Ya Yaşam Savaşı Vermek Yerine Ölmeyi Seçmek İsteseydiniz? Modern Dünyanın Tartışmalı Kavramı Ötanazi

Hayat bize her daim güzel sürprizlerle gelmiyor. Acı, üzüntü, keder ve ölüm de yaşadığımız bu hayatın bir parçası. Her ne kadar bu gerçeklerle yüz yüze kalıncaya dek görmezden gelmeyi seçiyor olsak da, üstünü bir yere kadar örtebildiğimiz şeyler bunlar... 

Sağlığınız yerinde olduğu sürece diğer her şeyin üstesinden gelebilirsiniz ama ya elinizden giden sağlığınız olursa? Acı içinde olduğunuz ve geçmeyeceğini bildiğiniz zaman hayatınıza son verilmesini ister miydiniz? Dini, işin hukuksal boyutunu ve diğer insanların ne düşündüğünü bir kenara bırakın ve düşünün. Ötanazi insanlar için bir çare midir, yoksa bir kaçış mı?

Ötanazi; mevcut tıbbi verilere göre iyileşmesi mümkün olmayan, şiddetli acı ve ızdırap verici hastalığa yakalanmış kişilerin tıbbi yollarla öldürülmesi veya tedavisinin kesilerek ölüme terk edilmesi olarak tanımlanıyor.

Tanım olarak kulağa başkalarının acı çekmesini engellediği için vicdani bir kavram gibi gelse de ötanazinin hukuk, ahlak, din gibi pek çok konuyu yakından ilgilendiren bir yapısı var. Bireylerin en temel kişilik hakkı olan 'yaşama hakkı' bir zorunluluk mudur, yoksa yaşama hakkının yanı sıra 'ölme hakkı' da olmalı mıdır? İşte ötanazi, tam da bu tartışmanın tam ortasında duran ve yüzyıllardır net bir cevabı bulunamamış keskin bir çizgi gibi karşımızda beliriveriyor.

Geçmişten günümüze kadar pek çok filozof, doktor, din adamı ve hukukçunun üzerinde kafa yorduğu ve bir türlü fikir birliğine varamadığı ötanazinin tarihi Antik Yunan ve Roma dönemlerine kadar uzanıyor.

Kelime anlamı 'güzel ölüm' olan ötanazinin uygulanış şekli açısından iki çeşidi var. Bunlardan ilki, öldürücü maddenin doktor tarafından hastaya doğrudan verildiği aktif ötanazidir. Diğeri ise makinelere bağlı yaşayan hastanın yaşam destek ünitesinden çekilmesi veya tedavinin kesilerek hastanın ölümünün beklendiği pasif ötanazidir.

Hollanda, Belçika, Lüksemburg, Kolombiya gibi ülkelerin yanı sıra ABD ve Kanada'nın bazı bölgelerinde ötanazi yasal bir işlem ve genelde hastaların isteği doğrultusunda sıklıkla uygulanıyor.

İsviçre ve Çin'de ise ötanazi uygulanması için özel klinikler bulunuyor. Ülkemizde ise aktif ötanazi yasal değil, hastaların sadece tedavi başlayana kadar pasif ötanazi hakkı var; ancak tedaviye başlanmışsa sonrasında hastanın tedaviyi durdurma hakkı bulunmuyor. Pasif ötanazi kabul görse de, işin dini inanç boyutunu göz önünde bulundurduğumuzda ülkemizde aktif ötanaziye pek de sıcak bakılmayacağını söylemek mümkün...

Peki, ötanazi nasıl uygulanıyor? Düşünüldüğü gibi hasta için huzur içinde bir ölüm mü gerçekleşiyor, yoksa uygulama sırasında hasta herhangi bir acı duyuyor mu?

Ötanazi işlemi, hastaya ilaç içirilerek ya da enjeksiyon yoluyla gerçekleştiriliyor ve uygulama öncesinde hastanın ölmek istediğini kesin bir dille ifade etmesi gerekiyor. Sonrasında hasta detaylı bir şekilde işlem hakkında bilgilendiriliyor ve ilaç sonrasında hastaya nasıl hissedeceği anlatılıyor. Hastaya uygulanan ilaç, hastanın bilincini kaybetmesine ve acı duymamasına neden oluyor. Sonrasında ise ilacın etkisiyle hastanın solunumu tamamen duruyor.

Ötanazinin ülkemizde yasal hale getirildiğini varsayalım. Bu durumda, kimlere ötanazi uygulanacağına nasıl karar verilecek? Çünkü ötanazinin bir de hastanın iradesi dışında gerçekleştirilme ihtimali var.

Hastaları ailelerine yük olarak gören kişilerin ötanazi hakkını suistimal etmesi mümkün. Böylesi bir durum söz konusu olduğunda, ötanazinin kötüye kullanımının önüne geçilmesi gerekiyor. Bununla ilgili ilginç bir örnek var:

Çocukken yakalandığı bir hastalık sonucu hareket kabiliyetini kaybeden ve 12 yıl boyunca komada kalan Güney Afrikalı Martin Pistorius, komadan çıktıktan sonra aile bireylerinin kendisiyle ilgili söylediği her şeyi duyduğunu dile getirmiş.

Martin'in söylediğine göre, öz annesi ona 'Umarım ölürsün.' diyormuş. Bu durumda aileye ötanazi hakkı verilmesi ve Martin'in hayatının kendi iradesi dışında elinden alınması ne derece doğru olacaktı?

Tabii, işin bir de insanın içini acıtan ve vicdanına yük olan boyutu var. Eğer hasta çok acı çekiyorsa ve kendi iradesiyle yaşamına son verilmesini istiyorsa, gerçekten ona engel olunmalı mı?

Kaliforniya eyaletinde, hastalığının son evresinde olanlar veya 6 aylık ömrü kalan hastalara ötanazi hakkı tanınıyor. Vücudundaki bütün kaslarının kontrolünü kaybeden 41 yaşındaki ALS hastası Betsy Davis, bu hakkı kullanarak hayata gözlerini yuman ilk kişiydi. Ölmeden önce bütün arkadaşlarını bir araya toplayan, onlarla dolu dolu iki gün geçiren ve güneşin doğuşunu son bir kez daha izleyip doktor kontrolünde hayatına son verilen Betsy'nin elinden bu hakkı alınmalı mıydı?

Gördüğünüz gibi, bu konuda kesin bir yargıya varmak oldukça güç. İnsanı çelişkiye düşüren pek çok nokta ve vicdani yük boyutu var. Sonuçta uygulayan kişi için de bu çoğu kişinin altına girmek istemeyeceği kadar büyük bir yük...

Yapılan araştırmalara göre, doktorlar iradeye bağlı olarak gerçekleşen ötanaziyi uygularken kendilerini daha rahat hissediyorlar. Çünkü hastanın onayının olduğunu bilerek ötanazi uygulamak, doktorların suçlu psikolojisine girmelerini engelliyor. Yine de ne açıdan bakılırsa bakılsın, hem hasta hem hasta yakınları hem de uygulayacak doktor için karar vermesi ve uygulaması oldukça zorlu bir süreç...

Son olarak sizi Tony Nicklinson'ın hikayesiyle baş başa bırakalım...

2005 yılında 'locked-in sendromu' adı verilen bir hastalığa yakalanan ve boynundan aşağısı felç olan Tony Nicklinson, uzun yıllar boyunca ötanazi hakkı elde edebilmek için mücadele etti. Nicklinson, hastalığı yüzünden ne kendi başına yemek yiyebiliyor ne de konuşabiliyordu. Nefes almakta bile zorlanan Nicklinson, çevresindekilerle sadece göz kırparak ve bilgisayar aracılığıyla  iletişim kurabiliyordu.

Tony Nicklinson, yıllarca mahkemelerde ötanazi hakkı için mücadele verdi. Ancak her seferinde bu isteği reddedildi. Son mahkemesinden sonra bir kez daha red cevabı alan Nicklinson göz yaşlarını tutamadı.

Ailenin avukatı Saimo Chahal'a göre, Nicklinson bu kararı büyük bir üzüntüyle karşılamış ve savaşı kaybettiğini düşünüp yemek yemeyi reddetmeye başlamıştı. Bir hafta boyunca yemek yemeyen ve vücudu iyice güçsüzleşen Nicklinson, git gide kötüleşmeye başladı ve sonunda zatürreye yakalandı. Ölümünün ardından kızı babasıyla ilgili bir paylaşımda bulundu ve merak edenler için babasının son sözlerini iletti: 

'Hoşçakal dünya, sonunda o an geldi ama mutlu bir hayatım oldu...'

Popüler İçerikler

Arkeolog Muazzez İlmiye Çığ 110 Yaşında Yaşamını Yitirdi
Göç İdaresi Başkanlığı Duyurdu: Türkiye'deki Suriyeli Sayısı Açıklandı
Teğmen Ebru Eroğlu İle İlgili Skandal Karar: Küfür ve Taciz İfade Özgürlüğü Sayıldı
YORUMLAR

Umarım hiçbir zaman ölmediğim için ağlayacak kadar çok acı çekmem. Çünkü bu, ölümden çok daha kötü.

08.06.2018

Ben oğlu acı çekiyor diye oğlunun da isteğiyle tüfekle vurup öldüren ve şu an hapiste olan baba biliyorum. Bunlar da var.

08.06.2018

ah hiç aklımdan çıkmaz bu söylediğin çocuk barsak kanseriydi babasına yalvarmış beni öldür diye sonra o babayı hapse attılar hep aklımda ve hep acıtır içimi

08.06.2018

Ötenazi bir haktır ancak benim adıma başkasının karar verebilme olasılığı sorunlu bir durumdur. Ailemin yok param yok, yok efendim biz sıkıldık deme hakkı olmamalı, bir insan vasiyet şeklinde yazmadığı/bilinçli bir şekilde belirtmediği sürece ötenazi uygulamak cinayettir.

TÜM YORUMLARI OKU (17)