Ya İstiklal Ya Ölüm! Ya Lâl Ya Tekerrür!

Neden her seçim öncesi patlamalar olur?

Neden her seçim öncesi savaşlar çıkarılmaya çalışılır?

Neden her seçim öncesi insanlar öldürülür?

Psikopatlarca yönetilen bir dünya!

Son 200 yılda tüm dünyada demokratik devletler, seçim döngüsünün başlarında nispeten daha fazla savaşa ve seçim döngüsü sonlarında daha az savaşa girme eğilimindeler. Son zamanlarda ise demokratik devletlerin (!) çatışma davranışlarına ilgisi yeniden canlandı ve baya arttı.  

Her savaş ve çatışma olaylarında, kaçınılmaz olarak toplumun aklında oluşan şu ki; seçim dinamikleri kısa vadede savaşa girişi azaltabilir, uzun vadede ise savaşı daha olası veya daha şiddetli hale getirebilir: Yani: 

'Oyumu buna göre belirlemeliyim.'

Savaş, özellikle insan hayatları yok olduğunda, halkın siyasete olan ilgisini arttırır. Ölümlülükle ilgili sosyal psikolojik araştırmalar ortaya koyuyor ki, ölüm ve kayıplar arttıkça; insanların dünya görüşleri özellikle milliyetçilik ideolojileri üzerinde yoğunlaşıyor. Bu ideolojide birleşen kişilerin oy çokluğuna ulaşması, 50 yıllık bir dönem içerisinde, 23 demokrasi incelendiğinde de aynı sonuçları verdiği, Harvard tarafından yapılan incelemede açıkça görülüyor. Ayrıca savaşlar ve çatışmalardaki bu can kayıplarının, en büyük etkisini de siyasetle en az ilgilenen insanların olduğu göze çarpıyor. Yani savaş ortamıyla hiç oy vermeyen bir kesimi; hem milliyetçi yapmış, hem de milliyetçi bir partiye oy vermesini sağlamış oluyorsunuz.

6 yılda bir gerçekleşen bomba tutulması...

Düşünün: Bir devlet yöneticisi sizi 'terörü bitirdik', 'terörü hep birlikte bitiriyoruz!', 'verin bize yetkiyi terörü çözelim', 'işte şimdi birlik olma zamanı' diye diye sürekli kendini tekrarlayan cümlelerle, devamlı suretteki gerçek dışı demeçleriyle kandırmaya çalışıyor. Terör vahşetleri de bir yandan sürmeye devam ediyor. İş bu hal; savaş ve silah yanlısı cahil bir seçmeniniz ve açlıkla, eğitimsizlikle, gerçek bilgiye ulaşamamayı sağlayan sansürlerle daha da cahil hale getirmeye çalıştığınız bir toplumunuz varsa, terör katliamlarının, en çok da bu yöneticilere yarıyor oluşu da tüm dünyada su götürmez bir gerçek. 

Oysa ki kent merkezlerinin hedef alındığı, yüzlerce kişinin hayatını kaybettiği ve şimdi Haziran seçimlerine 7 ay kala, yeniden bombalı saldırının yapılması üstüne, devleti yönetmekle görevli kişi tarafından yapılan açıklamada dahi; bazı yaralılar için 'bunun dışında böyle çizikti, şuydu, buydu, vesaire gibi rakamlar' diye demeç vererek, güvenliğinden sorumlu olduğu insanların, yürekleri dağlanmış ailelerin, beyinleri ağır travmaya uğrayan annelerin, babaların, çocukların, bir ömür boyu unutamayacağı ve belki de bir ömür boyunca psikosomatik hastalıklar yaşayacağı acılarının, travmalarının, küçümsenmeye ve normalleştirilmeye çalışıldığı terör katliamları, bütün bir ülkeyi travmatize ederek, hafızaları tetikleyerek, kanlar ve cesetler içerisinde olağanca şiddetiyle yine aynı terane biçiminde, patlama - sansür - seçim döngüsünde, yalnızca bir 'rakam', bir 'vesaire' olarak sürmeye devam ediyor! 

Tıpkı 7 Haziran 2015 sonrası bir buçuk yıl devam eden o terör saldırıları gibi. 

  • 20 Temmuz 2015  SURUÇ  ŞANLIURFA

İŞİD Saldırısı: 34 ÖLÜ, 150'den fazla yaralı!

  • 10 Ekim 2015  ANKARA GARI  ANKARA  Türkiye tarihinin en kanlı saldırısı.

İŞİD Saldırısı: 103 ÖLÜ, 500'den fazla yaralı!  

  • 12 Ocak 2016   SULTANAHMET MEYDANI  İSTANBUL

İŞİD Saldırısı: 13 ÖLÜ, 16'dan fazla yaralı!

  • 17 Şubat 2016  ÇANKAYA  ANKARA

TAK Saldırısı: 29 ÖLÜ, 61'den fazla yaralı!

  • 13 Mart 2016  KIZILAY   ANKARA

TAK Saldırısı: 38 ÖLÜ, 300'den fazla yaralı!

  • 19 Mart 2016  İSTİKLAL CADDESİ  İSTANBUL

İŞİD Saldırısı: 5 ÖLÜ, 36'dan fazla yaralı!

  • 27 Nisan 2016   ULU CAMİ  BURSA  

TAK Saldırısı: 1 ÖLÜ, 13'den fazla yaralı!

  • 7 Haziran 2016  VEZNECİLER  İSTANBUL

TAK Saldırısı: 13 ÖLÜ, 36'dan fazla yaralı!

  • 28 Haziran 2016  ATATÜRK HAVALİMANI  İSTANBUL

İŞİD Saldırısı: 45 ÖLÜ, 250'den fazla yaralı!

  • 20 Ağustos 2016  ŞAHİNBEY  GAZİANTEP

İŞİD Saldırısı: 59 ÖLÜ, 90'dan fazla yaralı!

  • 10 Aralık 2016  BEŞİKTAŞ  İSTANBUL

TAK Saldırısı: 49 ÖLÜ, 240'dan fazla yaralı!

  • 17 Aralık 2016  1. KOMANDO TUGAY KOMUTANLIĞI ARACI  KAYSERİ

PKK Saldırısı: 15 ASKER ÖLÜ, 54 askerden fazlası yaralı!

Savaşlar en çok kime yarıyor?

7 Haziran 2015 seçimlerinde tek başına hükümeti kuramayan %40'a düşen Akp, 1 Kasım 2015'te yapılan yeni seçimde aldığı %49,5 oy ile 317 milletvekilini parlamentoya göndererek yeniden tek başına iktidar olacak çoğunluğa ulaştı.

İktidarını sürdürmek için ya da ideolojisini yaşatmak için her yeri kana bulayan her örgütten, her oluşumdan, her ideoloji ve her partiden tiksinmeye devam ediyoruz:

'Seçime dek neler göreceğiz?' herkesin travmatize edildiği seçim sürecinde kafalarında hortlayan, yüreklerine oturan tek soru. 

2013: Çözüm süreci, yerel seçim öncesi 

Hatay'ın Reyhanlı ilçesinde 11 Mayıs 2013'te 53 ölü, 146'dan fazla yaralı.

2017: Referandum Yılı   

İstanbul Ortaköy Reina İŞİD Saldırısı: Çoğu yabancı uyruklu 39 ölü, 71'den fazla yaralı.

15 Ocak 2017 İzmir Bayraklı Adliye TAK Saldırısı: 2 ölü, 7'den fazla yaralı.   

Bir bombanın yarattığı korkudan fazlasına sahip olmamızın nedeni, tüm ülkenin tetiklenmiş hafızasıyla, histeri içerisinde 'daha yeni başlıyor', bu ülkede canımızı her an kaybedebiliriz’ ‘hayatımız pamuk ipliğine bile bağlı değil artık' diye düşünmesi, tüm bu travmanın artık aşırı normalleşmiş oluşu. Hafızalara kazınan tüm bu olaylar, artık toplumun bir karakteri olmaya başlayıp, her seferinde ise Türkiye adına büyük dönüm noktalarında meydana geliyor. 

Ne yazık ki Türklerin tarih boyunca birbirleriyle savaştığı bu döngüde, yine elbette Türkiye'de özellikle seçimler öncesi patlamalar çıkmaya ve yöneticilerin gözlerinde o harcanabilir toplum kitlesi öldürülmeye başlandı.

'Biz Türkler tarih boyunca hürriyet ve istiklal timsali olmuş bir milletiz.' Mustafa Kemal Atatürk

YA BAĞIMSIZLIK YA ÖLÜM!

YA ÖZGÜRLÜK YA ÖLÜM!

HA SANSÜR, HA YOKOLUŞ.

HA MUHALİF, HA DÜŞMAN.

HA DÜŞÜN, HA HAPİS.

Neden gerçek bilgiye ulaşmak engelleniyor?

Yayın yasağının gelmesi korku imparatorluğunun bir katliamı. 

Devlet yöneticilerinin (evet hepsi çünkü siyaset danışıklı dövüştür) tek adam rejimi, medyayı kendine bağlamak ve tek sesli bir ortam yaratmak için kamu bankalarının kredi olanaklarını ve kamu ihalelerini kullanarak büyük bir operasyon yaptı. Kamuoyu gerçek bilgiye ulaşabileceği geleneksel merkez medyaya ulaşabilme olanağını kaybetti. Zamanında verilen doğru haber ve gerçek gazetecilik, yani gerçek bilgi; her zaman toplumların hızla gelişmesine katkıda bulunur.

Dezenformasyona yol açan devlet yöneticileri eğer ülkeyi cahil bırakmak ve kendi bildiğince asıp kesmek isterse, toplum ve halk üstünde korku ve baskı oluşturur. Yayın yasağı ile birlikte sanki hiçbir şey olmamış gibi üç maymunu yine normalleştirmeye çalışan, memleket yönetemeyen yöneticiler, doğru haberi yapıp, kurumlardan bilgi akışına devam etmek yerine, anında internetini kesip, yavaşlattıkları ülkenin Twitter akışında açıklama yapıyor. Ülkenin göbeğinde bombalar patlarken, tek icraatları yayın ve internet yasağı yapmanın sorumlularının, Twitter'dan taziye yayınlaması nasıl bir akıl tutulması?

Salt korkuyla baskılanan toplum kendine has bir dil geliştirdi, söyleyemediklerimizle anlaşıyoruz ve küfretmemek için hepimiz filozof, metaforik oluyoruz.

İçinde bulunduğu ülkenin, başına gelmiş bir facianın, üstesinden gelmek isteyen bir toplum, bir anda ne olup bittiğini ne öğrenebiliyor ne haber alabiliyor. Bu süreç içerisinde daha başka vahşetler olsa, ardından çıkacak kaosun, toplum histerisinin yönetimine dair yine hiçbir mantıklı hareket yok. 

Anayasa'nın ihlali anlamına gelen, hukuka aykırı bant daraltma uygulaması hakkında yurttaşların, yaşanan bu hak ihlalleri sebebiyle, görevi kötüye kullanma, ifade özgürlüğünün dayanıksız bir biçimde engellenmesi suçları bakımından BTK hakkında suç duyurusunda bulunmaları tek mantıklı çözüm şimdilik. Bu tür kalıcı hale gelebilecek, hukuka aykırı uygulamaların önüne geçmediğimizde, tıpatıp örneklerini, yobaz yöneticiler tarafından kuşatılmış komşu ülkeler olarak gayet gözümüzün önünde ve dibimizde yaşandığını hepimiz biliyoruz. İran; kadınların en büyük özgürleşme hareketinde, interneti kapatmasının ardından, 15bin protestocuyu idama mahkûm ettiğini açıkladı.

Keyfe keder interneti kesmek, hiçbir şeye ulaşamamak, haber alınamayan saldırıdan daha korkutucu değil mi?

Güvenliğinden sorumlu olduğu insanlar zalimce havaya uçurulurken, kurdele kesip ev dağıtma yayınları yapmak, başka ülkelere uçmak, devlet yöneticileri beyin yapısında ne anlama geliyor sizce? 

Bitmeyen bir huzursuzluk, güvensizlik, haksızlık, gün be gün artan umutsuzluk ile şiddet dünyasına tüm korkularınla teslim ol, sin ve normalleştir mi?

Peki ya asıl Türk istihbaratının zayıflığına neden kimse değinmek istemiyor?

Daha geçenlerde 12 Kasım'da içişleri bakanının (evet küçük harf), 'terörist sayısı bugün 120'nin altına düştü, daha aşağıya düştü de onu sonra söyleyeceğim' demesinin hemen ertesi günü 13 Kasım'da, sınırlarına hakim olmadığınız, yönetemediğiniz memlekete akıttığınız bu teröristler, yine geçenlerde Mersin'de polis evine saldırı girişimde bulunan iki PKK'lı terörist gibi, Suriye'den elini kolunu sallaya sallaya Türkiye'ye girip, yönetemediğiniz memleketin insanlarını öldürdü, öldüremediklerini de yaşarken öldürdü. 

Ülke sınırlarından teröristlerin girişine engel olmak görevi iken, yine hemen dış güçleri suçlamaya kalkan bu içişleri bakanı, Suriye'nin Kuzeyinde, yaratılmasında kendilerinin de büyük katkıları olan bu bölgede, Abd'nin de müttefiklik ilişkisine sığmayan ilişkiler geliştirip YPG’yi (yani PKK) silahlandırırken, bu işbirliğinden vazgeçmeyi neden akıl edip politik - diplomatik gelişimleri yapmadı? Peki bu içişleri bakanını hala görevde tutan yönetici bunları görmüyor mu?

Polis cinayetlerini 13 bin kişilik polis açığıyla tamamlamaya kalkmanız ile; içerideki terörist azlığını dışarıdan tedarikle sağlamak aynı matematik denklemi değil mi?

Peki sınırlar neden açık?

Neden sürekli sınırlardan, kimliği belirsiz ve sayısız (12 milyonu aşkın) insan Türkiye'ye giriş yapıyor?

Uluslararası mafyanın merkez üssü yaptığı, İŞİD yöneticilerinin Şişli İstanbul'un göbeğinde yol kesip, insan öldürdüğü bir ülkede, PKK (1978) ile 44 seneyi aşkın bir iç savaşın hüküm sürdüğü, 60 - 70 yıldır terör örgütleriyle (KIBRIS Türkleri Kanlı Noel 21 Aralık 1963 EOKA Saldırısı: 364 ölü, 104 Türk köyü boşaltıldı), (1982 ASALA Saldırıları: 42 Türk diplomat ölü, 4 yabancı uyruklu ölü, 15'i Türk, 66'dan fazla yabancı uyruklu yaralı) kuşatılan bir ülkede, şimdi devlet yöneticileri tarafından açık bırakılmış ülke sınırlarından, kaçak (!) yollarla girdiği saptanan ve New York sweatshirtüyle poz verdirilen PKK/YPG/TAK bir katliamcı, ülkenin içişleri bakanının 'Amerika'nın taziye mesajını kabul etmiyoruz' diye demeç vermesi, son derece işlek ve evet dünyaca ünlü turistik, kamusal bir caddenin herkes için erişilebilir olmasının engellenmesi; yok efenim bankları, saksıları kaldırmak, yok efenim 1200 Türk bayrağı döşeme şovları hep;

Türkiye'yi sürekli tehdit sarmalına, korku, şok ve travma doktrinine indirgemenin bir sonucu. Sonu gelmeyen bir tekinsizlik, herkesin suçlu varsayılması ve bunun 'Burası Ortadoğu' diye normalleştirilmesi.

"Ne diyeceğimi bilmiyorum", "çok üzgünüm", "yargılanacaklar", "kormuyoruz" "umudunuzu kaybetmeyin", "başımız sağolsun"...

🙈🙉🙊

Herkes susuyor 

Kimse düşünmüyor

Herkes konuşmaya dahi korkuyor

Başımız sağ olsun deyince sağ olmayacak hiç kimse. 

Diyeceğim şu ki;

Türkiye ben doğduğumdan beri hiçbir zaman güvenli ve güven veren bir ülke zaten olmadı.

İzole ve kendi küçük dünyanızda kalmadığınız sürece, özellikle de benim gibi bir gezgin olduğunuzda, cahil bir ülkenin acı gerçeklerini ve korku imparatorluğunun toplum üstündeki travmasını, size yaşatıla yaşatıla iyice öğrenmeye başlıyorsunuz.

Bundan 15 sene önce, Cihangir Beyoğlu'nda 3 sene boyunca yaşarken, o dönemler henüz katledilmemiş ağaçlı İstiklal'i arşınlamayı hep sevdim, ta ki 1 Mayıs'ta polisin kovaladığı insanlara ve havaya yağdırdığı mermiler, evimin salonundan içeri girecek diye yerlerde sürüklenerek kuytu odalara kaçmaya çalışırken hissettirilen travmalar ve korkular ile o tekinsiz hissetmelerin başlamasıyla...

Bu, o zaman da hep böyleydi, şimdi de böyle. Hayır asla fiilen bir mitinge, örgütlenmeye, yürüyüşe de katılmadım, çünkü ülkeyi, yöneticileri ve insanları tanıyorum. Hep internet üstünden yoğun bir biçimde desteklediğim yaşam hakları oluşumları olabildi sadece.

Daha yeni 2021'de beni yaşatmayan bu ülkeden kaçmadan evvel, Cihangir'de kuzenimle uğurlaşmak için uğrayıp, yürümek istediğimde, ancak görünce içinden geçmeye dahi çekindiğim, yer gök düz betonarme hale getirilmiş İstiklal'de, kafasında bomba patlamış gibi kanlar içindeki kel kafalarıyla dolanan, yabancılaştığımız yabancıların aşırılıklar içinde davranış fazlalığı, devasa bir cami (kime şovun?) gölgesinde bali çekmiş küçücük çocuklarla harmanlanışındaki, ve tabii ki yine kendimi tutamayıp gidip tüm bu saçmalığı izleyen polislere burası niye bu halde diye sorup, yanıt alamadığım sahneler gözümün önünden gitmiyor, gitmiyor. 

Henüz daha küçücük bir çocukken ise servisi kaçırıp, ortaokuldan evime dönmeye çalışırken, ülkedeki en medeni deyip durduğunuz doğup büyüdüğüm topraklar olan İzmir, Karşıyaka Anadolu Lisesi'nin hemen önündeki durakta bana pipisini gösteren amcalar mı dersiniz, dişi olduğum için sürekli nefret kusup, her türlü şiddeti uygulamaya kalkan, beni kapatmaya çalışan, özgür karakterimi ısrarla yok etmeye uğraşan, afaki uydurmalar dizdikleri dinlerden başka hiç bir şey konuşamayan sürüsüyle cahil insanlar mı dersiniz, jet setin deniz gözükmeyecek denli gösterişli dev teknelerle doldurduğu Göcek'te arkadaşımın teknesinde yalnız uzanırken, adaya çıkıp, beni dikizleyerek taciz etmeye çalışan herif mi dersiniz, Kelkit'te bacağımın dizimden aşağısı açık diye, diz altı etek giymişim diye, ailemin yanında düğün evinde gelip bacağıma vuran yobazlar mı dersiniz, Sivas Zara'da 40 derece sıcakta yürürken yolumuzu kesip 90 küsür yaşındaki her tarafı kapalı nineme çorap giymediği için yolumuzu kesip 'bu günah' diyen yoz cahiller mi dersiniz, Atatürk ilke ve inkılaplarına uygun şekilde ve gayet normal bir şekilde giyindiğim için işittiğim binlerce hakaretler, küfürler, tacizler, fiziksel ve sözlü saldırılar mı dersiniz, şiddetin her türlüsüne her daim maruz kalarak yaşatıldığımız, asla yakalanmayan canilerle bir arada yaşamamızın aşırı normalleştirildiği, artık ekin bile alınamayan o güzelim verimli topraklara, şimdi lanetli mi deyin artık ne derseniz deyin, eyleme geçmediğiniz sürece de hiç bir şey de ğiş me ye cek. De ğiş mi yor.

Bir ki üç.

Tıp.  

🤫 

Kaynaklar: 

https://dataverse.harvard.edu/dataset.xhtml?persistentId=doi:10.7910/DVN/BLXMCY

https://www.jstor.org/stable/174145

https://m.bianet.org/bianet/medya/269934-ifade-ozgurlugu-ve-haber-alma-hakki-dayanaksiz-bir-sekilde-engellendi?fbclid=PAAaY1jig6EnFCRzuYN_pAwz8danYpmhhYzfQy8j7ZpJ-vi6dhQ-TWTW_yu6o

https://tr.boell.org/tr/2022/09/20/goc-politikalari-turkiyedeki-multeciler-ve-2023-secimleri

Instagram

Facebook

Popüler İçerikler

Dolce Gabbana’nın 1200 Liralık Keki: “Dubai Çikolatasından Sonra Ucuz Geldi”
Erdoğan’dan Ortak Türk Alfabesi Açıklaması: “Ortak Türk Alfabesi Projesi Tarihi Adımdır, 34 Harften Oluşuyor”
Serhat Kılıç Seksenler Dizisinde Rol Arkadaşı Olan Vural Çelik'in Cenazesine Neden Katılmadığını Açıkladı!