Yelda Cumalıoğlu Yazio: Ölümsüz Bir Fahişe

“It’s better to burn out than to fade away” der Neil Young, “My My Hey Hey” adlı şarkısında... 'Yanmak, kaybolup gitmekten daha iyidir!'

İşte tam da bu parçayı dinlerken aklıma bir soru takıldı. Bir fahişe olsan ve yirmi üç yaşında dünyaya gözlerini kapasan unutulup yok olmak mı istersin yoksa “elit bir fahişe” olarak yüzyıllara taşınıp, ilhamınla yapılan eserlerle ölümsüzleşmek mi?

Marie Duplessis, 1824’ün ocak ayında doğduğunda kitaplarla, filmlerle, tiyatro ve operalarla klasikleşecek bir ilham perisinin varlığından henüz hiç kimse haberdar değildi.

Hoş bilecek olsalar özellikle babası Marie’ye daha özenle davranacak, küçük yaşta erkeklere satmayıp fahişe olmasının önüne geçerek edebiyat ve sanat tarihinin akışını değiştirecekti belki de.

Marie 15 yaşında Paris’te bir mağazada çalışırken erkeklerin şehvetiyle örselenen çocuk bedeninde gizlediği kırgın kalbinin, zaman içinde intikam ateşiyle kavrulduğunu hisseder. Onurundan çalan her erkeği aşkla yaralar Marie... Onunla bir gece için birlikte olan erkeklerin vazgeçilmezi olur. Unutulmaz ve elde edilemez bir hedefe dönüşür. Uğruna düellolar yapılır, acılar çekilir.

Marie sadece genç ve güzel bir kız değil, tutkulu, zeki ve yeteneklidir de. Henüz okuma yazma bile bilmiyorken sosyete, edebiyat ve sanat dünyasında fark edilir olmayı başarır. Cemiyetin soylu erkeklerini dişiliğiyle baştan çıkarır, parlak fikirleri, düş gücü ve sınırsızlığıyla büyüler etrafındakileri. Müzik dehası Franz Liszt de Marie’nin efsununa kapılmış sanatçılardan sadece biridir...

Kader o ki, bu kanatsız ilham perisi koruyamadığı bedenine karşılık erkeklerden sakındığı kalbini sonunda kafesinden çıkarır bir gün... Bu kez kendi de sevmeyi dener. Hem de tutkuyla ve yanmak pahasına...

Monte Cristo Kontu, Üç Silahşorlar ve Demir Maskeli Adam kitaplarının yazarı Alexandre Dumas’nın gayrimeşru oğlu Alexandre Dumas Fils, Marie’den iki yaş küçüktür, üstelik soylu müşterileri kadar varlıklı da değildir.

Güzel Marie’nin, kirli geçmişini temize çektiği eşsiz bir aşk hikâyesi olmuştur bu... Ta ki o güne kadar... Marie’nin artık ruhuna sirayet etmiş fahişelik güdüsü yeniden hortladığında ve çaresiz âşık Alexandre Dumas Fils, çektiği ıstırabı dindirebilmek için göze göz, dişe diş bir tutku mücadelesine girişip Marie’yi başka bir kadınla aldatmaya kalktığında her şey sonlanır... Ortalık yangın yeridir artık. İkisi de kırgın, ikisi de yaralı ve birbirlerine hâlâ deliler gibi âşık...

Oysa Alexandre Dumas Fils, babasının itibarını lekelemek pahasına bir fahişeye âşık olmaktan çekinmemiş, ikiyüzlü soylulara karşı direnmeyi göze almıştı. Polislerin sürükleyerek götürdüğü bir fahişeye rast gelmişti günün birinde. Zavallı kadın iki yaşındaki bebeğinden ayrılmamak için gözyaşı döküp kendini hırpalıyordu. İşte o gün bu genç adam, bir kadına karşı asla önyargılı olmamak gerektiğini anlamıştı. Belki de bu yüzden Marie’nin aşkına ikna olması uzun sürmemişti.

Buna rağmen aşklarının bir hiç uğruna tükenmesi ne büyük haksızlıktı. Hayata, yazgıya ve en çok da Marie’yi sevmekten vazgeçmeyen kalbine küsen Alexandre Dumas Fils, Paris’i terk edip İspanya’ya yerleşti sonra. Marie de toparlanamadı bir daha ve sevdiği adamın gidişiyle üzüntüye boğuldu. Duyduğu derin özlem, onu hasta etti. Kont Perregaux’nun evlilik teklifini kabul etse de, günbegün erimeye devam etti.

Hiçbir servet ve hiçbir erkek, aşkın yerini tutamaz.

Marie’nin ilerleyen hastalığı, kocasının onu terk etmesine neden olur. Giderek yalnızlaşan Marie, artık mücevherlerini satarak geçimini sağlamaktadır. Yirmi üç yaşında öldüğünde, elliye yakın şık kostüm, yirmi iki şapka, düzinelerce eldiven ve yaralı kalbinin mirası olarak sayısız kamelyalar bırakır ardında. Hepsi kurumuş...

Sonrasında Alexandre Dumas Fils, sevdiği kadının yaşamöyküsünü kaleme alır ve Kamelyalı Kadın’ı yazıp sahneye koyar. Baba Dumas da gelir oyunu izlemeye. Oğluna hâlâ kızgın, yeteneğine de güvensizdir. Oyun sonunda duvarları yıkarcasına yükselen alkış sesleri, baba Dumas’yı şaşırtır. Eserde katkısının olduğunu açıklayarak sözde oğlunu bu alanda desteklediğini söyler. Alexandre Dumas Fils ise yirmi dört yaşında ünlü bir yazardır artık. İsmi tarih sahnesinden silinmeyecektir bir daha.

Kamelyalı Kadın’ın edebi değeri çokça tartışılsa da Verdi’nin La Traviata isimli operasına da ilham olmuştur. Kamelyalı Kadın artık bir klasik eserdir.

Marie Duplessis’in mezarı ise bugün bile her ölüm yıldönümünde kamelyalarla dolup taşar.

İnsan, ateşin varlığını arkasında bıraktığı küllerden anlarmış ya... Marie’nin ardında bıraktıklarını sorgulamadan edemiyor insan. Yirmi üç yaşında hayata gözlerini yuman bir fahişenin sanat tarihinde klasik eserlerle ölümsüzleşen anısına ne demeli o halde? Bu yazgı, Marie için bir ödül mü sayılırdı yoksa laneti mi?

Aşk ne yüce bir kudrettir ki bir fahişeden, kanatsız bir ilham perisi yaratabilir. Sonsuz bir varoluşla yok oluş arasındaki ölümsüz anlam... Yanmakla yok olmak arasında duran, kıvılcım büyüklüğündeki fark...

AŞK BAZEN ÖDÜL MÜDÜR, LANET Mİ?

Aşk ne yüce bir kudrettir ki bir fahişeden kanatsız bir ilham perisi yaratabilir...

Popüler İçerikler

Galatasaray'ın Yıldızı Osimhen İçin Fenerbahçe Napoli ile Temasa Geçti
Narin Güran'ın Babası Arif Güran İlk Mahkeme Sonrası Konuştu: "Kızımı Nevzat Bahtiyar Katletti"
Wanda Nara'nın Icardi'nin Mesajını İfşaladıktan Sonra L-Gante'yle Yaptığı Paylaşım Icardi Fanlarını Kızdırdı!
YORUMLAR
20.10.2020

Sayenizde çok güzel ve anlamlı bir hikaye öğrendik, ellerinize sağlık❤️🌻

20.10.2020

Kısacık bir yaşama sığdırılmış tutkulu bir hikaye...Ebeveynlerin etkisi, önyargı, tutku, aşk ve yaşama dair ne güzel bilgiler var hikayede. Çok güzel bir yazı olmuş, kaleminize sağlık.

20.10.2020

sanat ve edebiyat eserleri arkasında kalan öğrenilesi hikayerlerden birisi tesekkürler.

SEN DE YORUMUNU PAYLAŞ