Mitoloji ve sembolizm bilmek, insanlık tarihindeki birçok edebi eserin ve sanatın altında belki yazar veya sanatçının dahi farkında olmadığı örüntüleri anlama konusunda yardımcı oldu bana.
Joseph Campbell mitlerin olası örüntülerini The Hero with a Thousand Faces isimli bir kitapla tüm dünyaya duyurdu. Türkçeye Kahramanın Sonsuz Yolculuğu olarak çevrildi. Hepimiz o kahramanız aslında.
Ama Hollywood maalesef bunu “The Choosen one” yani “seçilmiş kişi” olarak çarpıtarak sanki tüm dünyayı bir kişi kurtaracakmış gibi bir İsa Mesih ideolojisine dönüştürdü ve bu da aslında kahraman kompleksi yani mesih kompleksini tetikledi. Bu doğru değil. Şu anki dünyaya bakın; dünya herkesin kendi çevresinde dönüyor ve ne dayanışma, ne birlik beraberlik, ne de şefkat ve sevgi var. “BEN” diyerek yıkan dostlar, arkadaşlar, iş arkadaşları, ilişkiler var…
Aslında herkes sadece “kendi hayatının” seçilmiş kişisi, başkalarının hayatının değil ve bunun farkındalığı dayanışmaya teşvik etmeli. Ancak dayanışma ve birlik-beraberlik, anlayış ve şefkat bizi hayatta tutar. Bunu elbette ben demiyorum; antropolojik çalışmalar Homo Erectus dahil Homo Sapiens’e kadar 1,6 milyon yıl dayanışmayla hayatta kaldığımızı ortaya koyuyor; “sadece ben varım” diyerek değil. İşte bu noktada bir mit, masal gibi güçlü sembolik anlatı en temelde topluluk oluşturur ve biz birbirimize sembollerle bağlar.
Burada mitin sembolün, toplum açısından önemini görebiliriz. Çok güçlüdürler. Bir mit veya masal üzerine inşa edilen filmler, sanat eserleri, edebi eserler insana aşina gelir ve bilinç dışında ciddi etki bırakır. Haliyle mit dediğimiz şey sanat sanat, edebiyat, psikoloji ve hatta jeoloji, mühendislik, biyoloji, fizik gibi disiplinlerle iç içedir. Mesela jeomitoloji diye bir alan var; halkların mitlerinden binlerce yıl önceki jeolojik yapılar anlaşılabiliyor.
Burada Hollywood’daki bazı yapımlar gibi kitleleri etkilemek ve bir algı değişikliği yaratmak için de kullanabilirsiniz veya tam tersi o içten akan ilhamla harmanlanmış mitik örüntü (çoğu yüksek sanatçı bilerek yapmaz, kolektif bilinç dışı sebebiyle ilhamla içinden doğurur) şifa da verebilir ve toplumları da dönüştürebilir.
Mesela Kieślowski’nin Dekalog serisi, Pan’ın Labirenti filmi, Dali’nin rüyalarıyla çizdiği resimler, Borges’in hikayeleri (benim çok sevdiğim “Asterion’un Evi”), Picasso’nun çizimleri, Pan’ı temel alan Parfümün Dansı romanı, Boticelli’nin Venüs’ün doğuşu portresi… Örnekleri arttırmak elbette mümkün. Bunlar insan ruhuna dokunan, bazen tüyleri diken diken eden ve insanı dönüştüren, toplumu daha yüksek bir bilinç seviyesine çıkaran güçlü eserler. Haliyle mit ve sembol sanki eski veya gizemli, bir zümrenin elinde tuttuğu bir bilgi gibi gözükse de öyle değil; toplumumuzun temelinde hâlâ var. Niyetimiz bunun şifa ve dönüştürücü, aydınlatıcı olması yönünde; kitleleri yozlaştıracak şekilde yönlendirici değil.