Yaşamın Kökenine Dair Teorileriyle Geleceğin Darwin'i Olarak Görülen Bir Dahi: Jeremy England

Ürettiği teori ile son zamanlarda bilim dünyasını sarsmakta olan Jeremy England, bugüne kadar bilimin belirlediği kanunları bir araya getirerek yaşamın kökenine dair bütünlüklü bir ispat geliştirmekle meşgul. İşte bu genç bilim insanının yaşamı ve teorisine 12 maddelik kısa bir bakış:

1. Jeremy England, 1982 yılında ABD'nin Boston kentinde dünyaya geldi.

Annesi soykırımdan kurtulmuş Polonyalı bir ailenin kızı, babası ise bir Lüteriyen idi. Jeremy küçük yaşlardan itibaren yahudi geleneğiyle yetiştirildi fakat Oxford Üniversitesi'nde okumaya başlayana dek kendisini bu inanca yakın hissetmedi. Bugün ise Jeremy, dinine bağlı bir insan ve her gün dua etmeye belirli bir vakit ayırıyor.

2. 33 yaşındaki bilim insanı, Massachusetts Teknoloji Enstitüsü'nde yaşamın nasıl ortaya çıkmış olabileceği üzerine çalışmalarını sürdürüyor.

England'a göre uygun şartlar altında herhangi bir grup molekül, bulundukları ortamdaki enerjiyi daha verimli kullanabilecek şekilde kendilerini organize etme kabiliyetine sahip. Moleküllerin oluşturduğu bu sistem zaman geçtikçe enerjiyi absorbe etme yeteneneğini geliştiriyor ve bu şekilde canlılık kazanmaya başlıyor. Bilim insanına göre kendi kendine organize olan bu sistemler rastgele değil, doğal bir eğilim neticesinde oluşuyor.

3. Jeremy ve ekibi bugün bu teoriyi test edebilmek için bir takım bilgisayar simülasyonları geliştirmekle meşgul.

England, ekibiyle birlikle belirli bir aşama kaydettiklerini, fakat önlerinde hala çok uzun bir süreç olduğunu belirtiyor.

'Canlılığın neye göre belirlendiği hakkında hala çok kesin bilgilere sahip değiliz. Buna rağmen pek çoğumuzun canlı olan şeyler hakkında çok kesin bir takım fikirleri var. Ağaçlar canlı, bitkiler canlı, ancak bulutlar ve taşlar değil. Canlı olarak adlandırdığımız şeylerin ortak özelliği, çevrelerindeki enerjiyi kullanabiliyor ve bunu ısı olarak dışarı yansıtabiliyor olmaları. Canlı bildiğimiz şeyler, bu işi cansız olanlara göre daha etkili ve bariz bir biçimde yapıyor. Örneğin bitkiler, güneş enerjisini etkili bir biçimde absorbe edebilen bir yapıya sahipler; ya da maymunlar muz bulmak ve onu yiyerek beslenmek konusunda becerikliler...'

4. England'a göre canlılardaki kadar bariz olmasa da cansız bildiklerimiz de bunu yapabilme yeteneğine sahip.

'Eğer inanılmaz moleküler çeşitliliğe sahip bir sistemi alır ve harici bir enerji kaynağına maruz bırakırsanız, moleküller kendilerini çevreleriyle uyumlu olacak bir şekilde organize etmeye ve gruplaşmaya başlarlar.'

5. Peki bu nasıl mümkün olabiliyor?

6. Jeremy, doğada rastgele bulunan moleküllerin bu şekilde organize olarak zamanla canlılık kazanmış olabileceğini düşünüyor.

'Tüm sistemlerde yaşanan bu şekil değişimleri o kadar yavaş gerçekleşiyor ki, çoğu zaman biz bu değişimi takip edemiyoruz. Bu şekilde dış etkilere maruz kalan sistemler, moleküler düzeyde pek çok değişikliğe uğruyor. Eğer onu alıp dokunursam ya da sesle müdahale edersem, o sistemin etrafında yer alan enerjiyi güçlendirmiş oluyorum. Bu yüzden en etkili şekil değişimleri, o sistemin etrafında yer alan enerjiyi artırmakla mümkün olabiliyor.'

7. Pulitzer ödüllü bilim tarihçisisi Edward J. Larson, England'ın teorisi hakkında şunları söylüyor:

'Termodinamiğin ikinci yasasına göre sistemler devamlı düzensizleşen bir yapıdadır. Bu yüzden enerjinin kendisini organize etmesi değil, tam tersini yaparak daha fazla düzensizleşmesi gerekir. Darwin'in doğal seçilim mekanizması bu yasayla çelişmiyordu fakat Darwin'in hiç üzerinde durmadığı bir şey vardı: Yaşamın nasıl başlamış olabileceği. O yalnızca yaşamın nasıl sürdürüldüğü ve yeni türlerin nasıl oluştuğuyla ilgilendi. Eğer England bu teorisini ispatlayabilirse ismi çok uzun zaman hatırlanacaktır. O, yeni Darwin bile olabilir...'

8. Bir asırdan fazla süredir bilim insanları, düzensiz moleküllerden yaşamın nasıl başlamış olabileceği ile ilgili teoriler ortaya atıyor.

Larson'a göre, moleküllerin rezonans prensibiyle kendilerini organize edebiliyor olmaları fikri oldukça akla yatkın ve kanıtlandığı takdirde çok büyük bir keşif... Aynı zamanda bu teorinin kanıtlanmasının, inançlı insanlardan çok ateistler için oldukça çekici bir açıklama getirebileceğini düşünüyor.

'Ateistler için hala problem oluşturan önemli bir soru var: Yaşam nasıl başladı? Darwin'in teorisini arkanıza alarak 'Türlerin çeşitliliği için tanrının varlığına ihtiyacımız yok' diyebilirsiniz ancak inançlı insanlar yine de yaşamın işleyişini ve fizik kurallarını tanrının yarattığını iddia edeceklerdir. Eğer England'ın teorisi kanıtlanırsa, bu bilgi din kurumunu toplumumuzdan iyice uzaklaştıracaktır diye düşünüyorum.'

9. England'ın ise bu konudaki görüşleri biraz farklı.

'Harici bir kaynaktan enerji absorbe etmenin ne anlama geldiğini biliyoruz fakat o harici kaynağın nereden geldiğine dair hiçbir fikrim yok. Fizik bize var olmamızın bir sebebi olup olmadığını söyleyemez. Aynı şekilde dış dünyanın belirli bir düzen ve belirlenime sahip olduğunu ya da tamamen rastgele olduğunu da söyleyemez.'

10. Bir Ortodoks Yahudi olan England, dinle kurduğu bağın üniversite yıllarına dayandığını belirtiyor.

O yıllarda Israil'i ziyaret etmeye karar veriyor ve bu süreçte, 'çok kuvvetli bir eve dönüş hissi' yaşadığını belirtiyor. İbranice öğrenmeye başlıyor ve Tevrat üzerine uzun çalışmalar yürütüyor. Söylediğine göre bu çalışmalar onun bilime verdiği değeri hiçbir zaman değiştirmiyor hatta inancının onu daha iyi bir bilim insanına dönüştürdüğü görüşünü savunuyor.

11. England, kendi teorisinin Darwin'in görüşlerini hiçe saymadığını, yalnızca biraz daha geliştirdiğini düşünüyor.

'Eğer rastgele bir atom yığınını alır ve yeterince uzun süre ışığa maruz bırakırsanız, onun bir bitkiye dönüşmesi sürpriz olmaz. Ben Darwin'in düşüncelerinin yanlış olduğunu düşünmüyorum. Yalnızca fiziğin perspektifinden baktığınız zaman Darwin'in düşüncelerinin daha büyük bir fenomenin küçük bir parçası olduğunu görüyorsunuz.'

12. England'ın teorisi şu anda fizik çevrelerinde oldukça ilgiyle karşılanıyor ve pek çok bilim insanı tarafından kabul görüyor.

Eğer England teorisi üzerinde daha fazla araştırma yapar ve kanıtlamayı başarabilirse, biyologlar artık canlıların adaptasyonuna partiküler bir noktadan değil, daha geniş bir perspektiften bakmaya başlayacaklar ve enerjinin yayılımı üzerine düşünmek durumunda kalacaklardır. Sanırım bizler de ileride neler olacağını görmek için beklemek zorundayız...

Popüler İçerikler

Yönetmen İlker Canikligil'in "Kaçak Film" Çıkışına Röportaj Adam'dan Aşırı Haklı Tepki
Kızılcık Şerbeti'nde Yeni Doğmuş Bebeğin Başının Örtülmesi Tepki Topladı
Türkiye’deki Bu Orman Dünyada Tek: Sadece Özel İzinle Girilebiliyor
YORUMLAR
12.05.2016

Bilim gelişmektir, daha da fazla araştırılsın. Zaman da harcansın, para da ama "yaşamın Kökenine Dair Teoriler" üretip varoluşun sebebini ve kaynağını açıklayamayan insana inanmamı beklemeyin. Haberde "England'a göre uygun şartlar altında herhangi bir grup molekül, bulundukları ortamdaki enerjiyi daha verimli kullanabilecek şekilde kendilerini organize etme kabiliyetine sahip" diye yazılmış, lakin moleküllerin yoktan varoluşunu, var olma sebebini ve o organize olma kabiliyetini nerden aldığını açıklanmamış, yani esas soru cevaplanmıyor...........Bir bilirkişi olarak değil, aksine bu konulardan pek de anlamayan biri olarak yazıyorum ama merakım yerinde galiba. Syglr

12.05.2016

Aslında cevabı çok basit. Zaman kavramından sıyrıldığında aslında ortaya çıkma ve yok olma gibi kavramlardan da basitçe sıyrılırsın. Sen yaşam sürende 4. boyutu zaman olarak algılar ve yaşadığın şeyleri bu boyuta göre sıralarsın. Bir üst boyutta ise senin sıralı yaşamın düzlem olarak önünde olur. Yaratılış anlamını yitirir çünkü yaratılma yani yokdan var olma zamanın bir yanılsamasıdır.

12.05.2016

Dinsiz bilim kör,bilimsiz din sağırdır.

12.05.2016

bu sebebden dinin guc kaybettigi toplumlarda bilim patlama yasiyor yada dinin kuvvetlendigi yerlerde geri gidiyor degil mi?

12.05.2016

suphesizki abiogenesisi gercek bilimsel kanitlarla aciklayacak kisinin ismi darwin, einstein ve newtonla beraber anilacaktir.

TÜM YORUMLARI OKU (24)