Yazar Efe Elmas: “Herkes Kendi Hayatının Seçilmiş Kişisidir”

Birçok insan sembollerle karşılaşır ancak sembollerin altındaki derin anlamları keşfetmek için çok az insan bu yolculuğa çıkar. Araştırmacı Yazar Efe Elmas ise gıda mühendisi kimliğinin ötesine geçti ve sembollerin, mitolojinin ve bilinç dışının gizemli dünyasında bir keşfe çıktı. Bu sıra dışı röportajda, Efe Elmas ile sembollerin insanların hayatlarındaki gücünü, kişisel sembollerin gizli dilini ve daha fazlasını keşfetmek için büyülü bir yolculuğa çıkıyoruz.

- Gıda mühendisi olarak başladığınız kariyerinizden semboller ve mitoloji gibi farklı bir alana nasıl geçiş yaptınız? Bu değişikliği ne ilginç ve önemli kıldı?

Aslında kariyerime semboller ve mitolojiyle başladım :) Gıda mühendisliği yakın çevrem için çok şaşırtıcı oldu. Benim bu konularla ilgili merakım ve okumalarım ortaokul son, lise gibi başladı. İzmir’de Bornova Anadolu Lisesi’nin sayısal bölümünü kazandım ve sayısal olduğu için de her genç gibi mühendislik veya tıp seçmem gerekiyordu altın bilezik olarak. En nihayetinde gıda mühendisliğini kazanıp okudum. Ama kendimi bildim bileli tüm okumalarım dinler tarihi, mitoloji, sembolizm, şamanizm, ezoterizm ve paganizm gibi konulardı. Bir yandan mühendislik çok şey kattı elbette; sistematik düşünmeyi, bilimsel yaklaşımı kazandırdı. Sembolizm ve mitoloji alanında eğitim vermeye geçişim ise dediğiniz gibi oldukça derin bir kırılma anıydı. Kısaca bahsedeyim.

Benim amacım yine gıda mühendisliği alanında akademik kariyerdi. İzmir Yüksek Teknoloji Enstitüsü’nde gıda mühendisliği yüksek lisansını kazandım ve gıda virolojisi alanında çalışma yapmaya başladım. Sıfırdan laboratuvar kurmak ve deneyler yapmak hem çok keyifli ve öğreticiydi hem de çok yorucuydu. Sonra yüzleşmeler başladı ve en nihayetinde “gerçek ben kimim?” diye sordum. Bir kırılma anıyla birlikte akademik kariyeri bıraktım ne yapacağımı bilmeden ve spontane bir şekilde bana söyleşi teklifleri gelmeye başladı. Bunun temel sebeplerinden biri yıllardır okuduklarımı zaten çeşitli dergilerde yazıyor olmamdı. Ve ben kendimi mitoloji, semboller, masallar, rüyalar konusunda eğitimler verirken buldum. Kadim Lisan diye bir oluşum kurdum ve hâlâ daha hem online hem Alsancak-İzmir’deki mekanımda eğitimler vermeye devam ediyorum. Yıllar önce böyle ilginç bir kariyerim olacağı söylenseydi inanmazdım. :)

Labirent ile maze arasındaki farka ilk başta değinmek isterim izninizle. Labirent, tek girişi olan ve tek varışı olan bir semboldür. Bizim içine girip kaybolduğumuz bulmacalara ise “maze” denir. Haliyle labirent, dünyanın hemen hemen bütün coğrafyalarında aynı şekilde kutsal alanlara çizilmiş. Kitapta da labirent simgesi ve mitolojisi üzerinden insan ruhuna bir bakış atmak istedim; hayatın içinde neden kayboluyoruz, kaybolmak var mı; gölgelerimiz, içsel yüzleşmeler gibi. Labirent aslında hayatın ve bilinç dışının sembolü; labirente girmek bilinç dışının derinliklerine girmek anlamına geliyor ve orada hem gölgelerimizi hem de hazinelerimizi keşfediyoruz. Dış dünyada ise hayatın labirentinde kendi otantik kişiliğimize (Jung buna self diyor) bir yolculuk yapıyoruz. Aslında klasik 'kendini bil' felsefesi.

Labirent, en temelde bir ölüm ve yeniden doğuş, bir içe dönüş ve değişim sembolü; kaybolma anlarında bizim aslında kendimize doğru yürüdüğümüzü anlatan kadim bir sembol. Labirent kitabında da hem labirentin tarih boyunca sembolik anlamından bahsediyorum hem de labirent gibi güçlü bir sembolü gündelik hayatta, bilinç dışıyla bağ kurma amacıyla nasıl kullanabileceğimizi anlatıyorum. Labirentin miti olan Theseus ve Ariadne’nin merkezde olduğu mit ve onun sembolik yorumlaması var; genç bir kızın şeytanı hayatına çağırmasıyla başlayan bir masal ve onun sembollerin yorumlanması var. Haliyle bunlarla ilgili olarak, labirent  yürüyüşleri ve seremonileri, hayatta değişim yapmaya dair meditatif çalışmalar, hikayelendirme çalışmaları var. Yani hem teorik hem pratik bir kitap.

Evet, hem Jung hem de antropolojik okumalar çalışmalarımı oldukça etkiledi. Jungian değilim, her kaynaktan besleniyorum. Ama yine de Jung’un arketip kavramı bağlamında ele alıyorum çünkü bu terim birçok şeyi açıklıyor. Jung, Freud’a ek olarak sadece bireysel değil aynı zamanda “kolektif” bir bilinç dışı olduğunu klinik çalışmalarında fark ediyor ve haliyle tüm insanlığın bir ortak bilinç dışı ve ortak bir birikimi olduğunu açıklıyor. Bu ortak bilinç dışındaki bazı semboller, imgeler, örüntüler insanlık tarihi boyunca tekrarlanmış ve zamandan, mekandan ve kültürden bağımsız. İşte bu “evrensel” tarih boyunca tekrarlanmış ve tüm insanların bireysel bilinç dışında ortak şekilde zuhur edebilecek örüntülere “arketip” diyor. Bunların sembolik bir ifadesi var elbette ama arketipler, özellikle mit ve masal gibi anonim sözlü kültür ürünlerinin temelini oluşturuyor. 

Hem rüyalarda hem de mit ve masallarda karşımıza çıkıyor birçok arketip. Haliyle labirentte bir arketip yani evrensel bir sembolik örüntü; çünkü dünyanın bütün coğrafyalarında ortak şekilde var ve arketiplerden oluşan mitleri yorumlayabildiğimizde de evrensel bir bilgeliğe; evrensel bir işleyişe ulaşabilmek mümkün. İşte özellikle labirenti anlarken ve labirentin miti olan Theseus ve Ariadne’nin mitini incelerken Jung ile ilgili yaptığım okumalar ufkumu açtı. Ayrıca gölgelerle yüzleşme, içe dönüş, ölüm ve yeniden doğuş gibi arketipsel süreçlere de kitapta yer verdim.

- Peki labirent sembolizminin ötesinde, kendi hayatınızdaki bir labirent deneyiminizi paylaşabilir misiniz? Bu deneyim sizi nasıl etkiledi ve içsel yolculuğunuzda nasıl bir rol oynadı?

Labirent benim ilk ortaokulda denk geldiğim ve sonra da hep çizdiğim bir sembol. İlk olarak İngilizlerin labirent biçiminde bahçeler yaptığını okumuştum ve okuduğum bilimsel dergi çizmeyi öğretiyordu. Nedensiz bir şekilde bu sembole tutuldum ve her yere çizmeye başladım; sıralarıma, defterlerimin girişine, kitaplarıma… Her yere çizdim. Neden olduğunu o zaman anlamadım… 

Sonra yaptığım okumalarda aslında labirentin “kutsal” bir sembol olduğunu fark ettim ve çok şaşırdım. Bunu öğrendiğimde bu sembolün ve atalarımızın bu sembolle ne anlatmak istediğinin peşine düştüm.  Klasik bilgiler vardı; labirentin bir rahim simgesi olduğu, yeniden doğuş içerdiği gibi. Ama içimden bir ses başka bir gizem de olduğunu söylüyordu. Araştırma yanı sıra çok deneyimim oldu ve çok çarpıcı bir hakikati; bir gizemi fark ettim.

Labirent, hayatın bir prototipi! Hayatta takıldığımız yerlerde de labirentte takılıyoruz ve hayatta kafamızın karıştığı bilinç seviyelerinde de labirentte kafamız karışıyor. Yani labirentte yürüyerek hayatın içinde nerede aksadığımızı anlayabiliyoruz ve merkeze ulaştığımızda ruhumuzun merkezine ulaşıyoruz; kendini bilmeye. Bir parçanı keşfetmeye. Atalarımız, çok büyük bir gizemi aktarmış; hayatın ritmini ve “Kendini bil” felsefesinin sembolünü. Kendi otantik varlığımıza ulaşmanın da sembolü olduğunu anlayınca, ortaokuldan beri bu güne kadar neden her şeye rağmen yüreğimin yolundan vazgeçmediğimi anlayabiliyorum. Her deneyimim; kendime doğru bir adım daha yaklaşmak olduğu için şükrediyorum. Ve bence labirent, beni kendini bilme halinden uzaklaştıran seslere değil, ruhumun sesine, rüyalarıma, sembollere kulak vermeme imkan verdi.  Beni çok defa içsel yüzleşmeye ve hayatın bütününü görme konusunda farkındalık kattı.

Düşünsenize küçük yaşlarda bir derginin köşesindeki küçücük bir alanda labirentin nasıl çizileceğini öğreniyorsunuz. Çizmeyi öğrendiğiniz sembolün, yıllar yıllar sonra eğitimini verirken kendinizi buluyorsunuz ve ondan da yıllar sonra kitabını çıkarmış oluyorsunuz. İşte kitap bu araştırmalarımın, okumalarımın, deneyimlerimin bir sonucu.

Özellikle Antik Yunan harici Antik Mısır ilgimi çeken bir uygarlık ve mitolojisine aşinayım. Ama Maya, Sümer, Babil, Nordik, Voodoo mitleri de inceledim ve okudum. Bir yerden sonra anlatımların altındaki ortak örüntüleri görmeye başlıyorsunuz. 

Özellikle yaratılış mitlerini çok severim. En sevdiğim ise primordial bir sembol olan ilk okyanus; sonsuz okyanus veya abyss olarak geçen boşluk. Oradan yükselen yumurta veya o boşlukta yer alan yılan… Bunlar yaratımın ilk tohumlarının sembolik ifadeleri. Bu sembolleri masallarda da görüyoruz ve bazen rüyalarımızda da ortaya çıkıyorlar. O zaman yaratılışın kaynağıyla veya kendi varlığımızın en özüyle temasta olduğumuz anlamını taşıyor. 

Çizili olarak ise labirent dışında, beş köşeli yıldızı yani pentagram sembolünü çok severim. Beş elementi (ateş, hava, su toprak ve ruhu) temsil eder. Oldukça derin ve kadim bir sembol o da.

Maalesef çok fazla zorluk var; bunun sebebi ise toplumumuzun yozlaşmış olması ve sağlıklı ve huzurlu bir ortamda yetişmiyor oluşumuz. Yaşadığımız acılar, kalbimizde açılan yaralar, maruz kaldıklarımız zaten ideal bir ortamda büyümememizden kaynaklanıyor. Bunun yanı sıra çocukluğumuzdan beri “kim olduğumuzla” ilgili şablonlara sokuluyoruz; ebeveynler, öğretmenler, komşular, arkadaşlar, toplum… Sürekli “şöyle giyin, şöyle düşün, şuna inan, şu ol, şu mesleği seç” sesleriyle büyüyoruz. Ve bu sesler de ana akım medya ve sosyal medyayla da devam ediyor. “Şöyle beslen, şunlar gibi konuş, bunlar gibi para kazan” vs. Maalesef kişisel gelişim alanında da bu dayatmalar ve  mutlak “doğrular” var ve biz yaprak gibi savrulabiliyoruz. Yetersizlik hissettiren söylemler, bizi aşağı çekiyor. 

Benim önerim tüm seslere kulağımızı kapatmak değil tabi ama en azından ayırdında olmak ve “gerçekten bu ben miyim?” veya “buna ihtiyacım var mı?” diye sormak ve kendini keşiften keyif almak. Çünkü biz doğduğumuz anda kim olduğumuzu biliyoruz. Kendimiz olarak doğuyoruz elbette. Zamanla ondan uzaklaşıyoruz. Ama otantik varlığımız, bizim özümüz olduğu için, bilinç dışı sürekli kendin olmaya doğru bizi yönlendiriyor. Rüyalar, mitler, masallar, semboller, eşzamanlılıklar ve her tür işaretler bizi kendimizi keşfe doğru yönlendiriyor; zorluklarla mücadele için benim naçizane deneyimim, bize gelen mesajlara kulak vermenin haliyle bilinç dışıyla sıkı bir iletişimde olmanın çok önemli olduğu yönünde.

- Sembollerin ve mitolojinin insanlar üzerindeki psikolojik etkileri hakkında neler söylersiniz? Bu etkiler, insanların günlük yaşamlarında nasıl görülebilir?

Aslında mitler, evrensel kanunlar yanı sıra zaten gündelik yaşamdaki ruh hallerinin, insan doğasının yasalarını içeriyor. Yani mitlerde insana dair her şeyi görmek mümkün. Elbette mitlerin dili sembolik ve sembolleri anlarsak miti, miti anlarsak da hem evrenin hem insanın kanunlarını anlayabiliriz. Bunun tam tersi de geçerli bu yüzden. Sembollerin dili, Fromm’un, Jung’un, Campbell’in ortaya koyduğu üzere evrensel bir dildir. Haliyle bilinç dışının dili de semboliktir. Bu noktada bir mit veya masal dinlediğimizde veya altında mitik örüntüler içeren güçlü bir edebi eser, bir sanat eseri veya filme maruz kaldığımızda, bilincimiz anlamasa da bilinç dışı oradaki sembolleri algılıyor ve bizi dönüştürmeye başlıyor. Ben çok defa bir mit veya masal ile kendi içimde bastırdığım birçok duyguyla yüzleştim. Hayatımda “kim olduğumu” anlamaya çalıştığım sıkıntılı dönemlerde, bir miti masalı yorumlayabilmek, bana yol haritası oldu.

Bu tarz anlatılar ve semboller bizi değiştiriyor. Sadece bilinç dışı olarak değil, bilinçli olarak da zaten bizi etkiliyor ve derin düşüncelere daldırıyor. Mesela Labirent kitabımda da bu yüzden Minator’un ve labirentin merkezde olduğu Theseus ve Ariadne mitini yorumladım. Mesela bu mit, gölgelerimizi keşfetmek, kendimizi bulmak ve içsel dişil ve eril kimliklerimizi anlamak için kritik. Veya hayatına şeytanı çağıran kızın masalına yer verdim ki bu masalın sembolik yorumlaması da, kendi içsel kutsallığımızı, kendimize sevgiyi, kendimize saygıyı kaybettiğimizde ve hayatımıza “şeytanlar” girdiğinde nasıl ölür ve daha güçlü olarak kendimizi yeniden doğurur buna değindim. 

Şahsi olarak da birçok başka örneğim var. Yargılandığım bir dönemde kendimi olduğum gibi kabul etme konusunda, ayı derisi ile dolaşan bir adamın masalı bana şifa olmuştu. İçsel anlamda kendimi tıkanık hissettiğim bir zamanda Keloğlan’ın yeraltının yedi kat aşağısına indiği bir masal beni dönüştürmüştü. Kendi ruhumun derinliklerini merak ettiğimde ve ölmek ve yeniden doğmak zorunda olduğum bir süreçte İnanna’nın yeraltına iniş miti bana yol göstermişti… Bunlar uzun sohbet konuları elbette. Ama masal ve mit yorumlamak, semboller, bizim hikayemizi anlatıyor.

Evet. Bu benim yaşam tarzım. Hayat yolculuğunda kaybolduğumuzu düşünsek de hayatın içinde bazı semboller bize kendimiz olmaya dair yol gösteriyor. Bu işaretler aslında cevabın nerede olduğunu, o ilişkinin bize iyi gelip gelmeyeceğini, hayatımızdaki sıkkın olduğumuz konunun kökünde ne olduğunu, özellikle yol kavşaklarında hangi yolu seçmemizin bizim için bir 'fırsat' olduğunu bize gösteriyor. Bunlar bilinç dışının dışarıya projekte ettiği semboller bana göre ve bunları takip ederek anlayabiliyoruz. Carl Gustav Jung’da özellikle bunun üzerinde durur. Ama her daim bunlara kulak vermiyoruz; köklü değişimler korkutucudur. Haliyle son ana kadar bize iyi gelmeyen kişileri, işi, ilişkiyi, fikri, inancı, öğretiyi ve hatta okumaktan çok sıkıldığımız kitabı bile hayatımızda tutuyoruz. :) Bilinç dışı her şeyin farkında; sezgisel ve bize iyi gelmeyen veya iyi gelen şeylerin farkına varmamızı sağlıyor. Eğer bilinç dışına bastırdığımız şeyler varsa, acılar, yaralar, duygular, meraklar; bunlar da yine semboller aracılığıyla gün yüzüne çıkıyor. 

Bu iletişimi birçok farklı şekilde algılıyorum; öncelikle rüyalar. Rüyalar bireysel mitlerdir der Karl Abraham ve Campbell. Haliyle rüyalarımı yorumluyorum ve bilinç dışıma kulak veriyorum. Onun dışında Jung’un eşzamanlılık dediği, tasavvufta tevafuk denen kavramı çok deneyimledim. Bu tesadüf gibi gözüken ama doğru zamanda bize evrenin göz kırpışları gibi mesaj veren sembolleri de takip ediyorum ve mit, masal, sembol ve bu tarz uğraşlarla da bilinç dışımla bilincim arasında köprü kurarak, ruhuma ve bilinç dışıma kulak veriyorum. Siz onu dinledikçe, onun sesini daha net duymaya başlıyorsunuz zamanla zaten.

- Sembolizm ve mitoloji, sanat, edebiyat veya psikoloji gibi diğer disiplinlerle nasıl entegre edilebilir? Bu entegrasyonun kişisel veya toplumsal açıdan önemi nedir sizce?

Mitoloji ve sembolizm bilmek, insanlık tarihindeki birçok edebi eserin ve sanatın altında belki yazar veya sanatçının dahi farkında olmadığı örüntüleri anlama konusunda yardımcı oldu bana. 

Joseph Campbell mitlerin olası örüntülerini The Hero with a Thousand Faces isimli bir kitapla tüm dünyaya duyurdu. Türkçeye Kahramanın Sonsuz Yolculuğu olarak çevrildi. Hepimiz o kahramanız aslında. 

Ama Hollywood maalesef bunu “The Choosen one” yani “seçilmiş kişi” olarak çarpıtarak sanki tüm dünyayı bir kişi kurtaracakmış gibi bir İsa Mesih ideolojisine dönüştürdü ve bu da aslında kahraman kompleksi yani mesih kompleksini tetikledi. Bu doğru değil. Şu anki dünyaya bakın; dünya herkesin kendi çevresinde dönüyor ve ne dayanışma, ne birlik beraberlik, ne de şefkat ve sevgi var. “BEN” diyerek yıkan dostlar, arkadaşlar, iş arkadaşları, ilişkiler var… 

Aslında herkes sadece “kendi hayatının” seçilmiş kişisi, başkalarının hayatının değil ve bunun farkındalığı dayanışmaya teşvik etmeli. Ancak dayanışma ve birlik-beraberlik, anlayış ve şefkat bizi hayatta tutar. Bunu elbette ben demiyorum; antropolojik çalışmalar Homo Erectus dahil Homo Sapiens’e kadar 1,6 milyon yıl dayanışmayla hayatta kaldığımızı ortaya koyuyor; “sadece ben varım” diyerek değil. İşte bu noktada bir mit, masal gibi güçlü sembolik anlatı en temelde topluluk oluşturur ve biz birbirimize sembollerle bağlar. 

Burada mitin sembolün, toplum açısından önemini görebiliriz. Çok güçlüdürler. Bir mit veya masal üzerine inşa edilen filmler, sanat eserleri, edebi eserler insana aşina gelir ve bilinç dışında ciddi etki bırakır. Haliyle mit dediğimiz şey sanat sanat, edebiyat, psikoloji ve hatta jeoloji, mühendislik, biyoloji, fizik gibi disiplinlerle iç içedir. Mesela jeomitoloji diye bir alan var; halkların mitlerinden binlerce yıl önceki jeolojik yapılar anlaşılabiliyor.

Burada Hollywood’daki bazı yapımlar gibi kitleleri etkilemek ve bir algı değişikliği yaratmak için de kullanabilirsiniz veya tam tersi o içten akan ilhamla harmanlanmış mitik örüntü (çoğu yüksek sanatçı bilerek yapmaz, kolektif bilinç dışı sebebiyle ilhamla içinden doğurur) şifa da verebilir ve toplumları da dönüştürebilir.

Mesela Kieślowski’nin Dekalog serisi, Pan’ın Labirenti filmi, Dali’nin rüyalarıyla çizdiği resimler, Borges’in hikayeleri (benim çok sevdiğim “Asterion’un Evi”), Picasso’nun çizimleri, Pan’ı temel alan Parfümün Dansı romanı, Boticelli’nin Venüs’ün doğuşu portresi… Örnekleri arttırmak elbette mümkün. Bunlar insan ruhuna dokunan, bazen tüyleri diken diken eden ve insanı dönüştüren, toplumu daha yüksek bir bilinç seviyesine çıkaran güçlü eserler. Haliyle mit ve sembol sanki eski veya gizemli, bir zümrenin elinde tuttuğu bir bilgi gibi gözükse de öyle değil; toplumumuzun temelinde hâlâ var. Niyetimiz bunun şifa ve dönüştürücü, aydınlatıcı olması yönünde; kitleleri yozlaştıracak şekilde yönlendirici değil.

Bence önemli olan bizde yarattığı hissin farkına varmak. Aynı şekilde de kullanılabilir veya kişiselleştirilebilir de; sadece kontrol etmemiz gereken “bize iyi gelip gelmediğine” göz atmak. Mesela bu konuda geçen bir atölyede sohbeti geçti; dövme konusunu önemsiyorum. Bence insan kendini temsil ettiğini düşündüğü sembolleri dövme yapmalı; arkaik geleneklerde dövme ancak ruhumuzda var olmasını istediğimiz semboller için yapılırdı yani ritüelistikti. Bu inanç yaşamasa da bilinç dışı onları biliyor. Elbette anlam yüklemediğimiz, alelade kullandığımız sembollerin yeterli bir gücü de yoktur.

Evet üç tane kitap projesi var. Bir tanesi Labirent kitabının devamı. Maalesef sayfa sayıları çok olduğu için bölmek zorunda kaldık. Ayrıca iki tane de mitoloji kitabı yolda. Bunlardan biri Tanrıça arketipleriyle ilgili; anaerkil dönem ve ataerkil dönem arasındaki çatışmayı temel alıyor. Yayıneviyle görüşmeler devam ediyor.  Üçüncüsü ise mitolojik bir figür, o da sürpriz olsun. Yavaş yavaş hepsi çıkacak. 

Ayrıca bu güzel röportaj için çok teşekkür ederim, çok emek vermişsiniz yüreğinize sağlık. Sorular da harika… Başarılar dilerim.

Röportaj: Hande İpekgil

Instagram 

Threads

X

Bu makalede öne sürülen fikir ve yaklaşımlar tamamıyla yazarlarının özgün düşünceleridir ve Onedio'nun editöryal politikasını yansıtmayabilir. ©Onedio

Popüler İçerikler

Ayliz Duman Çok Sade Kaldı: Miss Universe 2024'te Gelmiş Geçmiş En Çarpıcı Ulusal Kostümler Giyildi!
TikTok Fenomenleri Çağla ve Cansu Arasında ‘Erkek’ Kavgası Çıktı: Cansu, Çağla’yı Silahla Vurdu
Teğmen Ebru Eroğlu İle İlgili Skandal Karar: Küfür ve Taciz İfade Özgürlüğü Sayıldı