Yaratıcı İnsanın Karanlık Çukuru; Yalnızlık

İnsanlık tarihinin mihenk taşları her daim bir buluşun, bir fark edişin diğerlerinin hayatına büyük ve yeni bir katkı sağlayanlar oldu. Bu aslında yaratıcı zihnin kendini, çözümlenmesi gereken durumlar karşısında göstermesi dışında bir şey değildi.  O zamanların isimsiz kahramanlarının “gerçekten” bir isimleri yoktu. Ancak neredeyse eminim ki, küçük çaplı bir tanrı muamelesi görüyorlardı.

O zamanlardan bu zamanlara bu yaratıcı zihin yapısı artış göstererek varlığını sürdürmeye devam etti. Bence geldiğimiz noktada, yaratıcı zihin yapısı nadir bulunan bir özellikten ziyade geçilmesi gereken yeni bir bilinç katmanı haline geldi.

Sonuçta belirli özellikleri geliştirmek ve bu özelliklerde ustalaşmak başka bir zihin yapısını gerektiriyordu.

Şimdi baktığım zaman bu zihin yapısını oluşturan en büyük etkenlerden biri yalnızlık…

Sonsuz, sonuçsuz, doyurulamaz bir yalnızlık. 

Dünya üzerinde insanoğlunun keyif aldığı her şeye mesafede durmak ama yine de ürettiklerini onlara beğendirmeye çalışmak ironisi içerisinde kalmış sıkışık bir yalnızlık. 

Daha da derinlerde, belki terk edilmiş, görülmemiş, anlaşılmamış, yok sayılmış, şiddete maruz kalmış, yarışamayacağı rol modellerin altında ezilmiş, kardeşler tarafından onaylanmamış, rekabet içinde kalmış olabilirler. 

Sebebi her ne olursa olsun, kendi başınalığın yarattığı yalnızlık zihnin çemberini genişletse de o çemberi kırma yolları da yaratıcılığını genişletmiş bu insanların. Yazmışlar, çizmişler, anlatmışlar, tasarlamışlar… Her yaptıkları ile diğerlerinin fikir dünyasını zorladıkları gibi aslında kendi yalnızlık kapılarını da zorlamışlar. Diğerlerine doğru meyil etmenin bin bir yolunu denemişler. 

Burada ulaşılmaya çalışılan “diğerleri” her biri için farklı bir kişi olsa da özünde, artık “diğerleri” kendileri dışındaki herkes olmuş. Yarattıkları ile genişleyen çemberleri, kendi içlerindeki yalnızlık çemberini biraz daha daraltmış. 

Amacının tersine çalışan bu döngü, artık birincil ihtiyacı olan diğerlerine yaklaşmayı hükümsüz kılmış ama yerine çok daha efektif bir jeneratör bulmuştur; öfke!

Dışarıdan bakanın gözlerine sahip olan bu havalı kara koyunlar, birbirlerine bağlı “diğerlerinin” tüm eksikliklerine, sebeplerin kaçınılmaz sonuçlarına dair keskin öngörülere, ifade edilemeyen duyguların tercümesine, fark edilemeyen ihtiyaçların tespitine ve çözümüne dair birçok değerli fikre sahip olurlar. Çünkü onlar gerçekten dışarıdadırlar ve bundan sebep de gözlemcidirler. 

Yalnızlığın yan etkilerinden biri budur; gözlemcilik!

Kapladıkları bir ayak numarası genişliğindeki alanlarından dışarıya bakarken, şimdiye kadar yaptıkları gözlemlerin sonucundan elde ettikleri öngörüye kimsenin kulak vermemesi ve belki de aynen çocukluklarındaki gibi bu sefer de fikirlerinin yarattığı yalnızlığın, başka bir anlaşılmamanın yalnızlığında “diğerlerinin körlüğüne” öfkelenirler. 

Oyundaki değişiklik, artık o çembere dahil olmak istemezler. Kendi yarattıkları dünyaya dahil olunsun isterler. 

Yalnızlıklarını, anlaşılma arzularını, ait olma, bağ kurma ihtiyaçlarını dünyaya yaratımları aracılığı ile haykırırlar. Yaptıkları bir yere kadar anlaşılır ama yine de kendi bütünlükleri anlaşılmaz. 

Bu yüzden, yaratım süreci devam eder. Öfkenin bin bir hali önümüze heykeller, şarkılar, fikirler, hikâyeler, oyunlar olarak çıkarlar. 

Yaratıcı insanın diğerlerinin gözündeki yerine dair kaygısı olması gereken zamanda yer değiştirmez ise yarattıkları, ilk hayal kırıklıklarının yanına yerleşir ve içsel çukurları -yalnızlıkları biraz daha derinleşir. 

Burada yaratım da tekrara düşer, kişinin baktığı yer de duygu durumu da…

Yaratıcı kişinin bu tekrardan kurtuluşu, “diğerlerinin” ona dair yorumları, fikirleri, beğeni oranlarının dışında bir yerde seyretmeleri ile gelir. Yani aslında en korktukları şeyi yapmaları, gerçekten yalnızlıklarını kabul edip ayrışmalarıyla…

Bu ayrışma zihnin kendine has algı ve işleme sistemini özgür bırakacağından yaratılanlar özgünlüklerinde sınıf atlayacaklar, kendi auralarını herhangi bir koşula bağlamadan yayabileceklerdir.

Özgünlüğün kabulü zordur. Bazılarımıza doğuştan gelen bu özgünlük beraberinde yalnızlıkla ve anlaşılamamakla geldiğinden özgün doğanlar genellikle kendilerinin kusurlu ve eksik oldukları inancıyla büyürler. Ancak bu değişmez yalnızlık onları bir isyana sürüklediğinde, özgün düşünen zihin yapıları bu acının ürünü olan yaratıcılığı ortaya çıkarır. Bu yaratıcılık aynı zamanda, diğerleri ile bağ kurma yöntemi olduğundan, kapanıp yaratma sürecinde hissedilen bağ duygusu ile ihtiyacını karşıladığı gibi aslında bir bağımlılığı da refere edebilir. Buradaki bağımlılık konusunu hafife almamak gerekir. “Diğerlerine” duyduğu özlem ve yalnızlığı giderme çabası başlık olarak bilinçten silinse de davranış olarak devam ettiğinden/edebileceğinden yarattığı “şeyler” ile ilişkisini arzuladığı -özlem duyduğu ideal ilişkisi haline getirir. Yarattıklarından kopamaz, onları kendinin üzerine koyar, ürünü kişiselleştirir ve bir parçası haline getirebilir. O ürün artık “diğerleri”dir. 

Kendi yeteneklerini ve özgünlüğünü ortaya koymuş ve birçok etkileşim almış yetenekli kişilerin dahi belirli bir seviyeden sonra ve/veya ulaşılan bir duygu durumundan sonra bir tekrara girdiğini ve yine bir yetersizlik duygusu ile savaş halinde olduğunu gözlemleyebiliriz. 

Burada tekrar edenin aslında o ilk acı olduğunu gözden kaçırmamak gerekir. 

Çünkü aslında olan, bütün bu süreçte kendini olmadığı her şey ile kıyaslayıp, yontup, değiştirmeye çalışıp, isyan edip üzerine sıçramayı deneyen ama günün sonunda kerterizi o yalnızlık ve dışarıdalık olduğundan başka bir seçeneği kabul edememiş olmanın verdiği tutsaklıktır.

İlk acının kendi farklılığını bir ceza değil diğerleri ve yeni dünyanın yaratımı için kendisinde olan yeni sürüm bir zihin ve algı yapısı olduğu bilgisiyle yer değiştirmesi tekrarların bitmesine, öfkenin bir yakıt olmaktan çıkmasına, diğerlerinin görüşlerinin bir önem taşımamasına sebep olur. 

Bunun adı özgürlüktür. 

Özgür yaratan, zihnindeki “anlaşılma” “ait olma” bariyerini kaldırdığı için, artık kendi habitatının ürünlerini yaşama sunabilir. Ürettiklerinin, diğerleri için olduğunu ama o “diğerlerinin” şimdiye kadar düşündüğü diğerleri olmadığının bilincindedir. 

Yaratıcı zihin yapısı, yeni dünyanın, evrim sürecinin bir sonraki basamağıdır. 

Buradaki yaratıcılık kolajdan daha çok yoktan var etmek gibidir. Referans almaya ihtiyaç duymayan bir özgünlük ve özgürlük içerir.

Özgür bir düşüncenin “diğerlerinden” bağımsız ilerlemesi gerektiğinden sanat sanat için var olur. Ve buradaki “sanat” kültürün yüklediği manadan farklı bir anlam taşır. Böyle bir varoluş tekrarlardan, ait olma kaygısından, yalnızlık isyanından yani diğerlerinin dünyasına olan bağımlılığından ayrışmış ve eski bağlantı noktasından tamamen kopmuş yepyeni bir bakış sağlayabilir. Bizleri ilerletecek bağımsız düşler de ancak böyle bir özgürlükle var olabilir. 

Instagram

'Bu makalede öne sürülen fikir ve yaklaşımlar tamamıyla yazarlarının özgün düşünceleridir ve Onedio'nun editöryal politikasını yansıtmayabilir. ©Onedio' 

Popüler İçerikler

Kızılcık Şerbeti'nde Giray'ı Canlandıran Kaan Taşaner Dizide Rol Almaktan Duyduğu Pişmanlığı İtiraf Etti
Cumhurbaşkanı Erdoğan, Atatürk Karşıtlarına Mesaj Yolladı: "10 Yıl Daha Yaşasa Bambaşka Olurdu"
Çanakkale'de AK Partili Belediyenin Tepki Çeken Atatürk Afişi Kaldırıldı!