Yemek Yemeyi Neden Çok Seviyoruz?

İştahlı insanlarla ilgili hep olumlu şeyler söylenir, ben de iştahlı kişileri severim. Onlar dürüsttür, pozitif enerjiye sahiptir ve neşelidir. Bu sözüm, neyi ve ne kadar yiyeceğini bilenler için. Genelde sağlıklı insan yemek yemeyi sever. Bu sevgi tutkuya dönüşmeye başladığında vücudumuz tepkisini şişmanlık ve hastalık olarak gösterir.

Peki, yemek yemeyi neden bu kadar çok seviyoruz? Yemeği tattığımızda beynimizde neler oluyor? Dil ve beyin ilişkisine başka hangi faktörler ekleniyor?

Yeni yılda kendine zayıflama sözü verenler bu yazıyı iyi okusun!

Yemek, hayatta kalmamız için gerekli bir ihtiyaçtır. Ancak, yemek sadece vücudumuzu beslemekle kalmaz, aynı zamanda ruhumuzu da doyurur. Yemek yemek, bize lezzet, keyif, mutluluk, rahatlama, sosyallik, kültür ve kimlik gibi pek çok duygu ve anlam sunar. Yemeyi neden çok sevdiğimizi anlamak için, yemeğin nasıl bir duyusal ve bilişsel deneyim olduğunu ve bunun neden bazen gerçekliği yansıtmadığını inceleyelim.

Hangisi daha lezzetli?

Arkadaşlarınız veya yakınlarınızla şöyle bir deney yapın: Çok tükettiğiniz bir gıda veya içeceği, iki ayrı seferde farklı şekilde sunun. Çay, kahve veya maden suyunu… Sunumu ayrı müzik ortamında, farklı bir fincan veya tabakta veya kapalı veya açık manzara eşliğinde tattırın. Farklı bir ürün olarak algılayacaktır. Eğer ciddi bir gurme damağına sahip değilse, mutlaka aynı ürün olduğunu anlamayacaktır.

Bir arkadaşıma sordum: Hayatın boyunca içtiğin en lezzetli kahve hangisiydi? Kız istemeye gitmişler, orada ikram edilen kahvenin tadını hayatı boyunca unutamayacağını vurguladı. Peki, onca kahve zincirleri boşuna mı, bütün köşeleri tutmuş?

Demek ki ortamın, duyguların, beklentilerin ve sözlerin dilimizdeki tat reseptörlerini bastıran bambaşka etkileri var.

Bu konuda bilimsel araştırmalar bize şunu söylüyor: Bu fincan kahveyi vücudumuzdaki reseptörler algılıyor, daha sonra bu bilgi beynimizde aktif nöronlara dönüştürülüyor.  Işığın dalga boyları renklere dönüştürüldüğü gibi. Sıvıdaki moleküller ağzımdaki reseptörler tarafından tespit ediliyor. Beş temel tattan biri olarak kategorize ediliyor. Bu tuzlu, ekşi, acı, tatlı ve umami. Havadaki moleküller burundaki reseptörler tarafından tespit ediliyor ve kokulara dönüştürülüyor.

Daha bitmedi... Ve dokunma, sıcaklık, ses ve daha fazlası da devreye giriyor. Tüm bu bilgiler dildeki reseptörler tarafından tespit ediliyor. Beynimizdeki nöronlar arasında sinyallere dönüştürülüyor. Daha sonra bir araya getirilen ve entegre edilen bilgileri beyin böyle tanımlıyor. Siz sadece bir fincan kahve içiyorsunuz ve beğeniyorsunuz. Arkadaki işlem karmaşık ve inanılmaz.

Yarım saniyede

Benim 50 saniyede anlattığım bu sürecin tamamı yarım saniyede gerçekleşiyor?

Bütün bu süreci bilinçli olarak mı yapıyoruz? Hayır…  Belki de Boğaziçi’nde bir arkadaşımızla içtiğimiz çaya avuç dolusu para verip, umursamadığımız anların arka planında işte bu gerçek vardır.

Biraz daha açarsak: Örneğin, bir yemeği daha lezzetli bulmamızın nedeni, sadece yemeğin gerçekten lezzetli olması değil, aynı zamanda ödediğimiz fiyatın, sunumunun, markasının, popülerliğinin, özgünlüğünün, bizce uygunluğunun, bize sağladığı faydaların, vb. etkisi olabilir. Ya da bir yemeği daha az lezzetli bulmamızın nedeni, sadece yemeğin gerçekten lezzetli olmaması değil, aynı zamanda zararlı olduğunu, bize uygun olmadığını, çevremize zarar verdiğini, bizce etik olmadığını, sıkıcı geldiğini, vb. düşünmemiz olabilir.

İnsanlar bilinçli olarak deneyimlediğimiz şeyi düşünme eğilimindedir. O zaman gerçekliğin mutlak gerçek bir yansıması olmalıdır. Bu bilinçli deneyim, bu gerçekliği gerçekten hiç yansıtmıyor. Belki de hayattan tat almak için bu bilincin yemek yeme sırasında devre dışı kalması ayrı bir nimettir.

Yemek ve dil

Göz görmez beyin görür, derler. Doğrudur. Dil tatmaz, beyin tadar! Yemek, sadece dilimizdeki lezzet algılamasıyla sınırlı değildir. Beynimiz, duyularımızın karmaşıklığını anlamak ve gerçekten neden bazı tatları sevdiğimizi keşfetmek için çeşitli teknikler kullanır. Önyargılarımızın, özellikle gıda endüstrisinde, deneyimlerimizi nasıl etkilediğini anlamak önemlidir.

Maalesef hepimizin ön yargıları var. En başta da yemek konusunda. O nedenle; bir anne yemeğinin, bir sevgilinin elinden sunulan yemeğin, şık bir restorandaki yemeğin, bir kutlama yemeğinin zihnimizde bu kadar güçlü ön yargılara sahiptir.

Michelin Listesini yeniden yazmak

Aklıma “Michelin Listesi”ni hazırlayan gurmeler geldi. Onlar, bir EEG taraması ve analizi ile yemeklere puan verselerdi, liste değişir miydi? Böyle bir sistem, lezzet değerlendirmelerinde daha objektif ve detaylı bir yaklaşım getirilebilir mi?

Bu durum, yemeklerin sadece sübjektif damak tadına dayanmaktan ziyade, beyin aktivitesi ve duygusal tepkilerle desteklenen bir değerlendirme ile sonuçlanabilirdi.

Eğer böyle bir tarama ve analiz yapılsaydı; bu, yemeklerin tüketicinin beyin aktivitesini nasıl etkilediğini anlama konusunda daha derinlemesine bir bakış sağlayabilirdi.

Herkesin beyin yapısı farklı olduğu için, bir yemeğe olan tepkiler de farklı olabilir. Bu, Michelin Listesinde daha geniş bir yelpazede çeşitlilik oluşturabilirdi.

Gurmeler, bir yemeğin tüketici üzerindeki duygusal etkilerini daha iyi anlayarak, Michelin değerlendirmelerine bu duygusal boyutu dahil edebilirdi. Bu, yemeğin sadece tat açısından değil, aynı zamanda deneyim açısından da değerlendirilmesini sağlardı.

EEG tarama ile elde edilen daha kapsamlı veriler, restoranların müşteri memnuniyetini artırmak için daha iyi bir anlayış geliştirmelerine yardımcı olabilirdi. Ancak o zaman bu listeleri biz keyifle incelemezdik, gurmelere de gerek kalmazdı.

Yemek, yemekten öte bir şeydir

Ancak, tüm bu avantajların yanında, teknolojik yöntemlerin geleneksel gurme deneyimini tamamen değiştirmemesi gerektiğini unutmamak önemlidir. Lezzet, sanat ve deneyim kavramları, sadece bilimsel bir perspektiften değil, aynı zamanda duygu ve kültürel bağlam içinde de değerlendirilmelidir. Hele yapay zeka ile birlikte bu sürecin nasıl değişeceğini ben de merak ediyorum.

Sonuçta, yemeyi çok sevmemizin nedeni, yemeğin bize sunduğu pek çok fayda ve anlamdır. Yemek, sadece bir ihtiyaç değil, aynı zamanda bir zevk, bir sanat, bir kültür, bir kimlik, bir tutku, bir yaşam tarzıdır. Yemek, hayatımızı zenginleştirir, renklendirir, güzelleştirir. Yemek, bizi biz yapan şeydir.

Yeni yılda ağzınızın tadı bozulmasın, nice mutlu yıllara!

Linkedln

Facebook

X

Instagram

Bu makalede öne sürülen fikir ve yaklaşımlar tamamıyla yazarlarının özgün düşünceleridir ve Onedio'nun editöryal politikasını yansıtmayabilir. ©Onedio

Popüler İçerikler

Kasımpaşa’nın 18 Yaşındaki Futbolcusu Yasin Özcan 8 Milyon Euro’ya Aston Villa’ya Transfer Oluyor
Ali Koç, Fenerbahçe Tesislerinde Sıkıyönetim İlan Etti
Sosyal Medyada Süren Öğretmenlik Tartışması: Az Çalışıp Çok mu Maaş Alıyorlar?