Şimdi baktığım zaman bu zihin yapısını oluşturan en büyük etkenlerden biri yalnızlık…
Sonsuz, sonuçsuz, doyurulamaz bir yalnızlık.
Dünya üzerinde insanoğlunun keyif aldığı her şeye mesafede durmak ama yine de ürettiklerini onlara beğendirmeye çalışmak ironisi içerisinde kalmış sıkışık bir yalnızlık.
Daha da derinlerde, belki terk edilmiş, görülmemiş, anlaşılmamış, yok sayılmış, şiddete maruz kalmış, yarışamayacağı rol modellerin altında ezilmiş, kardeşler tarafından onaylanmamış, rekabet içinde kalmış olabilirler.
Sebebi her ne olursa olsun, kendi başınalığın yarattığı yalnızlık zihnin çemberini genişletse de o çemberi kırma yolları da yaratıcılığını genişletmiş bu insanların. Yazmışlar, çizmişler, anlatmışlar, tasarlamışlar… Her yaptıkları ile diğerlerinin fikir dünyasını zorladıkları gibi aslında kendi yalnızlık kapılarını da zorlamışlar. Diğerlerine doğru meyil etmenin bin bir yolunu denemişler.
Burada ulaşılmaya çalışılan “diğerleri” her biri için farklı bir kişi olsa da özünde, artık “diğerleri” kendileri dışındaki herkes olmuş. Yarattıkları ile genişleyen çemberleri, kendi içlerindeki yalnızlık çemberini biraz daha daraltmış.
Amacının tersine çalışan bu döngü, artık birincil ihtiyacı olan diğerlerine yaklaşmayı hükümsüz kılmış ama yerine çok daha efektif bir jeneratör bulmuştur; öfke!
Dışarıdan bakanın gözlerine sahip olan bu havalı kara koyunlar, birbirlerine bağlı “diğerlerinin” tüm eksikliklerine, sebeplerin kaçınılmaz sonuçlarına dair keskin öngörülere, ifade edilemeyen duyguların tercümesine, fark edilemeyen ihtiyaçların tespitine ve çözümüne dair birçok değerli fikre sahip olurlar. Çünkü onlar gerçekten dışarıdadırlar ve bundan sebep de gözlemcidirler.
Yalnızlığın yan etkilerinden biri budur; gözlemcilik!
Kapladıkları bir ayak numarası genişliğindeki alanlarından dışarıya bakarken, şimdiye kadar yaptıkları gözlemlerin sonucundan elde ettikleri öngörüye kimsenin kulak vermemesi ve belki de aynen çocukluklarındaki gibi bu sefer de fikirlerinin yarattığı yalnızlığın, başka bir anlaşılmamanın yalnızlığında “diğerlerinin körlüğüne” öfkelenirler.
Oyundaki değişiklik, artık o çembere dahil olmak istemezler. Kendi yarattıkları dünyaya dahil olunsun isterler.
Yalnızlıklarını, anlaşılma arzularını, ait olma, bağ kurma ihtiyaçlarını dünyaya yaratımları aracılığı ile haykırırlar. Yaptıkları bir yere kadar anlaşılır ama yine de kendi bütünlükleri anlaşılmaz.
Bu yüzden, yaratım süreci devam eder. Öfkenin bin bir hali önümüze heykeller, şarkılar, fikirler, hikâyeler, oyunlar olarak çıkarlar.
Yaratıcı insanın diğerlerinin gözündeki yerine dair kaygısı olması gereken zamanda yer değiştirmez ise yarattıkları, ilk hayal kırıklıklarının yanına yerleşir ve içsel çukurları -yalnızlıkları biraz daha derinleşir.
Burada yaratım da tekrara düşer, kişinin baktığı yer de duygu durumu da…
Yaratıcı kişinin bu tekrardan kurtuluşu, “diğerlerinin” ona dair yorumları, fikirleri, beğeni oranlarının dışında bir yerde seyretmeleri ile gelir. Yani aslında en korktukları şeyi yapmaları, gerçekten yalnızlıklarını kabul edip ayrışmalarıyla…