Yıldızların ve İnsanların Benzerliği

Üniversitede okuduğum yıllardı…

Bilinçli bir tercih neticesi istediğim bölümü okuyordum diyemeyeceğim ama YTÜ Fizik bölümünü kazanmak ilerleyen aylarda beni, teoloji ve bilimi bir arada araştırmaya sevk ettiğinden bölümümü sevmiştim ve zorlu geçen öğretim sürecimi başarıyla tamamlamamda bu şevkimin etkisi büyük olmuştu.

Yine bir gün odamda bahsettiğim içerikte yani Kur’an-ı Kerim’de yer alan bilimsel gerçeklere atıf yapan bir kitabı elime almış keyif ve merakla okuyordum. Evrenin şişirilen balon misali gittikçe genişlemesi, gökyüzünün korunmuş bir tavan kılınması, dağların kazık misali yeryüzüne çakılarak bizleri şiddetli sarsıntılardan koruması gibi bilgilerin dışında o gün bir de yıldızların da tıpkı insanlar ve diğer canlılar gibi bir yaşam döngüsü olduğunu, bizler gibi doğup yaşayıp öldüklerini öğrenmiştim. Bir an içten içe tereddüt ettim. Ne de olsa sorgulamak bölümümüm bir gereğiydi.

Acaba gerçekten yıldızlar bir gün ölüyor muydu?

Ayrıca bilimsel içerikli kitaptaki bu fiziksel yasayı destekleyen ayet kutsal kitabımızda sahiden de yazıyor muydu?

Uzandığım yerden doğruldum ve doğruca Kur’an-ı Kerim’in sayfaları arasından işaret edilen yeri açarak ilgili ayeti mealinden okumaya başladım.

“Yıldızların ışığı söndürüldüğü zaman…” (Mürselat suresi, 8)

Gerçekten gözlerime inanamıyordum!

Teknolojinin ve bilimin gelişmesiyle birlikte yakın tarihte ancak keşfedilen bu gerçeğin bin dört yüz yıl önce bilinmesi nasıl mümkün olmuştu?

Çünkü Kur’an-ı Kerim’in indiği dönemde insanlar yaygın olarak yıldızların ışığının sonsuza dek sürecek bir özelliğe sahip olduğunu sanıyorlardı. Yıldızların içyapısının, kullandıkları yakıt maddesinin ve yıldızların enerjilerinin tükeneceğinin bilinmediği bir dönemde yıldızların varlıklarının muhakkak bir gün son bulacağı iddiası sahiden etkileyiciydi. Ayrıca yıldızların ışık kaynağı olmasından mütevellit (mesela bizim ısı ve ışık kaynağımız güneştir ve güneş de bir yıldızdır.) ayette yıldızların söndürülmesinden yani ışık kaynağı olduğundan bahsedilmesi önemliydi.

Ama hikâyemin bendenizi şaşırtan kısmı henüz bitmemişti...

Şimdi sorgulayıcı tavrımla yapmam gereken yıldızların yaşam döngüsünü araştırmaktı ama zihnen yorulduğum için planımı sonraki günlere bıraktım.

Meğer ben bıraktığımı zannetmişim…

Okuduğum kitaplarımı bir kenara kaldırarak kafamı dağıtmak üzere televizyonu açtım. Kanalları tararken bir de ne göreyim! National Geographic Channel’daki belgeselde yıldızların doğum, yaşam ve ölüm döngüsü anlatılıyor. O anki hissettiklerimi, şaşkınlığımı, Yaradan’ın bizlere şah damarından yakın oluşunun idrakini hafızamın zayıf olmasına rağmen hala dün gibi yaşıyorum desem mübalağa etmiş olmam. Niyetimin hemen akabinde bu belgeselin mucizevi şekilde karşıma çıkması Tevafuk muydu? bilmem ama bildiğim şey, geride kalan onca yıla rağmen sahnelerin film şeridi gibi gözümün önüne getirildiği bu olaya “tesadüf” dememin pek mümkün olmayışıdır.

Bizler bilincimizle ilgili konularda her şeye hâkim görünsek bile bilinçaltımıza hükmetmekte çoğu zaman etkisiz, yetersiz kalıyoruz.

Dolayısıyla bizimle ilgili son derece önemli işlevleri yürüten ve yönlendiren gizli gücü kontrol edememiş oluyoruz. Çünkü orada madde ötesi özelliklerimiz devreye giriyor. Hâlbuki her birimiz için gizemini koruyan bu gücü doğru şekilde kullanmayı başarabilsek devamında neler başarabileceğimizi zaman içinde keşfetmiş olacağız.

Sadece kalıptan yani maddeden ibaret olmadığımız gerçeğiyle özümüzdeki ruhu, ardından kaynağının kudretini kapasitemiz nispetince öğrendikten sonra var olduğumuz kalıpta kalmak aslında engin denizlere, okyanuslara açılmak, farklı özellikteki ve güzellikteki bin bir çeşit canlıya dokunmak, derinlerdeki zengin bitki örtüsünü görmek, bazen dalgaların gücünü tenimizde hissetmek yerine sığ sularda oyalanmak, avunmak demek olur. Hatta daha beteri kulluğun neticesinde bizden bekleneni, neler kaçırdığımızı keşfedemeden göçeriz bu dünyadan. Nihayetinde ne kaçırdığını anlamak da tecrübe etmenin bir sonucudur.

Doğumdan bahsetmişken, her yeni gün binlerce insan dünyaya gözünü açtığı gibi galaksimiz Samanyolu’nda kabaca her yıl bir veya iki yıldız doğar. Yılda bir yıldızın oluşması belki bize kıyasla yavaş algılanabilir lakin zamanın izafiliğini konuştuğumuz yirmi birinci yüzyılda gökbilim ölçeklerindeki zaman dilimi göz önüne alındığında oranların benzerliği daha iyi anlaşılır.

İyi hatırlıyorum, çocukken de yıldızlarla bağlantımızın olduğunu, hatta gökyüzünden bir yıldız kaydığında bir yerlerde bir insanın öldüğünü zannederdim. Ne zaman ki bu durumun atmosfere giren bir göktaşının yanması sonucu gerçekleştiğini öğrendim, o zaman hipotezimi askıya aldım. Düşüncemi tamamen sildim diyemem. Çünkü artık biliyoruz ki yıldızın ölümü yıldız kayması şeklinde gerçekleşmese de yıldızlar doğduğu gibi ölmekte.

Hayal dünyamdaki hipotezlerden gerçeklere dönersek yıldızların insanlara benzerliği bununla sınırlı değildir. Mesela nötron yıldızlarının puls dediğimiz çok güçlü atımları vardır. Anne rahminde gelişimini sürdüren embriyonun kalp atımları gibi kâinata var olduklarını bu atımlarla adeta ispatlarlar. Hatta Latince “pulsate” kelimesinden gelen pulsar “kalp gibi atan” demektir.

Bazılarının kütlesi diğerlerine kıyasla daha küçüktür ve ömürleri kütleleriyle ters orantılı olarak daha uzundur. Sahip olduğu enerjiyle evrene çok uzun yıllar ısı ve ışık yaymaya devam eder. Büyükçe kütleleriyle evrenin hassas dengelerini korumakta önemli rol üstlenirler. Kütlesi çok büyük olan yıldızlar ise çalkantılı bir süreçle doğup yine aynı şekilde devam eder. Fakat ömürleri çok kısadır. Bu büyük yıldızların hırçın ömrü çok ihtişamlı bir şekilde son bulur. Eğer yıldız çok fazla kütleye sahipse yakıtı bittikçe bazı hassas dengelerin değişmesiyle kendi içinde çökmeye başlar ve sıfır hacme kadar çökerler. Böylece yerini kara deliklere bırakır. Oluşan kara deliğin kütlesi ve yoğunluğu öyle büyüktür ki çekiminden hiçbir madde kaçamaz. Hatta ışık bile! O nedenle kendisine kara delik denir.

Bilir misiniz yıldızların da insanlar gibi renkleri vardır. Uzaktan bakıldığında hepsi aynı renkte gözükse de farklı renklerde oluşları günümüz teknolojisiyle bilinmektedir. Mesela kışın gözüken Büyükköpek takımyıldızının önde gelen üyelerinden Akyıldız en bilinen renkli yıldızlardan biridir. Orion’un sol ayağı olarak görülen mavi beyaz Ayak (Rigel) da Akyıldız’a benzer. Orion’un sağ kolu olarak görülen üstdev ikizleri, Akyıldız ve Ayak’dan farklı olarak parlak kızıl kırmızı rengiyle uzay boşluğuna ışığını saçar. Arabacı takımyıldızdaki Kapella ise Güneşimiz gibi sarıdır.

Yazımın sonlarını hepimiz birer starız gibi iddialı cümleler kurarak uçmak yerine ayağı daha bir yere basan bir cümleyle tamamlamak istiyorum.

Hepimiz birer yıldız tozuyuz ve yıldızlara bir hayli benziyoruz.

Esen kalın :)

Instagram

Facebook

Bu makalede öne sürülen fikir ve yaklaşımlar tamamıyla yazarlarının özgün düşünceleridir ve Onedio'nun editöryal politikasını yansıtmayabilir. ©Onedio

Popüler İçerikler

Domuz Eti Skandalıyla Gündeme Gelmişti: Köfteci Yusuf Yeni Bir Sektöre Giriş Yapıyor!
Sevgilisine Atacağı Fantezi Mesajını Yanlışlıkla Karısına Atan Ünlü Patron İcralık Oldu
Arkeolog Muazzez İlmiye Çığ 110 Yaşında Yaşamını Yitirdi