1974 yılında Carrie romanının yayımlamasının akabinde Stephen King, hiç kuşkusuz içinde bulunduğu yüzyılın korku anlayışını değiştiren isim oldu. Eserleri defalarca uyarlandı ve uyarlanmaya devam ediyor. Herkes onun eserlerini okuyup uyarlamaları izliyorken korkunun ustası neleri takip ediyor?
Stephen King'in yıllar içerisinde şahsi Twitter hesabından tavsiye ettiği modern korku filmlerini sizler için derledik.
Dominique Rocher'in yönetmen koltuğunda oturduğu 2018 yapımlı The Night Eats the World, bir partinin ertesi sabahında Paris sokaklarında yalnızca yaşayan ölülerin varolduğunu gören Sam'in gözünü açtığı daireye kapanarak hayatta kalmaya devam etmenin bir yolunu bulmaya çalışmasını konu ediniyor.
King film için 'Zombi türünün kuraklamaya başladığı bu dönemde, bu film aklınızı başınızdan alacak' diyor.
Beraber çalışan adli tıp memuru bir baba oğula gelen genç bir kadın cesediyle başlayan The Autopsy of Jane Doe, ikilinin karşılaştığı sıradan cesetlerden çok farklı ve hikâyeyi bambaşka bir yöne götürecek şekildedir.
Korku usta ismi 2016 yapımlı The Autopsy of Jane Doe'yu, David Cronenberg'in erken dönem eserlerine benzetirken, izleyin ancak yalnız başınıza değil diyor.
Bir Guillermo del Toro klasiği olmasının yanı sıra oyuncu kadrosuyla da dikkat çeken Crimson Peak, genç bir yazarın yabancı bir adamla evlenmesinin çevresinde gelişen hikâyeyi anlatıyor. Zaman içerisinde kocasının oldukça farklı biri olduğunu keşfeden Edith, içinde bulundukları kırmızı toprağın aslen bazı lanetlerle dolu olduğuyla yüzleşemeye başlayacak.
Del Toro'nun bu klasiği için King 'Muhteşem ve inanılmaz dehşet verici' diyor.
Zack Snyder'ın yönetmen koltuğunda oturduğu ve Sarah Polley'nin başrolünde yer aldığı Dawn of the Dead, ölüler tarafından yönetilmeye başlayan bir dünyada hayatta kalmaya çalışan Ana'nın hikâyesini anlatıyor.
Son yılların en başarılı korku yapımlarından biri olan The Witch, 17. yüzyılın İngiltere'sinde yaşayan bir ailenin günden güne felakete bürünen hayatlarını ve bu felaketlerin ardındaki hikâyeyi oldukça büyüleyici bir şekilde seyre sunuyor.
The Witch'in King yorumu ise filmin ne denli içgüdüsel ve esaslı bir film olduğu yönünde.
Neil Marshall yönetmenliğindeki 2005 yapımlı The Descent, ailesi ve arkadaşlarıyla tatile çıkan bir kadının gittikleri yerde kana susamış canavarlarla giriştiği mücadeleyi konu edinirken grupça gidilen yerde başlayan ayrışmaları da göz önüne seriyor.
1986 yapımlı filmin yeniden çevrimi olan The Hitcher, üniversite öğrencisi çiftin bir otostopçuyu arabalarına almaları ve bu kişinin oldukça tehlikeli biri çıkmasıyla gelişen hikâyeyi takip ediyor.
King filmde psikopat otostopçu John Ryder rolüne hayat veren Sean Bean'in performansını oldukça başarılı buluyor.
Yakın iki arkadaş Amy ve Stacy'nin sıradan bir tatil için çıktıkları yolda, arkeolojik bir kazı bölgesine varmaları ve kalıntılar içerisinde hayat mücadelesi veren şeytani bir varlıkla karşılaşmalarıyla temposu yükselecek hikâye artık Amy ve Stacy'nin hayat mücadelesini dönüşür.
Yönetmen koltuğunda Bryan Bertino'nun kendi çocukluğunda yaşadığı bir olaydan esinlenerek filme dönüştürdüğü 2008 yapımlı The Strangers, bir çiftin sıradan şekilde başlayan ve ilerleyen gecelerinin evlerine döndüklerinde rastladıkları yabancılar yüzünden travma dolu anlara dönüşmesini konu ediniyor.
Sang-Ho Yeon'un yönetmenliğini üstlendiği Train to Busan, Seul'dan Busan'a giden bir trende yayılmaya başlayan zombi virüsü arasında hayatta kalmaya çalışan bir baba-kızın hikâyesini anlatıyor.
Çoğunu yalnız izledim, yetişkin bezi kullanıyorum...
Hiç birini izlemedim ama hepsi çok güzel filmler, tavsiye ederim.
en güzeli otopsi idi...