Vincent Van Gogh'un Hiçbir Tablosundan Eksik Etmediği Sarı Renginin Geçmişe Uzanan Büyüleyici Hikayesi

Herkes Vincent van Gogh'un en sevdiği rengin sarı olduğunu bilir. Peki neden? Hem sarı renginin binlerce yıllık tarihini hem de Gogh'un sarı rengine olan düşkünlüğünün sebebini sizler için derledik... 👇

Hikayemiz 19 bin yıl öncesine dayanıyor. Sarı rengi, resimdeki en eski renklerden biridir.

Geçmişte sarı toprakboyasından elde edilen bu renk, halihazırda kilsi yapısı ile doğada mevcuttu.

Lascaux'taki (M.Ö.) 17 bin yılına ait bu mağara çizimlerinde sarı bir at görüyoruz. 👇

Yine topraktan elde edilmesiyle sarı rengini dünyanın dört bir yanındaki antik eserlerde görüyoruz.

Özellikle Antik Mısırlılar bu rengi çok seviyordu çünkü altına benziyordu! Romalılar da bu rengi en az Mısırlılar kadar seviyordu.

Ortaçağ'da sarı rengi, Yehuda ile ilişkilendirilmeye başlandı. İncil'de buna dair bir bilgi olmasa da hep sarı bir giysiyle resmedildi.

Giotto'nun bu eserinde olduğu gibi. (1267-1337) ☝

Rönesans'a kadar sanatçılar 16. yüzyılda gerçek perspektif ve sanatta derinliği benimsemeye başladı.

Böylece sarı rengi olumsuz çağrışımlardan kurtuldu. Raphael'in Atina Okulu tablosunda bu rengin baskın olduğunu görüyoruz.

Ancak Rönesans esnasında şekil ve kompozisyona önem veren Floransa ve Roma sanatçıları ile renge önem veren Venedik sanatçıları arasında bir gerilim vardı.

17. ve 18. yüzyıllara ilerlerken rengin kendisi asıl sahneyi almaya başladı. Nicolas Poussin de tıpkı ardından geldiği Titian gibi renkleri çarpıcı bir şekilde resmediyordu.

Özellikle de sarı rengini.

Caravaggio ise sarı rengini daha önce görülmemiş bir şekilde kullandı: Güneş ışığını resmetmek için!

The Calling of Saint Matthew (1600)

Rönesans'tan 18. yüzyıla uzanan süreçte dikkat etmeniz gereken bir diğer nokta ise sarı renginin artan gerçekçiliği.

Sanatçılar dünyayı olduğu gibi resmediyordu.

Vermeer'in Milkmaid (1658) tablosunda sarı giyinen sütçü kızın ta kendisi gibi.

Fakat işler Romantik sanatçıların duygunun sanatı besleyen asıl şey olduğunu düşünmesi ile değişti.

Tıpkı JMW Turner'ın bu eserinde gördüğümüz gibi.

Ancak 19. yüzyılda sanat dünyasını hükmeden Paris, Güzel Sanatlar Akademisi'ydi.

Yüksek Rönesans döneminin sadık takipçileri olarak Leonardo ve Raphael'i takip ettiler: İnsan formunu, kompozisyonu ve perspektifi öncelik haline getirdiler.

Akademi sanatçıları Yüksek Rönesans'ta gördükleri her şeyi taklit ettiler. Klasik ve İncil'e ait temalar da dahil olmak üzere...

Bunun sonucunda atölyelerde modellik yapan modeller ortaya çıktı.

Akademi'ye tepki olarak ise İzlenimcilik (Empresyonizm) ortaya çıktı.

Edouard Manet ve Claude Monet gibi sanatçılar, dünyanın bir sanatçının atölyesi gibi görünmediğini düşündü.

Bu akımda her şeyi daha farklı görüyoruz: Gökyüzünü, değişen ışıkları ve birçok şeyi...

İncil'e ait ve Klasik parçalar resmeden Empresyonistler sıradan hayattan kesitleri de kullanıyordu.

Şimdi ise 1880'lere geldik: Eski teoloji öğrencisi ve vaiz Vincent van Gogh resim yapmaya başladı.

İlk baştaki eserleri, bildiğimiz Gogh'tan farklı. Canlı renkler nerede? Sarı rengi nerede? Burada Gaugin'e değinmemiz gerekiyor...

Paul Gaugin (1848-1903) bir adım ileri atarak Empresyonizme tepki gösterdi. Gerçekçiliğin daha öznel bir tarzını benimsedi.

Soyut düşüncelere dalan Gaugin, rengi gördüğümüz dünyadan özgür kıldı; farklı aktardı.

Gaugin, doğal olmayan renkleri benimsedi. Resimlerinde derinlikten ziyade yarı-soyut imgeleri resmetti.

Vincent van Gogh, Gaugin ile Paris'te tanıştı. İkili daha sonra bir süre birlikte yaşadılar.

Gogh, hem Paris İzlenimciliğinden hem de Gaugin'den çok şey öğrendi: Renkleri özgürce kullanmaya başladı. Gitgide canlı renkleri benimsemeye başladı.

Hem İzlenimcileri hem de onlara tepki gösteren Post-İzlenimcileri gören Gogh'u etkileyen şey dünyanın gerçek rengini unutarak hissettiği gibi resmetmesi oldu.

Bu ayrıca bize Gogh'un niçin hem parlak sarıyla hem de gerçekçi olmayan bir şekilde resmettiğini açıklıyor.

Ancak sarının tarihinden ziyade Gogh için olan asıl önemini kendisi 1888 yılında kız kardeşine yazdığı mektupta belirtmişti:

Güneş, sadece sarı diyebileceğim, onun için daha iyi bir sözcük bulamadığım ışık, parlak sülfür sarısı, solgun limon sarısı. Sarı ne kadar da güzel!

Sarı, ona ilham veren bazen endişeli bazen sorunlu dehasını ortaya çıkaran bir renkti.

Ya bir odanın tümünü kaplıyordu ya da Arles hastanesindeki manzarasıydı.

Çizdiği canlı gece de gerçek dünyada olduğu gibi değil, hissettiği gibiydi. Bu sayede çoğu fotoğraftan daha derin ve his doluydu da diyebiliriz.

Siz bu konu hakkında ne düşünüyorsunuz? Yorumlara buyurun...

İlginizi çekebilir 👇

İlk Bakışta Sıradan Bir Aile Portresi Gibi Görünmesine Rağmen Gizemlerle Dolu Meşhur Tablo: Amerikan Gotiği
İtalyan Rönesansı'ndan Barok Döneme! Modern Görsel Tarihi Şekillendiren En Önemli Sanat Akımları
Rönesans Dönemi Sanatçılarından Sandro Botticelli'nin Venüs'ün Doğuşu İsimli Tablosu

Popüler İçerikler

Mike Tyson Kaybetti: Tarihi Mike Tyson - Jake Paul Maçında Neler Oldu?
Rasim Ozan Kütahyalı’dan Atatürk Sözleri: “Şeytan Taşlamakla Anıtkabir'de Yapılanlar Benzer Eylemler”
Eski Bakan Işın Çelebi'den Fenerbahçe'ye Sert Yanıt: ''Devletin İmkanlarını Kullanıp ‘Yapı’ Diyemezsin''
YORUMLAR

Yüksük otu? Dijital intoksu? Sarı-yeşil diskromopatisi?

SEN DE YORUMUNU PAYLAŞ