Yaraları Nasıl Saracağız? Koordinasyonu Önceden Sağlayarak Deprem Bölgelerine Gidin!

“Özenerek aldığım çay bardaklarım, misafir için sakladığım tabak takımlarım meğer ne anlamsızmış, çocuğumun ilk kıyafetlerini özenle kaldırdığım sandık, yıllarca yediğimizden içtiğimizden artırarak biriktirip aldığımız evimiz ve yuva dediğim şeyin yıkılması sadece bir buçuk dakika aldı.” dedi bir depremzede. Bir başkası, “düşmanımın bile yaşadığına sevineceğim aklıma gelmezdi” dedi. Onları dinlerken bir dolu para verip aldığımız şeylerin ne kadar önemsiz olduğunu anlıyor insan. Önceliklerimizi belirleyen her ne ise yerin dibine batsın demek istiyorsunuz. Bir yuva için ne gerekli sizce? Yıllarca çalışmamızın amacı bir evimiz, bir arabamız, iyi mobilyalarımız olsun, çocuğumuz iyi bir okulda okusun diye öyle değil mi? Ev yıkıldı, araba ezildi, okul paramparça… Geriye ne kaldı? Yaşamak! Arama kurtarma ekibinden duyduklarımsa tüyler ürperticiydi; “Herkes kurtardıklarını söylüyor ama çıkardığımız cansız beden çok daha fazlaydı, insan gece yatarken işte onlarla uyuyor.”

Kahraman Maraş Pazarcık, depremin merkez üslerinden biriydi. Evde oturup oraya buraya yardım göndererek pek de bir işe yaramadığımı hissediyordum.

Yapabileceğim daha fazlası olmalıydı. Hem sosyal medyada anlatılanlar hem de ciddiyetsiz tv kanallarında gösterilenler beni zerre ilgilendirmiyordu, kendi gözlerimle görmeli, durumu kendim anlamalı ve ne eksik ne yaşanıyor kendim bilmeliydim.

Birkaç görüşmeden sonra bana orada koordinasyon sağlayacak kıymetli insanlarla konuştum, kalacak yerim ayarlandı ve atladım ilk uçağa, Pazarcık’a gittim. Kaldığım yer Yukarı Pazarcık denilen yerde Pazarcık’a bir tepeden bakan bir muhitteydi. Nispeten kayalık olduğu için daha sağlam ve pek çok yere göre daha az hasar görmüş bir yerdi. Şunu yazarken bile utanıyor insan, “diğer yerlere göre daha az hasar görmek” ne demek. Yer yer yıkılan evleri görüyorsunuz elbette, her birinde ayrı hayatlar yaşanmış o evler artık yerle yeksan, bahçelerine ya da daha açık bir alana serpme çadırlar kurulmuş, bir hayatı devam ettirme çabasındaki insanları görüyorsunuz elbette. 

Akşam Pazarcık’a girerken hava da artık kararmıştı, Erol Evgin’in en sevdiğim şarkılarından birinin sözleri düştü aklıma; “Evlerin ışıkları bir bir yanarken, bendeki karanlığı gel de bana sor” diyordu şarkının sözlerinde. Buradaysa ne evlerde bir ışık vardı ne de insanların yüzlerinde. Herkes karanlığa gömülüyordu akşam olunca. Gündüzleri ise herkeste bir telaş, kimi emekli maaşı çekebilmek için ATM kuyruğunda sırada, kimi yemek sırasında, kimi enkazın altında hala cenazesi olduğunu ve yıkım kararının durdurulmasını istiyor, kimi yıkılmış evinin moloz yığınına bakıyor, herkesin elinde bir sıra numarası, bir dilekçe, oradan oraya koşuşturuyor. Yine de söylemeden edemeyeceğim, Pazarcık nispeten diğer yerlere göre daha koordine çalışmış, daha çabuk toparlanmaya başlamış gibiydi. Kahramanmaraş merkezdeyse durum daha kötüydü. 

İlk gün keşif gezisinin ardından Pazarcık Barınma Sorumlusu Kaymakam Mehmet Soylu ile görüştüm. Köylere neden 36 saat sonra girebildiklerini anlattı üzüntüyle, çektiği videoları gösterdi. “Yollar kaymış, yarılmış ve kayalar bazı yerleri kapatmıştı, üzerine bir de şiddetli kar yağışı vardı. Doğa sanki el birliğiyle önümüze türlü engeller çıkarıyor gibiydi. Önümüzde kayaları kaldırmak için bir greyder gidiyordu, aynı zamanda kar da kürüyordu ki yoldaki yarıkları görebilelim diye. Gidebildiğimiz son noktaya kadar araçlarla gittik ve gördük ki sonrasına devam etmemiz mümkün değil. Arama Kurtarma ekiplerinin yanı sıra sağlık ekipleriyle yaklaşık 3 kilometre, bir metre karın içinde köye tırmandık. Helikopter inemiyordu. Ne saha elverişliydi ne de hava şartları, ona rağmen büyük risk alıp oraya helikopter indirmeyi başardık.” 

Büyük çoğunluğunuz deprem ânı videolarını izlemişsinizdir. Yer kürenin ayakların altında nasıl çalkalandığını, ayakta bir insanın dahi duramayacak kadar nasıl dalgalandığını tüylerimiz diken diken izledik. İstediğiniz kadar yol yapın, dağları ve ovaları ayıracak kadar büyük bir depremin kul yapımı yolları yaramayacağını düşünmek ahmakça olur. Doğaya kafa tutulmaz, ona ancak ayak uydurulur. Doğayla iş birliği yapabilseydi insanoğlu, şimdi biz bu deprem için bir felaket, bir yıkım diye bahsetmiyor olabilirdik. Dere yataklarına, bataklıklara ev yapmamayı, bir ev yaparken nereye yapacağımız kadar, hangi malzemeyi nasıl kullanacağımızı da doğru tahkik edip uygulasaydık, bir felaketten bahsetmeyecektik. Binlerce insan maalesef, başka insanların açgözlülüğüne kurban gitti.

Neler yapabiliriz?

Gördüklerimden ve yaşadıklarımdan yola çıkarak söyleyebilirim ki, gönüllü olarak orada çalışmak istiyorsanız öncelikle koordinasyonunuzu sağlayacak bir STK veya dernekle temas halinde olmalısınız. Kafanıza göre “ben geldim, yardım edeceğim” diye gidemiyorsunuz. Jandarma ve polis hem çadır kentleri hem de tüm bölgedeki enkazları korumaya almış. Kimsin, nesin, necisin sorguluyor haklı olarak. Ben Kaymakam Mehmet Soylu beyle konuştuktan sonra bana bir program çıkardılar. Çadır kentlerdeki çocuk eğitim alanlarında çalışacaktım. Birlikte masal yaratıp sonra ortaya çıkardığımız masalın resmini çizecektik çocuklarla birlikte. Masalların iyileştirici gücünü kullanacaktım. 

On beş çadır kentten on ikisine gittim, iki köy dolaşıp boya kitabı, çocuk kitabı ve boya kalemleri dağıttım. Kucağımdan inmeyen miniklerle birlikte masal anlattım, masal dinledim. 62’den tavşan yapmayı öğrettim çocuklara. Kimi elimi bırakmadı, kimi kucağımdan inmedi, kimi beni öpmeye doyamadı, kimiyse uzaktan sessizce izledi. Mesafeli duranlara balonlar verdim, oyunumuza kattım, resim yaptığı sayfaya istediği hayvanın resmini çizdim, günün sonunda en çok onlar bana sarılır olmuşlardı. Sarılmanın ne kadar iyileştirici olduğunu gördüm. Çocukların birbirlerine nasıl yardım ettiğine şahit oldum. Kendini düşündüğü kadar kardeşini ya da yan çadırda kalan arkadaşını da düşünerek benden balon isteyenler oldu. Yanındaki arkadaşı kuş resmi çizemeyince ona yardım edip kuş resmi çizenini gördüm. 

Sahada canla başla çalışan psikososyal ekibinin ve öğretmenlerin hakkı ödenmez. Bir aydır kendi ailesini göremeden oradaki çocuklarla çalışan gencecik öğretmenlerin kendini nasıl paraladığına şahit oldum. Hepsi güler yüzle çocuklara kol kanat geriyor. Bazen de bir köşede sessizce ağlayıp gözyaşlarını çocuklardan saklıyorlar öyle büyük bir emek harcıyorlar ki o çocuklar için, ne kadar yorulduklarını gözlerinden okuyorsunuz. Benim gibi bireysel ya da derneklerle giden gönüllü eğitimciler geldiğinde bir parça nefes alıp dinlenebiliyorlar. Okul öncesi çocuklar için kreşler ve okul çağı çocuklar için derslikler kurulmuş. Çocukları derse adapte etmek öyle zor ki… Hala beşik gibi sallanan bir bölgede çadırda veya açık alanda olsalar dahi yanlarından kamyon geçse korkuyorlar. 

Gönüllü gitmek istiyorsanız koordinasyonunuzu gitmeden önce sağlamalısınız. Ne yapacağınızı, kim olduğunuzu açık bir dille yazmalı ve anlatmalısınız. Kaç gün kalacağınızı belirtmelisiniz. Gönüllülerle çalışmak onlara da iyi geliyor, taze bir nefes gibi oluyorsunuz. Her şeyden önce onları dinlemeli, yatıştırıcı olduğunu düşündüğünüz cümlelerinizi kendinize saklamalısınız. İyi niyetle söylenmiş her yatıştırıcı cümle şöyle algılanabiliyor; “sen ne anlarsın benim yaşadığımdan”. Dinlemek, sarılmak ve güler yüz herkese iyi geliyor. Oradan döndükten sonra asla giderkenki sizle aynı siz olmayacağınızı da bilin. Aklınız ve kalbiniz oradaki çocuklarda kalacak. Birkaç gün rüyalarınıza girecekler. Şehrinize döndüğünüzde etrafta yıkık bina görmeyi bekleyeceksiniz. Evinize vardığınızdaysa yemek takımlarınıza, mobilyalarınıza aynı gözle bakamayacak, çocuğunuzun en ufak bir şımarıklığına, oradaki çocukların şartlarını düşünüp, tahammül gösteremeyeceksiniz. 

Boyama kitabı dağıtırken yoldan geçen 10 yaşlarında bir çocuğa da kitaplardan vermek istedim. Bir tane uzatıp “Kardeşlerin varsa onlara da götürebilirsin bunlardan” dedim, kulaklar şu cümleyi duyduğundan beri, eskisi gibi olmayacağımı anladım; “Abla, benim kardeşlerimin hepsi öldü!”

Twitter

Instagram

Popüler İçerikler

Dışişleri Bakanı Hakan Fidan Suriye’de: HTŞ Lideri Colani Karşıladı
Kızılcık Şerbeti'nin Görkem'i Özge Özacar'dan Pembe'nin Osmanlı Tokadına Yanıt
İstanbul Bağcılar ve Ataşehir İlçe Milli Eğitim Müdürlüğü Okullarda Yılbaşı Kutlamasını Yasakladı!