Sonuç olarak, gelişme çağındaki çocukların psikolojik gücü, yalnızca bireysel bir direnç ya da karakter özelliği olarak değerlendirilemez; aksine bu güç, sosyal çevre, duygusal destek, bilişsel uyarım ve pedagojik yönlendirmeyle beslenen çok katmanlı bir psikososyal kapasitedir. Çocukların hayata karşı sergiledikleri duruş, karşılaştıkları sorunlara verdikleri tepkiler ve benlik algıları; evdeki ebeveyn tutumlarıyla, okulda maruz kaldıkları öğrenme iklimiyle ve yaşadıkları toplumun kültürel normlarıyla şekillenir. Bu çok boyutlu etkileşim içinde çocuğun psikolojik gücü, sadece güçlü olmayı değil; kırıldığında onarılmayı bilmesini, düştüğünde ayağa kalkacak içsel motivasyonu yeniden inşa edebilmesini ve hayatın belirsizliklerine karşı içsel bir yönelim geliştirebilmesini de içerir. Dolayısıyla, bu gücü inşa etmek ve sürdürülebilir kılmak, yalnızca bireyin değil; ailenin, okulun, toplumsal yapıların ve politikaların da doğrudan sorumluluğundadır.
Günümüzde eğitim politikalarının odağında akademik başarıya yapılan vurgu, çocukların psikolojik dayanıklılığını göz ardı edebilmektedir. Ancak sayısız araştırma, zihinsel sağlıkla desteklenmeyen akademik performansın geçici, kırılgan ve uzun vadede sürdürülemez olduğunu ortaya koymaktadır. Çocukların duygularını tanımaları, ifade etmeleri ve düzenleyebilmeleri; akran ilişkilerinde güven duygusunu tesis edebilmeleri, başarısızlık karşısında benlik değerini yitirmemeleri, psikolojik gücün temel bileşenleri arasında yer alır. Bu noktada okul rehberlik servislerinden sınıf öğretmenlerine, ders içeriklerinden teneffüs ortamlarına kadar her bileşenin, çocuğun bu gücünü besleyecek şekilde yeniden düzenlenmesi gerekir. Hatta müfredatların dahi bilişsel becerilerle birlikte duyuşsal kazanımları da içerecek şekilde yeniden yapılandırılması, çağın gerekliliği hâline gelmiştir. Çünkü psikolojik gücü gelişmemiş bireyler, en iyi eğitim sistemlerinde dahi toplumsal bütünlüğü sağlamakta zorluk çeker; kendi potansiyellerini gerçekleştiremezler.
Bu bağlamda, çocuğun psikolojik gücünü yalnızca bir “mental sağlık” başlığı altında değil, aynı zamanda bir eğitim, eşitlik ve insan hakları meselesi olarak ele almak gerekir. Eğitim kurumları; sadece bilgi aktaran yapılar değil, aynı zamanda duygusal gelişim, kişilik oluşumu ve toplumsal aidiyet inşası için kritik öneme sahip ortamlardır. Bu nedenle bir çocuğun içinde bulunduğu sosyal ağlarda —aile, okul, arkadaş grubu, mahalle ve dijital ortamlar— sağlıklı, destekleyici ve esnek yapılar kurmak, psikolojik gücün gelişimini doğrudan etkiler. Çocuğun travmalarla baş etme kapasitesinden hayal kurma cesaretine, benlik saygısından öğrenmeye olan içsel motivasyona kadar pek çok alan, bu psikolojik gücün varlığına bağlıdır. Bu nedenle, gelişme çağındaki çocukları yalnızca bugünün öğrencileri ya da geleceğin yetişkinleri olarak değil; varoluşlarıyla bugünü dönüştürme kapasitesine sahip bireyler olarak görmek ve onların psikolojik dayanıklılıklarını artıracak bütüncül yaklaşımları bir hak ve sorumluluk çerçevesinde değerlendirmek, çağdaş eğitim anlayışının temel taşı olmalıdır. Bu farkındalık yerleşmediği sürece ne bireysel ne de toplumsal anlamda sürdürülebilir bir gelişmeden söz etmek mümkün olmayacaktır.
Instagram
X
LinkedIn
Bu makalede öne sürülen fikir ve yaklaşımlar tamamıyla yazarlarının özgün düşünceleridir ve Onedio'nun editöryal politikasını yansıtmayabilir. ©Onedio