Yeniçeri Ağası'na Küfretmesine Rağmen ''Yeniçeridir'' Denilip Sürülen Tarihçimiz: Şânîzâde

Hayatta bazen yetenekli insanlar şansızlıklar sebebi harcanabiliyor. Ne yazık ki ülkemizde daha çok görülen bu olay, sadece bugün değil eskilerde de böyleydi. 19. yüzyılın önemli bilim insanlarımızdan olan Şânîzâde Mehmed Ataullah Efendi'nin de benzer hikayesine, bir ibret vesikası olması maksadıyla değineceğiz.

Tam olarak bilinmese de 1770 civarında doğduğu tahmin edilen Mehmed Efendi, babasının da etkisiyle ilmiye üzerine eğitim aldı.

Yetenekli ve zeki bir çocuk olduğu ilk yaşlarında görüldü. Medreselerde gerçekten başarılı bir öğrenci kimliği çiziyordu. Arapça ve Farsça'yı bu şekilde öğrendikten sonra Tıp Medresesine devam etti. Onu dikkatini dini bilimler değil, daha çok tıp alanı çekmişti. O da bunun üzerine gitti ve başarılı tahsil hayatının ardından çeşitli medreselerde hocalık yaptı, bazı devlet görevlerinde bulundu.

Şânîzâde Mehmed Efendi, Padişah II. Mahmud'un da dikkatini çekti. Tıp alanında gerçekten iyi eserler kaleme almıştı.

Aynı zamanda Fransızca, İtalyanca ve Rumca da bilen Mehmed Ataullah Efendi, özellikle yabancı dil bilenlere büyük saygı ve sevgi gösteren II. Mahmud'un ilgisine mazhar olmuştu. 1819'da kendisi Vakanüvislik yani resmi devlet tarihçiliği görevine getirdi. Bu görevi esnasında 1808-21 arasındaki tarihi yazdı ki bu eseri bugün dahi gayet mühim ve değerlidir.

Tabii olarak Mehmed Efendi'nin de bürokraside rakipleri vardı. Makam-mevki savaşları, şahsi kıskançlıklarla da körükleniyordu.

1826'da Yeniçeri ocağı tasfiye edilince, padişah özellikle Bektaşilerin de peşine düştü. Zira Hacı Bektaşi'yi üstatları sayan Yeniçeriler de Beştaşiydi ve ocağa dair her şeyi tarihe karıştırmak isteyen II. Mahmud, bütün izleri silmek istiyordu. Tam bu sırada Şânîzâde Mehmed Efendi'ye de Bektaşi Tekkesi mensubu olduğu iddiaları atıldı. Mehmed Efendi'nin kendini savunması çok zordu. Zira gerçekten gergin bir hava ortama hakimdi. Yeniçerilerle ilişkisi olabilir endişesiyle Tire'ye sürgün edildi. 

Oysa, yazdığı eserinde ocağın kötü yanlarını eleştirmekle beraber, kitapta bir Yeniçeri isyanından bahsettiği bölümde ''Yeniçeri Ağası olacak yadigar'' ifadelerini kullanıyordu. Yadigar o dönemde veled-i zina, yani babası belirsiz  demekti. Bunlar acaba unutuldu mu?

Netice itibarıyla Tire'deki sürgün günleri çok gergin geçen, her gün bir ölüm haberini bekleyen Şânîzâde Mehmed Efendi, bir manada harcanmıştı.

Birçok yabancı dil bilen, hekim ve aynı zamanda bir tarihçi olan bu devlet adamı, görülen o ki kim vurduya gitmişti. Sürgünü de çok uzun sürmedi. II. Mahmud kendini affetmeye karar verdi, belki de her şey tersine döndürülüp Şânîzâde'nin itibarı iade edilecekti. Fakat kendisine haber getiren ulağın, ölüm emriyle geldiğini zanneden Mehmed Efendi, zaten bir süredir gergin ve vehimli olduğundan bir anda kriz geçirdi ve bayıldı. Aniden üzerine çöken bu inmeye kalbi dayanamadı ve 5 Ağustos 1826'da hayata veda etti.

Günümüzde Tire'de adı hala cadde ismi olarak yaşatılmakta ve kendisi için temsili bir anıt da bulunmaktadır.

Popüler İçerikler

Mehmet Şimşek Meclis’te Sunum Yaptı: “Ülkemizde Vergi Yükü Yüksek Değil”
Fernando Muslera, Jose Mourinho'yu Hedef Aldı: "İstemiyorsa Gidebilir"
Cumhurbaşkanı Erdoğan, Atatürk Karşıtlarına Mesaj Yolladı: "10 Yıl Daha Yaşasa Bambaşka Olurdu"
YORUMLAR
12.01.2019

rüşvet ve iltimas çok suhtenin hayatını kararttı. bu toprakların kaderi. bunlar gitti, meydan cincilere üfürükçülere kaldı.

SEN DE YORUMUNU PAYLAŞ