İSTANBUL (AA) - Yazar ve senarist Tarık Tufan, yazma eyleminin 'egosantrik' bir şey olduğu yorumunu yaparak, 'Yazarlık insanı çok kolayca kibirli birine dönüştürebilir. Sanatın herhangi bir alanında da var. Başka alanlarda da böyledir ama edebiyat ve sanatta daha görünürdür. Kendini bundan korumak doğal olarak bir ahlak meselesi.' dedi
Tufan, gazeteci yazar Samed Karagöz'ün sunduğu, Zeytinburnu Kültür ve Sanat Merkezinde düzenlenen '100 Yüze İmza ve Söyleşi' programına konuk oldu.
Yeni tip koronavirüs (Kovid-19) günlerinden çok etkilendiğini belirten Tufan, 'Dışarıda bir şey oluyor duygusu var. Kaybettiğimiz insanlar oldu. Çok acı bir şey yaşıyoruz gerçekten. Bununla baş etmek de çok zor. Aslında bir taraftan da modern dönemin dünya tasavvuru da buna yol açtı.' değerlendirmesinde bulundu.
Tufan, yazma serüveninin başladığı zamanları anlatarak, 'Radyo programları yaptığım zamanlarda geceler boyu radyoda konuşup, konuştuklarının boşluğa gittiği hissi bende bir eksiklik yaratıyordu. Bu hissi epeyce düşündüm. Program için aldığım notlar vardı hiç şüphesiz. İster istemez daha çok okuyup yazıyorsunuz. Bu duygu bir süre sonra bende daha düzenli yazma ihtiyacına dönüştü. İlk kitabım 'Kekeme Çocuklar Korosu'nu pek çok yazarın muhtemelen yaptığı şeyi yaparak, bir parça otobiyografik olarak yazdım. Yazarların ilk kitaplarının otobiyografik olmasına edebiyat tarihinde çokça rastlayabiliriz. Sinemada da aynı şey var. İnsan anlatıya iyi bildiği yerden başlamak gibi bir ihtiyaç hissediyor.' diye konuştu.
- 'Şanzelize Düğün Salonu' romanının senaryosunu yazıyor
Son olarak 'Kaybolan' romanını okuyucuyla buluşturan ve romanlarında olay örgüsünde İstanbul'a sıkça yer veren yazar, 'Ben İstanbul'u konuşmaya başladığımda gözlerim yaşarır. Bu şehre, şehrin her yanına bu anlamda bütün hücrelerimle nüfuz etmek istiyorum. İstanbul deyince kanım hızlanmaya başlıyor. O yüzden her anlatıda İstanbul'un bir yerine dokunmak istiyorum.' dedi.
'Şanzelize Düğün Salonu' romanının senaryosunu yazmaya başladığını aktaran Tufan, şöyle devam etti:
'Bütün kurmacaların içerisinde hayal edilebilirlik, göz önüne getirilebilirlik duygusunu gözetmeye çalışıyorum. İnsanlar 'Bu da böyle hayal edilmiş' düşüncesiyle okusun istemem. Her şeyi başka bir gerçeklik düzleminde yazıyorum en nihayetinde. Hiç yoktan bir şey anlatmıyorum. Dolayısıyla okurun gözünde canlandırması beni teşvik eden bir şey.'
Tufan, bir anlatıda konuya dahil olan unsurlardan bahsederek, 'Ben ara sıra mezarlıklarda dolaşırım. Bakarım kim yatıyor diye. En nihayetinde biz de oraya gideceğiz. Bir gün Sahrayıcedit Mezarlığı'nda gezerken 'Neşe Sineması Şehitleri' diye bir mezar taşı gördüm. Sonra internetten araştırdığımda 1950'lerin sonunda Küçükyalı'da bulunan Neşe Sineması'nın, yapılışında kolonları kesildiği için Marlon Brando'nun 'Çay Saati' filminin gösterildiği bir gün çöktüğünü öğrendim. Yaklaşık 40 kişi vefat etmiş. Bir mezar ziyaretinde tesadüfen öğrendiğim bu hikaye 'Kaybolan'ın bir yerinde var. Böyle şeyler de oluyor. Romancı için hayatla kurduğu ilişki birden metnin içine bir şekilde dahil oluyor.' ifadelerini kullandı.
- 'Yazarların sorumlu olduğu alanlar var'
Edebiyatta üslubun önemine değinen yazar, şunları kaydetti:
'Sanatın, edebiyatın, anlatının önemli meselelerinden biri 'Biz kötülük meselesini nasıl anlatacağız?' konusudur. Anlattığımızda bu bir teşvik midir yoksa insan doğasında var olan bu eğilimi ifade etmek, bu gerçekliği aynı zamanda anlaşılır kılmak mıdır? Bunlar mutlak cevap verebileceğimiz şeyler değil bence. Yakın zamana kadar 'roman hayatı taklit ediyor' denirdi. Bunu sinemaya da uyarlayabiliriz. Fakat bu üretimler arttıkça bir süre sonra insanlara yeni duygu, düşünüş ve eylem kalıpları sunar. Bunun hiçbir zaman ilk başını anlamak mümkün değil. Yani Stephen King bir okul baskınını kitabında yazmasaydı kimsenin aklına gelmez miydi? Stephen King'in teşvik etmesi midir öngörüsü müdür? Bunu hiçbir zaman bilemeyeceğiz.'
Tarık Tufan, yazarların sorumlu olduğu alanlara dikkati çekerek, 'Ben roman yazıyorum diye 'Dilediğim her şeyi bir tür özgürlükle yazarım' gibi bir şey yok. Anlatınızda, insanın temel değerleriyle ilgili teşvik edici, insanlık suçlarını övücü bir şey yazarak iyi bir şey yapmazsınız. İnsanlık suçlarını anlatabilirsiniz. Bu iş kötülüğü överek olmaz.' yorumunu yaptı.
Yeni eserler için de çalışmaya devam ettiğini aktaran Tufan, şöyle konuştu:
'Yazmak dediğin şey, farklı mesleklerde de olduğu gibi egosantrik bir şey. İnsanın nefsinin, benliğinin öne çıktığı bir şey. Yazarlık insanı çok kolayca kibirli birine dönüştürebilir. Sanatın herhangi bir alanında da var. Başka alanlarda da böyledir ama edebiyat ve sanatta daha görünürdür. Kendini bundan korumak doğal olarak bir ahlak meselesi. İnsanlarla kurduğumuz ilişkide nasıl bir ahlak gözetiyorsak, kelimelerle de kendi hikayemizle de ahlaklı bir ilişki kurmamız gerekiyor.'