Varlığımız Yarın Kadar Düne de Bağlı! Mimari Kıyımın Başkenti

Geçtiğimiz hafta İtalya’dan bir misafirimiz vardı; değerli bir akademisyen, farklı branşlarda çalışmamıza rağmen sık sık fikir teatisi yaptığım ve dünyaya bakışını sevdiğim biri. Azerbaycan’da bulunmam nedeniyle İstanbul programına dahil olamadım ama görüntülü konuştuk ve bana neler yaptığını, nereleri gezdiğini, izlenimlerini, düşüncelerini anlattı.

Tarihi Yarım Ada’daki tarihi ama ihmal edilmiş hanların neredeyse tamamını gezmişti, sosyal medyadaki gezgin hesaplarda keşfetmiş ve araştırıp not almış aylar öncesinden.

Turistik rehberlerin tümünde yer alan ve çokça bilinen tüm noktalara ek olarak, İstanbul’un saklı güzelliklerini keşfetmekten büyük keyif almıştı. Ama bana ne dedi biliyor musunuz? “Bu kadar güzel olan şeylerin yok olmaya mahkûm edilmesine nasıl izin veriyorlar, nasıl izin veriyorsunuz? Büyülendim ve şaşkınlıkla üzüldüm.” 

Canım sıkıldı, düşündüm, söyleyecek şey bulamadım. Haklıydı. Öyle üzgün bir ses tonuyla söylemişti ki içimden şunu geçirmiştim ben de “sizde olsa tek bir çivi bile çaktırmazdınız, değil mi?” Burada İtalya güzellemesi yaptığım yok. Bunlar gerçekler. Avrupa’nın çok önemli bir kısmı, büyük yıkımlardan geçen tüm kentlerinde 100 yıl önceki fotoğraflarında neyse bugün de odur. Mimari açıdan değeri olan yapılar; yağmalanamaz, keyfi olarak kullanılamaz, korunması garanti edilmeden ve denetlenmeden kimsenin kullanımına verilemez ve güzelliğini gölgeleyecek tadilat ya da değişiklik yapılamaz.

Bizdeyse yalnızca Eminönü-Sirkeci hattındaki hanlardaki tabelalar bile anlatmaya yeter elimizden kayıp giden bu muhteşem mirası. Haberlere konu olan, yurdun dört bir yanında hakaret niteliğinde restorasyonlara maruz kalan yapılardan söz etmiyorum bile. En basit haliyle anlatmaya çalışıyorum. Çünkü kendimize sormamızı istiyorum; biz bunca güzelliğe nasıl ve neden kıydık?

Evet elimizle kıymadık belki. Bin yıllık mermerlere şahsen adımızı kazımadık, estetikten yoksun tabelalarımızı tarihi binalara şahsen asmadık belki. Ama yapılmasına karşı durduk mu? Seçimlerimizde bunu gözettik mi? Haksızlık, hukuksuzluk, ihmal ve talan durumlarında ses çıkardık mı? Birer şikayet dilekçesi oluşturup sosyal medyadan sesimizi duyurduk mu? Gücümüz yeter mi inanın bilmiyorum ama denemeden de duramıyorum. Yıllar sonra çocuklarım da farklı milletlerdeki meslektaşlarından benim duyduklarımı duymamalılar, öyle değil mi? Kültür mirasımıza sahip çıkmak için ne doktor olmamız gerekli ne de tuzu kuru olmamız. Bu memleket, avuçlarımızda eriyen ve yalnızca ardından bakacağımız birkaç top dondurmadan çok daha fazlası. Ve varlığımız, yarın kadar düne de bağlı. 

Instagram

Twitter

Web

Popüler İçerikler

Almanya’da Noel Pazarına Saldırı: Saldırgan Suudi Arabistan Vatandaşı Bir Doktor Çıktı!
151 Gündür Oğlu Fatih'i Arayan Baba Esra Erol'a "Bulamıyorsan Müge Anlı'ya Çıkalım" Deyince Ortalık Karıştı
Sosyal Medyada Süren Öğretmenlik Tartışması: Az Çalışıp Çok mu Maaş Alıyorlar?