Yaşadığı Acı Dolu Hayatının Son Durağı İntihar Olan Usta Yazar Stefan Zweig'ın 25 Kitabı

Ülkemizde eserlerine olan talebin son yıllarda iyice arttığı ve birçok yayınevinin kitaplarını özgün kapak tasarımlarıyla tekrar ve tekrar bastığı Stefan Zweig'ın 25 kitabı sizlerle. İyi okumalar...

Not: Kitap tanıtım yazıları tanıtım bültenlerinden alınmıştır. 

1. Amok Koşucusu (1922)

İnsanın tek sahip olması gereken hak, istediği gibi geberebilmesidir ve bu esnada başkasının yardımına gerek duymamasıdır. Yıkıma giden, melankoli nöbetlerine tutulmuş yaşamlar ve kaçınılmaz sona doğru bir koşu. Öldürücü, anlamsız ve sonuca odaklı bir çılgınlık krizi. Kendisi de ilk eşiyle intiharın sınırına gelmiş, ancak ikinci eşiyle amacına -kendi mutlak sonuna- ulaşan Stefan Zweig'dan her biri derin izler bırakan, tükenmişlik içinde dahi gururundan ödün vermeyen insanların, ölümü yani mutlak sonu bir şekilde varlıklarını kanıtlama yolu ya da kurtuluş olarak hissetmelerinin hikâyeleri. Evet, her biri kaçınılmaz sona ulaşacaktır. Hepimiz gibi… Ancak onları diğer herkesten ayıran, ölümü kendi ellerinde tutuyor olmaları. Başarılı psikolojik tahlilleriyle kendini klasikler arasına kabul ettiren Stefan Zweig'ın intiharla özdeşleşmiş hikâyelerinden biri olan Amok Koşucusu ile aynı adı taşıyan; umutsuzluk, yitirilmişlik, boşluk, hayata tutunamamak, terk edilmişlik ve değersizlik gibi sebeplerle mücadele eden yedi insana ait yedi ayrı intihar ve ölüm izleğinin işlendiği bu eserde, insan psikolojisinin en derinliklerine inerken hayatı sorgulamadan duramayacaksınız.

2. Ay Işığı Sokağı (1922)

Fransa’nın bir liman kentinin denizci mahallesinde gezinirken duyduğu arya söyleyen sesi izleyerek tanımadığı insanların marazi hayatlarına dalan bir gezgin; patronuna kölece bağlılığı yüzünden korkunç bir eyleme sürüklenen karanlık, itici ve yabani bir hizmetçi; 1810 yılında İspanya’daki savaşta yaralanan, düşman bir ülkede amansız bir hayatta kalma mücadelesine girişen bir Fransız albay; 1918 yılının bir yaz gecesi Leman gölünde bulunup kurtarılan, ancak sonra yüreğini kavuran yurt özlemine yenik düşen bir Rus savaş esiri; yaşıtları üniversiteye giderken hâlâ liseye devam eden avare bir gencin öğretmeninin otoritesine isyan ettikten sonra ödediği ağır bedel. Zweig bu öykülerde insanı insanlıktan çıkarıp en uç noktalara sürükleyen deneyimlerin izini sürerken, okuru da ister istemez karakterlerinin ruh çalkantılarının içine çekiyor.

3. Bilinmeyen Bir Kadının Mektubu (1922)

Zweig’ın 1920’li yılların sonunda kaleme aldığı Bilinmeyen Bir Kadının Mektubu, tek taraflı bir aşkın naif anlatımıdır. Marjinal karakterleri ve eşine az rastlanır psikolojik çözümlemeleriyle okuyucuyu kendine hayran bırakan yazar, bu kez de âşık olan bir kadının saplantılı duygularını kaleme almıştır. Bir ömür süren suskunluğun “isimsiz” bir mektupla son buluşu aşk, sadakat ve mutluluğun anlamlarını okuyucuya bir kez daha sorgulatırken, hikâye aynı zamanda Zweig’ın psikolog yanını belirgin biçimde ortaya koyuyor.

4. Bir Çöküşün Öyküsü (1912)

Bu son derece çarpıcı çöküş öyküsü, XV. Louis döneminde Fransız sarayında epey etkili olmuş aristokrat bir kadının gerçek yaşamına dayanır. Madame de Prie günün birinde gözden düşer ve kral tarafından Normandiya’ya sürülür. İktidar sahibi ve ilgi odağı olduğu hareketli ve eğlenceli Paris günlerinden sonra, ne kadar süreceği belli olmayan, kendisiyle baş başa kalacağı bir sürgün dönemi beklemektedir onu. Ancak iktidar savaşları, entrika ve eğlenceden ibaret boş saray hayatı varoluşuna anlam katan tek şeydir. Hem kendini hem çevresindekileri sürekli kandırma eğilimindeki bu sığ ve kibirli kadın, malikânesinde gösterişli eğlenceler düzenleyerek Paris’teki hayatını yeniden canlandırmaya çalışır. Giderek mantıklı düşünme yetisini bütünüyle yitiren Madame de Prie, yeniden bütün dikkatleri üzerine çekebilmek için inanılmaz bir plan yapar.

5. Bir Kadının Hayatından 24 Saat (1927)

Riviera’da eşi ve iki kızıyla tatil yapan 33 yaşındaki Henriette bir gece ansızın ortadan kaybolur. Kusursuz bir evliliği olduğu sanılan genç kadının, nasıl ve neden ortadan kaybolduğu dedikodu konusu olur. Pansiyonda kalanların hepsi kadını yargılamaya başlar, ancak anlatıcımız onu savununca tartışma alevlenir; masadaki yaşlı ve zarif bir İngiliz hanımefendi de anlatıcıya, gençliğinde başından geçen unutulmaz, inanılmaz bir 24 saatin hikâyesini anlatmakta ısrarcı olur. Bu 24 saat içinde hissettiklerinin bir saniyesi bile aklından çıkmamıştır. Bu kadının yaşadıklarını neden bir yabancıyla paylaştığını Zweig en sonda açıklar. Stefan Zweig, başarılı bir karakter yaratıcısı; diğer yapıtlarında olduğu gibi burada da müthiş bir gözlem gücüyle, kahramanlarının iç dünyalarını okurun gözlerinin önüne seriyor, inandırıyor ve etkiliyor.

6. Bir Kalbin Çöküşü (1927)

Bir Kalbin Çöküşü, Stefan Zweig’ın psikolojiye duyduğu yoğun ilgiyi yansıtan öykülerinden biridir. İnsan ruhunun en karmaşık duygularından biri olan tutkuyu olanca canlılığıyla dile getiren Bir Kalbin Çöküşü, ruh ikizini Lev Tolstoy’un unutulmaz kahramanı İvan İlyiç’te bulduğumuz yaşlı bir adamın, Salomonsohn karakterinin ailesinden ve yaşamdan uzaklaşmasını öyküler. Zweig’ın en beğenilen öyküleri arasında yerini alan Bir Kalbin Çöküşü şüphe, korku ve nefretle ölüme sürüklenen baba Salomonsohn’un psikanalizi olarak  okunabilir. Salomonsohn karakterinin, psikanalize sağladığı malzemeyle Sigmund Freud’un ve Arthur Schnitzler’in ilgisini çektiği biliniyor.

7. Değişim Rüzgârı (1982)

Birinci Dünya Savaşı'nı izleyen yıllarda, Avusturya'nın bir köyündeki postanede memur olarak iş bulan Christine Hoflehner'in önünde, renksiz ve yoksulluk dolu bir yaşam uzanmaktadır. Ancak Amerika'daki akrabalarından aldığı bir mektup tekdüze yaşamından çekip alır onu. Çalışmayı ve yoksulluğu tanımayan bir dünyada, lüks bir otelde tatil geçirmeye davet edilmektedir. Otelde önceleri soylu ve varlıklı biri sanılsa da sonradan asıl kimliği ortaya çıkar ve değişim rüzgarları Christine'yi alıp yeniden artık katlanamadığı eski tekdüze, küçük, yoksul dünyasına sürükler. Ne var ki, bu eski dünyasında tanıştığı Ferdinand ona yepyeni ufuklar açacaktır. Stefan Zweig' ın Değişim Rüzgarı adıyla Türkçede ilk kez yayımlanan bu romanı, ölümünden sonra terekesinde bulunmuştur.

8. Dünün Dünyası (1941)

Geçmişimden geriye hiçbir şey kalmadı, hafızamda taşıdıklarım dışında. Şu an her şey ya kayıp ya da ulaşılmaz. Ama bizim neslimiz, kaybettikleri için yas tutmama sanatını öğrendi ve belki de bu kitabımda, belgelerin ve detayların kaybı bir avantaj dahi olabilir. Çünkü ben hafızayı bir şeyi tesadüfen saklayan, diğerini ise tesadüfen kaybeden bir olgu olarak değil, olayları bilinçli olarak düzene sokan ya da bilgece unutan bir güç olarak görüyorum. Kendi yaşamlarımız hakkında unuttuğumuz her şey, uzun zaman önce bir içgüdü tarafından unutulmaya mahkûm edilmiştir aslında. Sadece kendim için saklamak istediklerimin başkaları için de saklanmaya hakkı vardır. İşte bu yüzden anılarımın benim adıma konuşmasını ve seçim yapmasını ve karanlığa gömülmeden önce hayatımı soluk da olsa yansıtmasını rica ediyorum.

Stefan Zweig’ın 1942’de ölümünden önce tamamladığı Dünün Dünyası’nda hem yazarın kendi dilinden hayat hikâyesini okuyacak hem de 20. yüzyılı onun gözlerinden göreceksiniz. Zweig bir yandan dünyaca ünlü yazarlarla, bestecilerle, düşünce adamlarıyla kurduğu ilişkileri şahit olduğu ilginç olayları anlatırken, öte yandan iki dünya savaşına da tanık olmuş biri olarak bu süreçlerde yaşananları oldukça samimi bir dille bizlere sunuyor.

9. Geçmişe Yolculuk (1976)

Aşk, bedenin karanlığında acı içinde gelişen bir cenin olmaktan çıkıp kendini dudaklarla ve nefesle itiraf etmeyi göze aldığında ancak gerçek aşk olur. Kozasında kalmak için ne kadar uğraşsa da, bir an gelir kozanın gözyaşlarının çapraşık dokusu çözülür ve yaşlar yükseklerden en uzak derinliklere akar, ürkek kalbe büyük bir güçle düşer. Genç adam için bu hayli geç olmuştu…

Usta yazar Stefan Zweig’dan insan ruhunu açmazlarıyla ortaya seren bir öykü Geçmişe Yolculuk. Genç bir adamın özgürlük, yükselme arzusu, aşk ve görev arasında yaşadığı çatışmaları okurken insan denen varlığı oluşturan dürtülerin gücüne de tanık olacaksınız.

10. Gömülü Şamdan (1936)

Acı dolu bu dünyada, sığınacak güvenli bir yer, barış ve teselli sadece dualarda bulunabilirdi. Evet, dualar vaat dolu sözleriyle panik hissini yatıştırıyor, ayinlerle dehşet hissini hafifletiyor ve yüreği kasvete boğulmuş kişilerin adeta uçar gibi Tanrı’nın yolundan gitmesini sağlıyordu. Zorlu zamanlarda dua etmek iyi bir şeydi ve topluca dua etmekse daha da iyiydi, çünkü Tanrı’nın armağanları en çok bunları birlikte arayanlara gelirdi.

Yahudilerin kutsal sembolü neden bir kez daha yolculuk etmeye başlamıştı? Umutlanabilirler miydi, yoksa çaresiz mi kalacaklardı? Yeni bir zulüm mü göreceklerdi, yoksa eski zulümler sona mı erecekti? Menora yine yollarda olduğuna göre, yine eskisi gibi kimsenin bilmediği bir yere gitmek için evlerinden çıkmaya mı zorlanacaklardı? Ya da şamdanın oraya gelmesi, onların da kurtuluşu anlamına mı gelecekti? Sürgün en sonunda bitecek miydi? Eski yuvalarında, vaat edilen topraklarda bir araya gelecekler miydi? İnsanlar sabırsızlık ve merak içinde sorular denizinin yarılıp açılan yolundan onları huzura kavuşturacak bir cevaba ulaşmayı istiyorlardı.

11. Hayatın Mucizeleri (1904)

Zweig'in öykülerinden bir seçki olan Hayatın Mucizeleri'nde; inançla inançsızlık arasındaki ince çizgide gezinen ruhların yol arayışları, bir anlık zaafının kurbanı olanların farkında olmadan yaşadığı karanlık ve aşkın çalkantılarla dolu bir ruhta yarattığı hazin son ustaca anlatılmıştır. Bir ruh için 'ölüm' bile belki bir mucizedir. Kim bilir?

12. Karmaşık Duygular (1926)

Zweig’in bu hikâyesi de diğer kitaplarında olduğu gibi derin ruh tahlilleri barındırmaktadır. Çok başarılı olmasına rağmen ahlak dışı hastalığı bulunan ve bu durumunu bilmeyen öğrencileri tarafından çok sevilen yaşlı bir üniversite profesörü ile kendisine taparcasına bağlanan bir öğrencisinin başından geçenler kitabın konusunu oluşturur.

13. Kızıl (1908)

Her daim farklı bir çocuk olan Berger, büyük umutlarla geldiği Viyana’da hayallerinden çok daha farklı bir hayata adım atar ve başka insanlarınkinden çok farklı olan ruhu, onu önce karanlığa sonra da sonunu getirecek bir aydınlığa sürükler. Duygularını her zaman gösteremese de her daim uçlarda yaşayan Berger, umutsuzluğu da en derin haliyle deneyimliyor. Tam vazgeçtiği anda karşısına çıkan şans, bir anlamda kaderin cilvesinden ibarettir. Yeni bir hayat umudu, yepyeni bir şehir, beklentiler ve yolun sonunda bekleyen hayal kırıklığı, kan kusturan arkadaşlıklar ve ölümün karanlık yüzü. Zweig, güçlü kalemiyle, edebiyatseverleri duygudan duyguya sürüklenecekleri bir okuma yolculuğuna çağırıyor.

14. Korku (1925)

Sekiz yıllık evli olan iki çocuk annesi bir kadın, genç bir piyanistle yaşadığı gönül macerasının ortaya çıkması ihtimali belirince, halka halka büyüyen bir korku girdabına kapılır. Sahip olduklarını üstelik bir hiç uğruna kaybetmenin ezikliği içinde kıvranırken, cezasını çekebileceği bir suçu kabullenmeye çoktan razıdır. Stefan Zweig’dan insanın duygu dünyasındaki kapanların çapraşıklığını tüm duruluğuyla ortaya seren harika bir novella.

15. Lyon'da Düğün (1927)

“Binlerce insan arasında yalnız olmanın ne demek olduğunu asla bilemeyeceksin.”

Kaleme aldığı şaheserlerin dışında, İkinci Dünya Savaşı sırasında eşiyle birlikte yaşamına son vermesiyle de bilinen Stefan Zweig, her eserinde insan psikolojisini ustalıkla yansıtıyor. Savaşlardan etkilenen, bu uğurda hayatına son veren bir yazar olarak Lyon’da Düğün’de savaşın gölgesi altındaki iki âşığın yaşadığı umutsuzluğu ve yitip gitmeyen umudu anlatıyor. Bu hikâyenin yanı sıra Leporella, Unutulmuş Rüyalar ve Karda isimli hikâyelerinde de eski bir aşkın hüzünlü karşılaşmasını ve yüzleşmesini, canını kurtarmak için bir grup caniden kaçan Yahudilerin başına gelenleri, yıllarca gerçek anlamda “yaşamamış” bir kadının deyim yerindeyse nefes almaya başlaması ve akabinde gözünü kırpmadan gerçekleştirdiği karanlık eylemleri anlatıyor.

Bu hikâyelerle insanın ve insanlığın birçok farklı halini gözler önüne seren Zweig, usta betimlemeleri ile karakterlerin duygularını içimizde yaşamamızı sağlıyor.

16. Marie Antoinette: Vasat Bir Karakterin Portresi (1932)

Fransa Kralı XVI. Louis'nin karısı Marie Antoinette, uçarılığı, savurganlığı ve reform düşmanlığıyla halkın gözünde yoz soylu tipinin simgesi olmuş, Fransız Devrimi'nden sonra yaşamının geri kalan bölümünü Paris hapishanelerinde geçirmiş, 1793'te Devrim Mahkemesi'nce yargılanarak giyotinle idam edilmişti. Tarihsel karakterler üzerine benzersiz biyografileriyle tanınan Stefan Zweig, Marie Antoinette: Vasat Bir Karakterin Portresi'nde, nesnellikten çok sezgiye dayanan bir yaşamöyküsü sunuyor okurlara. Psikolojiye ve Freud'un öğretisine duyduğu ilgi sonucunda derin karakter incelemelerinde ustalaşan Zweig, Marie Antoinette'in efsanevi kişiliğine bir psikoloğun sezgi gücüyle yaklaşıyor. Fransa'nın son kraliçesinin kısacık yaşamı üstündeki esrar perdesini kaldırarak 'zoraki bir kahramanlık trajedisi' anlatıyor.

17. Mecburiyet (1920)

Savaş karşıtı görüşleriyle tanınan Zweig I. Dünya Savaşı boyunca bu görüşlerini yaymayı kendine misyon edinmişti. Avrupalı ve “dünya vatandaşı” kimliğine büyük değer veren yazar, yapıtlarında savaşın yıkıma uğrattığı “eski dünya”nın değerlerinin kayboluşunu büyük ölçüde dert edinmiştir. Mecburiyet’in ana karakteri ressam Ferdinand da savaş sırasında askere alınmamak için İsviçre’ye kaçmıştır. Bir gün askerliğe elverişliliğinin tespiti için konsolosluğa davet edildiğinde, karısının şiddet karşıtı duruşuna ihanet etmemesi yolundaki telkinlerine karşın kendini gitmek zorunda hisseder. Görev duygusu, savaş karşıtı düşünceleri ve karısına duyduğu sevgi arasında sıkışıp kalmıştır. Ferdinand her ne kadar “insanlığın ötesinde bir vatanı” olmasa da, “yirmi milyon insanı boğan o zinciri” kıramayacağını düşünür.

18. Mürebbiye (1911)

Mürebbiye'de, iki küçük kızın gözünden mürebbiyelerinin başından geçenlere tanık oluruz. Küçük kızlar, son zamanlarda mürebbiyelerinin tuhaf davrandığını fark ederler, kapalı kapılar ardında ağladığını duyuyorlardır. Kız kardeşler mürebbiyelerinin bu davranışlarına kendilerince sebepler uydururken, bir yandan da hayatı yavaş yavaş öğrenme olanağı bulurlar. Wondrak'ta ise toplum tarafından dışlanan bir kadının, oğlunun masumiyetini korumak için elinden geleni yapışının öyküsünü okuyacaksınız.

19. O Muydu? (1987)

Aşırı sevgi gösterisi ve sahiplenme bazen kötü müdür? Bu sahiplenme insanı boğar mı? Peki, ya sahiplenilen bir köpekse, onda nasıl bir etkisi olur? Bir köpek, bir köpek gibi değil de bir efendi gibi hissetmeye başlarsa çevresindekilerden kölelik talebinde bulunur mu? O muydu, Stefan Zweig’ın harikulade anlatımıyla bu soruların cevaplarının peşine düştüğü bir hikâye. Fütursuzca sergilenen sevginin bir hayvanı nasıl yoldan çıkardığının bir örneği. O muydu’da, ilgisiz bırakıldığında yalnızca insanın değil bir köpeğin de bundan etkilenebileceğini, hatta etkilenmenin de ötesine geçerek sahibinden intikam alabileceği tüm çarpıcılığıyla anlatılıyor. O muydu, sevgi, sahiplenme, sevgisiz bırakma, ceza-cezasızlık gibi kavramlar etrafında dönen derin bir duygu sorgulaması.

20. Olağanüstü Bir Gece (1922)

Kendisini bulmuş olan insan dünyada hiçbir şeyi kaybetmeyecektir. Kendi içindeki insanı kavramış olan insan ise bütün insanlığı anlayacaktır.

Varlıklı ailesinden kalan miras sayesinde rahat bir yaşam süren kahramanımız, son günlerde hiçbir şeyden zevk alamamaktadır. Bir pazar günü gittiği at yarışında içine düştüğü ruh hali onu bambaşka düşüncelere sevk eder ve bu durum kahramanımızın oldukça sıra dışı ve macera dolu bir gece geçirmesine neden olur.

Kahramanımız o gecenin sonunda kaybettiği benliğini yeniden bulurken, sıradanlığın içerisindeki olağanüstülüğü keşfedecek ve artık bambaşka bir insan haline gelecektir.

21. Ruh Yoluyla Tedavi (1931)

'Sözlerin, konuşulanların nasıl bir mucize yaratacağını, dudağın boşluğa doğru yaptığı büyülü titreşimin sayısız dünyalar kurup sayısız dünyaları yıktığını kim bilir?”

Modern bilimsel tıp, hastalığı insanın bütününe değil, organlarından birine ilişkin bir şeymiş gibi algılar. Oysa “hekimlik sanatı”nın mucizeleri, beden ile ruh arasındaki yüksek ilişkilere dayanır. Ruh Yoluyla Tedavi’nin sırrı, insanın varlığının bütününü hastalığın bütününe karşı harekete geçirmesi çağrısında gizlidir. Zweig, münferit tedavi ustaları olarak adlandırdığı Franz Anton Mesmer, Mary Baker-Eddy ve Sigmund Freud’un akademik tıptan ayrılarak yaptıkları başkaldırıyı ve kitleleri peşlerinden sürükleyerek elde ettikleri dramatik başarıyı kültür tarihinin en ilginç olaylarından biri olarak adlandırıyor. Bu kişiler farklı, hatta birbirine zıt yollardan giderek ruh yoluyla tedavinin aynı prensibini yüz binlerce kişide gerçekleştirmişlerdir.

Zweig, bu kitapta üç mucizevi tedavi yönteminin kahramanı olan bu üç olağanüstü insanın biyografisini, okurunun alışık olduğu ayrıntı ve özenle, bir bilim adamı titizliğiyle gözler önüne seriyor.

22. Sabırsız Yürek (1939)

Sabırsız Yürek, yalnızca Zweig’ın tek uzun romanı olması nedeniyle değil efsunlu, güzel bir dili olmasıyla da önemli bir kitaptır. Sabırsız Yürek'i okumaya başlar başlamaz, anlatılanların uzun süre aklınızdan çıkmayacağını hemen fark edeceksiniz. Tıpkı romanın başkarakteri Anton Hofmiller’in fark ettiği gibi

Acıma duygusunun, gerçekleri; ölümün, hayatı ve insan eliyle yaratılmış yeryüzü cehenneminin, umudu gölgeleyişini anlatan “Sabırsız Yürek” ömrünüzün sonuna dek sadık bir dost gibi başucunuzda bekleyecek.

23. Satranç (1943)

Satranç, görünüşte bir gemide yolları tesadüfen kesişen bir satranç şampiyonu, hırslı oyuncular ve tutukluluğu sırasında gizlice ele geçirdiği bir satranç kılavuzundan öğrendiği oyunlarla kendi zihninde kaybolmuş Dr. B’nin hikâyesi gibi görünür. Oysa âdeta yazarın bir veda mektubu niteliği taşımaktadır. Stefan Zweig, muhteşem ve gerilim dolu bir kurguyla kaleme aldığı bu öyküyü Brezilya’dayken yazmış ve intihar etmeden kısa bir süre önce tamamlamıştır. Hikâye, Avrupa kültürünün Nazi tehlikesi altında yok oluşuna, zorbalık ve baskı gören toplumların ruhsal gelgitlerine ve çalkantılarına ışık tutar. Zweig, gizliden gizliye kendi hayatında da yaşadığı baskıları ve sürgünü, Satranç hikâyesinin içinde kimi zaman eğlenceli, kimi zaman da derinden etkileyici sahnelerle harmanlayarak okuyucuya sunmuştur.

24. Magellan (1937)

Çevresini dolaşarak dünyanın yuvarlak olduğunu kesin olarak kanıtlayan Portekizli denizcinin biyografisi, Yeniçağ'ın bu en önemli kâşifini kararlı, cesur, mağrur bir kişilik olarak tanımlıyor. Tarihte iz bırakmış kişilerin yaşamöykülerini kendine özgü bir üslupla kaleme alan Zweig, Macellan'da, dünyanın pek çok coğrafi bölgesine bugün bildiğimiz adlarını veren Portekizli kâşifin, her biri apayrı bir macera olan keşiflerini kişiliğiyle bütünleştirerek anlatıyor.

Colombus'un başarısı Avrupa'da müthiş bir şaşkınlık yaratır. Bir süre sonra da yaşlı dünyamızın daha önce hiç tanık olmadığı bir macera ve keşif heyecanı patlak verir: Tek bir cesur insanın başarısından, tüm bir kuşağa yetecek şevk ve cesaret doğar, bu daima böyledir. Avrupa'da sınıfından ve konumundan hoşnut olmayan, haksızlığa uğradığını düşünen ve beklemek için fazla sabırsız olan herkes, küçük oğullar, işsiz subaylar, büyük efendilerin piçleri, kanun tarafından aranan karanlık tipler, hepsi de Yenidünya'ya gitmek ister.

25. Yakıcı Sır (1945)

Avusturya Alpleri’nde bulunan bir otelde tatilini geçiren Baron için, sıkıcı günlerini renklendirebilecek tek şey flört edebileceği bir kadınla tanışmaktır. Aynı otelde tatil yapan bir kadın dikkatini çeker. Fakat kadın sert görünümüyle bütün ümidini kırmıştır. Onu etkilemenin yolunun, kadının on iki yaşındaki oğluyla dostluk kurmak olduğunu düşünür. Şimdiye kadar çocuk olduğu için yeterince ciddiye alınmadığını düşünen Küçük Edgar, kendisine bir yetişkin gibi davranan Baron’a büyük bir hayranlık ve coşkuyla karşılık verir. Bir süre sonra Baron, çocuğu kullanarak annesiyle de samimiyet kurar. İlk başta her şey yolunda giderken, çocuk git gide bu üçlü arkadaşlıktan dışlandığını hissetmeye başlar. Annesiyle Baron’un kendisinin bilmediği bir sır paylaştığına, Baron’un annesini üzecek kötü planları olduğuna, bir şeylerin yanlış gittiğine inanmaya başlar. Kendisinden saklanan bu sırrı keşfetmek ve annesini korumak için büyük bir mücadeleye girişir.

Bu kitaplardan hangilerini okudunuz? Yorumlarda buluşalım...

Bu içerikler de ilginizi çekebilir;

Hayatınızda En Az Bir Kere Okumanız Gereken Başyapıt Niteliğinde 50 Kitap
Kitap Okumayı Seviyorum Ama Uzun Vadede Bitiremiyorum Diyenlere 20 Sürükleyici Çizgi Roman Önerisi
Nefesinizi Kesecek ve Sizi Kendi Dünyasına Çekecek Dünya Çapında En Çok Satan 20 Macera Romanı

Popüler İçerikler

Berfu ve Eser Yenenler'in 3. Kez O Ses Yılbaşı'na Katılmaları Tepki Topladı
Müge Anlı'da Yeni Bir Fenomen Doğdu: Habibe Kendine Has Tarzı ve Tavrıyla Hepimizi Fena Gaza Getirdi!
151 Gündür Oğlu Fatih'i Arayan Baba Esra Erol'a "Bulamıyorsan Müge Anlı'ya Çıkalım" Deyince Ortalık Karıştı
YORUMLAR
31.05.2020

Korku çok güzeldir, okumamış arkadaşlara tavsiye ederim 💞

31.05.2020

Çok seviyorumm ❤️

01.06.2020

Kitaplığımda 1000 kitap var ama bu kitalardan bir tanesi bile yok.En yakın zamanlarda almaya çalışacağım.

SEN DE YORUMUNU PAYLAŞ