MÖ 350’li yıllarda “Bütün insanlar doğaları gereği bilmek isterler” derken bilginlerin öğretmeni Aristoteles ve nasıl bildiğimiz konusunda tüm felsefe tarihi boyunca akıl mı, algı mı, duyu mu, sezgi mi, hatırlama mı tartışmaları sürerken günümüz insanının kendinden bu kadar uzaklaşabileceği öngörülemezdi.
Giderek artan teknolojik imkânlara sahip olan yeni dünya insanı dünyayı, evreni, hücrenin yapısını vs. bilim adına anlamaya çalışırken, dünyevi ve kapitalist hazların tuzağında maalesef özünü bilmeyi unuttu ve doğaya karşı geldi. Yeni dünya insanı artık büyük şirketlerin dayattığı gündemle gerçekte ne istediğini, ne olduğunu bilmeden kırmızı çizmeye, glütensiz ekmeğe, o gün mutlaka seyretmesi gereken filme, hissetmesi söylenen duyguya, yapması gereken diyetlere mahkûm oldu. Giderek mutsuzlaşan ve duygularını bile tanımlayamayan, kalbi yağ bağlamış insanoğlu teselliyi şarkıların acıklı sözlerinde, alışverişte, anti-depresanlarda hatta vitaminlerde aramaya başladı. Toplumsal değerler yerini bireyselliğe bırakırken doğal olarak da filozoflar tahtlarını gurulara hatta çok da acı olarak tarikat şeyhlerine devrettiler.
Modern köleler olarak patronla aynı model telefonu kullanıp kendimizi onunla eşit sanmak yetiyor. Gelişen dünyanın, modernitenin çelişkilerini düşünmeye ve sogrulamaya fırsat bırakmamasına inanmakta bir tercih. Sosyoloji okumak bile Giddens, Habermas gibi bir avuç insanın ismini ezberlemekten ibaret. Mesela Daniel Dennett'i bugün sadece bilim adamı sanmak veya 150 yıl önce Marx filozoftu bugün yaşasaydı ekonomistti. Gelişen dünya ile felsefe mi evrildi yoksa her şey sistemin yarattığı insan modeliyle mi ilgili, sorular soruları açıyor. Sistem için içi değersiz boş düşüncelerle oyalamaktansa futbol, magazin, siyaset, geleneksel inançlar ve popüler kültür gibi onların kendisini geliştirip oyalanacağı bir alan yaratmak olması gerekendi. Gelişmiş kategorisine giren toplumlarda yaşayan çoğu insan devletin ve mekanik sistemin kurallarına uyum sağlamaktan başka bir şey yapmıyor. Fonksiyonumuz neyse öyle yaşıyor ve sorgulamak gibi insanı insan yapan bir zenginliği kullanmadan telef oluyoruz.
socrates 2500yil oncesinden demokrasinin temel problemleri konusunda bizi uyarmisti. cogunlugun kararinin her zaman dogru yol olmayacagini soylemisti. idamida bu nedenden oldu, sistemin en temelden kusurunu ortaya koydugu icin. bugun ulke olarak yasadigimiz problemlerin kaynagida bu, kendi hayatlarini duzgun yonetecek vasfa sahip olmayan kitlelerden ulkenin gelecegi konusunda, anayasa hakkinda kararlar almasini bekliyoruz. dolayisiyla o kitleyi en iyi kandiran, onlari en iyi yonlendiren gucu ele gecirip kotuye kullanabiliyor. socrates bunun icin filozof kral tezini ortaya koymustu yani teknokrasi. iktidar isinin ehli o alanda yetkin insanlarin elinde olmali.
İnsanın var olma nedeni felsefe. Tesellisi ise varlığından kalanlar olmalı. Tesellinin de olmadığı noktada yokluk kaçınılmaz.