Bir panikle geçmiş referanslarına koşsanda terkedilmiş, yağmalanmış ölü bir şehirle karşılaşacaksın.
Şimdi başlayacağın yeni oyunda belki de tanıdığın kimse yok, yalnızlığınla barışmanın seni bu noktaya hazırlamak için olduğunu yeni yeni anlıyorsun.
Yalnızlık demenin insansızlık değil, seni bugüne kadar getiren deneyimlerinden ayrışmak olduğunu, geçmişsiz bir varlık olarak bugün burada durmak olduğunu anlıyorsun.
Geçmiş referanslarının gücü olmadığı için, geçmişinden konuşan insanların da bir ehemmiyeti yok burada.
Sadece sen ve senin gördüğün bir “dünya”..
geçilecek bir kapı bile yok, o eşikten çoktan geçilmiş gerisi tüm hafızalarda silinmiş.
Artık buradasın.
Yeni oyun.
Oyuna başlamak için elinde sadece bir iki basit done var.
Kendin ve bilmediğini kabul ettiğinin bilgisi, başka hiçbirşey yok.
Rehberin de, izin verenin akıl danıştığın da, yargılayanın, sırdaşın da kendinsin.
Yalnızsın.
Yaptığın ve olduğun her anda, halde yalnızsın.
Bu yalnızlık ağzına kadar seninle dolu. Şimdiye kadar işleyip ayıkladığın kendinle dolu.
Takip edeceğin, güveneceğin tek kişi sensin. Kaldı ki “güven” senin için bir konu/geçerli bir kelime değil bu düzlemde…
Bu bir lanet değil, hediye.
Burası tüm parçalarını geçmişten toparlamış, tam ve bütün olmuş insan varlığının kendine nefes alıp kendine nefes verdiği, nefes aldıkça genişlediği ve baktığı yere yaşam akıttığı yer.
Deneyimi sürüklenerek değil, seçerek yaşadığı, eski dünyanın duygusuzluk diye adlandırabileceği yeni dünyanın duygu üstadı olarak çağıracağı hal.
Buradasın.
Geçmişe dönüp kendini o yıkıntıların arasında arama.
Hep arzuladığın, ne olduğunu bilmediğin, kimsenin tarifleyemediği çoğunun ulaşmadığı o yerdesin.
Romantik tüm anlatımlardan uzak, kelimelerin dışında seyreden, boğmayan, yüceltmeyen, tartışılmayan o yer…