini anlatan bu filmi henüz izlemediyseniz ertelememenizi öneriyoruz.
Riyad yakınlarında yaşayan Vecide, muhafazakâr bir ailede büyümesine rağmen eğlenmeyi seven bir kız çocuğudur. Bir bisiklet yarışında onu kız olduğu için hor gören Abdullah’ı yenmeyi kafasına koyar. Ancak toplumda hoş karşılanmayacağını düşündüğü için annesi bisikleti almaz. Kendi parasını biriktirerek bisiklet almak isteyen Vecide’nin hikayesi nasıl ilerleyecek dersiniz?
Filmin başkarakteri Antonia, doğduğu köyde anaerkil bir topluluk yaratır ve bunu destekler. Din, seks, ölüm, aşk gibi konuları işleyen film, feminist bir peri masalı olarak anılıyor. Kızı ve torunuyla yaşayan, bir kadının ayakta durabilmek için erkeklerden destek almak zorunda olmadığını ispat eden Antonia'nın hikâyesini çok seveceksiniz.
Farklı zamanlarda yaşayan üç kadın, aynı güne uyanıyor ve yolları Mrs. Dalloway romanında kesişiyor. Virginia Woolf, 1923 yılında Mrs. Dolloway romanını yazarken bir buhranla baş etmeye çalışıyor. 1951 yılında Laura Brown, içinde bulunduğu buhrandan kaçmaya çalışırken kendini romanın sayfalarına bırakıyor. 2001 yılında ise Clarissa Vaughan'ın AIDS’e yakalanan eski kocasının travmatik geçmişini ve annesi ile ilgili anılarını, roman üzerinden izliyoruz. Siz de farklı hikayelere aynı pencereden bakmak isterseniz The Hours filmini mutlaka izlemelisiniz!
Evliliği iyi gitmeyen ve bu yüzden orta yaş bunalımına giren Evelyn Couch, bir bakım evinde Ninny ile tanışıp arkadaş oluyor. Evelyn, süreç içinde Ninny’den dinlediği hikayelerle yeni bakış açıları edinmeye başlıyor. Ninny, ona 1920'lerde yaşamış iki genç kadının benzersiz dostluklarını anlatıyor. Ninny’den aldığı yaşam enerjisiyle Evelyn, hayatını nasıl şekillendirecek? Siz de hikayenin devamını merak ediyorsanız bu filmi mutlaka listenize eklemelisiniz!
Bir tiyatro oyuncusu olan ve işini ciddiyetle yapan Serap, kadına biçilmiş toplumsal rolleri reddeder. Kadına yüklenen temizlik yapmak, yemek pişirmek, çocuk bakmak vazifelerine karşı gelerek dönemin şartlarında Avrupai bir yaşam sürer. Bir reklam filmi teklifini kabul eder ve kendini reklamdaki Naciye karakterine dönüşmüş olarak bulur. Sevgilisi de dahil kimseyi Serap olduğuna ikna edemez ve akıl hastanesine yatırılır. Yeni hayatını kabullenmeye başladığı esnada ise eski hayatına geri döner. Oldukça enteresan bir kurguya sahip bu filmi kaçırmamanızı öneriyoruz.
Madrid’de yalnız bir anne olarak yaşayan Manuela, 17 yaşındaki oğlunu doğum gününde kaybeder. Oğlunun günlüğünü okuduktan sonra Madrid’e gidip oğlunun babasını aramaya başlar. Bu arayışta kendini kaptıracağı aşk ise keder ve hüzün dolu anlara sebep olur. Duygu yoğunluğu olan bir film arıyorsanız buldunuz bile!
Film, kocasına ihanet ettiği gerekçesi ile 1986 yılında taşlanarak öldürülen İranlı Soraya’nın gerçek hikayesini konu alıyor. Soraya; henüz 13 yaşındayken 20 yaşında, sabıkalı bir genç olan Ghorban Ali ile evlendirilir. Kocasından sürekli şiddet gören kadın, iki bebeğini ölü doğurur. Gardiyan olan Ali, 14 yaşında bir kız çocuğuna göz koyar ve Soraya’yı boşamak ister. Ancak nafaka vermek istemediği için karısını sadakatsizlikle suçlar. Kimse Soraya'nın suçsuz olduğuna inanmaz ve Soraya, şeriat kanunları bunu emrettiği için 15 Ağustos 1986’da taşlanarak öldürülür. Bizi, yaşadığımız dünyanın çirkinlikleri ile burun buruna getiren bu filmi izlerken gözyaşlarınızı tutamayacaksınız.
Listemizin başındaki filmin hikâyesi, 1970 yılında Tahran’da geçiyor. İran Devrimi ile değişen hayatları, dokuz yaşındaki Marjane'in gözünden izliyoruz. Zeki bir kız çocuğu olan Marjane, muhalif olan amcasının intiharına tanıklık ediyor. 14 yaşına geldiğinde ise Avusturya’da bir okula gönderiliyor. Kendini burada çok yalnız hisseden Marjane, zor bir karar vererek İran’a ailesinin yanına dönüyor. Ancak 24 yaşına geldiğinde ülkesinin, yaşayabileceği bir yer olmadığını düşünmeye başlıyor. Hüzünlü bir hikayeye sahip olan Persepolis, kesinlikle kaçırmamanız gereken bir film.