Ünlü Sanat Eserleriyle İlgili Aklınızı Uçuracak 6 Bulgu

Resim sanatıyla yakından ilgilenenler dışında, pek çoğumuzun ünlü sanat eserleriyle ilgili çok fazla şey bildiği söylenemez. Bu yazıda, bu eserlerin incelenmesi sonucu elde edilmiş müthiş bulguları toparladık. İşte Mona Lisa'nın gülüşünden, Rembrandt'ın tembel gözüne kadar ünlü ressamlar ve tablolarıyla ilgili 6 ilginç keşif...

6. Sol Yanağın Gizemi

Portrelerin azımsanamayacak çoğunluğu insan yüzlerinin sol tarafını gösterir; bu da aslında beynimizin tuhaf bir eğilimiyle ilişkili. Var olan görsel sanatın tamamı göz önüne alındığında, İsa'nın çarmıha gerilişi en çok tasvir edilenlerden biri. Bu ürpertici manzaranın insanlar tarafından yoğun bir şekilde resmedildiği 2000 sene boyunca, bir şey hiç değişmedi: İsa, neredeyse hep yüzü sağ tarafa bakacak ve sol yanağı görünecek şekilde çiziliyor.

Bu hadise, beynin bir tuhaflığından kaynaklandığı anlaşılana kadar, pek çok resimde görülen bir fenomen olarak gizemini koruyordu.'The Tale of Dueling Neurosurgeons'ın yazarı Sam Kean, bu olgu üzerine çalışmalar yapmış. Eğer yüzün hangi tarafının tasvir edildiği rastgele belirleniyor olsaydı, galerilerdeki koleksiyonların (doğal olarak) üçte birinin sağa, üçte birinin sola, geri kalanınsa karşıya bakması gerektiğini  söylüyor. Buna rağmen, araştırmalar durumun farklı olduğunu gösteriyor: deneklerin yaklaşık %60'ı izleyenlere sol yanağını gösterecek ve sol gözleri hakikaten de resmin ortasına denk gelecek şekilde poz veriyor.

Peki, bunun nedeni ne? Sebebi ustalarını taklit eden nesillerce ressama bağlayabilirsiniz, ancak Keane çocukların da insan çizerken bu eğilimi gösterdiklerine dikkat çekiyor. Düşünürseniz, gençlerin okul yıllığı için poz verirken yüzlerini sağa çevirme eğiliminde olduklarını farkedeceksiniz. Bunun nedeni, görünüşe göre, yüzün sol tarafının sağ tarafa göre daha fazla his yansıtıyor olması. Bununla ilgili şöyle bir deney yapabilirsiniz: öfkeli bir ifade takınmış bir yüzün iki tarafını sırayla kapatın. Sol taraf daha kızgın gözüküyor olacak.

Tabii ki, eski ressamlar bu bilimsel gerçekten haberdar değillerdi, ancak muhtemelen yüzün sol tarafını gösteren resimlerin daha etkili olduğunun, yani duyguyu nasılsa daha iyi yansıttığının farkındalardı. Muhtemelen, resmini yaptıkları modellerle karşılıklı oturduklarında, bir pozun diğerinden daha havalı olduğunu düşünmüşlerdi sadece; bu da yüzyıllardır sanatın, kimsenin farkında bile olmadığı nörolojik bir eğilim ile şekillenmesine neden oldu. Beynin tuhaflıklardan söz açmışken...

5. Mona Lisa'nın Esrarlı Gülüşü

Mona Lisa o kadar ünlü ki, muhtemelen kendinize şunu hiç sormadınız: 'Peki ama neden ünlü? Kimliği belirsiz bir kadının portresi ile ilgili bu kadar önemli ne olabilir?' Yalnızca resim sanatıyla yakından ilgilenenlerin anlayacağı teknik detaylar dışında, tablonun bu denli ünlü olmasının sebebi Mona Lisa'nın bakana ustaca bir akıl oyunu oynayan gizemli yüz ifadesi.

Gözünüzü sabitlediğiniz yere göre, Mona Lisa gülümsüyor, sırıtıyor ya da dudakları sıkıntılı bir şekilde kenetlenmiş gibi gözüküyor. Resmin bunu nasıl başardığıysa, 500 yıllık varlığı boyunca gizemini korudu. Örneğin, yukarıdaki resimde Mona Lisa'nın gözlerine bakarsanız, hafifçe ve arkadaşça gülümsediği hissine kapılacaksınız. Şimdi bir de yüzünün üst kısmını kapatın: gülmüyor değil mi?

Peki o zaman güldüğü hissine nasıl kapılıyoruz? Harvardlı bir nörolog olan Dr. Margaret Livingstone Mona Lisa'nın en önemli gizemini çözdü: Ona göre, bu hadise gözlerimizin çalışma şekliyle ilgili. Gözümüzdeki 'fovea' adı verilen bölge, hap kutularının üzerindeki küçücük yazılar gibi detayları yakalarken, fovea'yı çevreleyen bölge sizin çevresel görüşünüzü oluşturuyor; nesne ve renkleri ayırt etme konusunda fovea kadar hassas olmasa da, gölgeleri ve yaklaşan tehditleri ayırt etmenizi sağladığı için en az onun kadar önemli.

İnsanlara bakarken, genelde gözlere odaklanırız. Bu da fovea'mız Mona Lisa'nın gözlerine bakarken, çevresel görüşümüzün onun ağzı etrafındaki bölgeyi görebildiği anlamına geliyor. Ancak çevresel görüş detayları çok fazla algılayamadığından, dudaklara değil de, aşağıda görebileceğiniz dudakların arasındaki ve elmacık kemiklerindeki gölgelere odaklanıyor:

Çevresel görüşte bu gölgeler, Mona Lisa'nın ağzının bir parçası haline geliyor ve böylece ağzı yukarı kıvrılmış şekilde algılıyor ve güldüğü hissine kapılıyoruz. Gözlerimiz ağzına odaklandığında ise, dudakların hatlarını seçebildiğimiz için, gölgelerin yalnızca gölge olduğunu anlayabiliyoruz. Gerçek hayatta da elmacık kemikleri çıkık olan insanlar bakanlarda benzer izlenimler uyandırıyorlar. Bu da hem Benedict Cumberbatch'in kariyerinin ve hem de Mona Lisa'nın gülüşünün sırrını açıklıyor.

4. "Çığlık"

Edvard Munch'ın 'Çığlık' isimli tablosu 'modern sanatın simgesi ve çağımızın

Mona Lisası' olarak adlandırılıyor. Pek çok yerde karşımıza çıkan bu eser,

yetişmekte olan dışavurumculuğa meraklı pek çok ressam için ilham kaynağı.

Peki, bu resimde neler oluyor? Mesela gökyüzü neden bu halde ve erimekte olan bir muma benzeyen bu kişi neden dehşet içinde?

Bu kez, bu soruların cevapları açık, çünkü Munch bunları günlüğünde yanıtlıyor: 'Yolda iki arkadaşımla birlikte yürüyordum; sonra güneş battı, bir anda gökyüzü kıpkırmızı kesildi ve üzerime bir hüzün çöktü. Korkuluğa yaslı bir biçimde kıpırdamadan duruyor, çok bitkin hissediyordum; kan kırmızı bulutlar ve ateşten diller mavi-siyah fiyord ve şehrin üzerinde asılı duruyordu. Arkadaşlarım yola devam ettiler, ben tek başıma sıkıntıdan titreyerek orada dikildim. Doğayı delip geçen, bitmek tükenmek bilmez müthiş bir çığlık sezinledim.' Bu da  Munch'ın, tablosunu bir 'gün batımı'ndan esinlenerek yaptığı anlamına geliyor.

Ancak, yine de bir gün batımı gibi alışıldık bir şeye böyle tepki vermenin aşırı olduğunu düşünebilirsiniz. Gün batımının neden Munch tarafından böyle ürpertici bir şekilde karşılandığını anlamak için, resmin yapıldığı zaman dilimine dönmek şart. Munch'ın iş alışkanlıklarını (resimleri genellikle yıllar önce yaşanmış olaylardan ilham alıyordu) ve 'Çığlık' tablosunun da bir parçası olduğu 'The Frieze of Life' üçlemesi ile ilgili konuşmalarını inceleyen üç gökbilimcinin karşısına şu tarih çıktı: 1884.

Pek çoğumuz bugün bunu bilmiyoruz ama 27 Ağustos 1883'te dünya üzerindeki en büyük yanardağ patlamalarından biri gerçekleşti. Endonezya'daki Krakatoa Yanardağı'nın art arda yaşanan patlamaları o denli sarsıcıydı ki, atmosfer sıcaklığının bir derece düşmesine sebep oldu. Yanardağın gökyüzüne püskürttüğü toz ve küller yerkürenin her tarafına dağıldı, bu da gökyüzünün gün batımı sırasında yanıyormuş gibi gözükmesine neden oluyordu. 1883'ün sonuna kadar, bu toz ve küller Endonezya'dan Norveç'e dek ulaştı ve Munch'a 'Çığlık' için ilham kaynağı oldu.

3. Vitruvius Adamı

'Vitruvius Adamı', Leonardo Da Vinci'nin en ünlü eserlerinden biri. Leonardo bu eskizi Romalı mimar Vitruvius tarafından ortaya koyulmuş oran kurallarına uygun olarak çizmeye çalışmıştı. İdeal erkek vücudunun nasıl görünmesi gerektiği konusunda matematiğe başvurmak ile birlikte, Vitruvius aynı zamanda bu kuralların doğanın kendisinde saklı olan gizli bir geometriyi yansıttıklarını ve bunun insan yapımı binalara da uygulanması gerektiğini savunuyordu. Çoğu ressam, Vitruvius'un kurallarını kağıda aktarmaya çalıştı, ancak Vitruvius'un fiziksel mükemmellik olarak adlandırdığı şeye en yakın olanın Leonardo'nun versiyonu olduğu düşünülüyor.

Ancak, klinik araştırmacı Dr. Hutan Ashrafian, bu 500 yıllık eskizde mükemmelliyetle çelişen bir şey farketti: Vitruvius adamının penisinin yukarısında bir şişkinlik göze çarpıyor. Doktorun teşhisine göre, Leonardo'ya bu eskiz için modellik yapan kişi inguinal herni (kasık fıtığı) hastasıydı. Günümüzde, erkeklerin üçte biri, kadınların ise %3'ü hayatlarında bir kez bu rahatsızlığı yaşıyor. Leonardo'nun bu resim için kullandığı modelin canlı mı, yoksa o zamanlar gayet yaygın olduğu üzere ölü mü olduğu bilinmiyor. Ashrafian'a göre, eğer model ölüyse, muhtemelen buna kasık fıtığı sebep olmuş (o dönemlerde tedavi edilemiyordu elbette). Eğer model yaşıyorduysa da muhtemelen Leonardo'ya bu resim için ilham verdikten kısa bir süre sonra hayatını yitirmiş olmalı.

2. Michelangelo'nun Gizli Hastalığı

Raffaello'nun 'Atina Okulu', tüm zamanların en ünlü fresklerinden biri. Vatikan'da Papa'nın kütüphanesinin duvarına resmedilmiş olan fresk, antik dünyanın en büyük filozoflarını tasvir ediyor. Raffaello, elbette ki 'agora'da gezmekte olan bu filozofların nasıl göründüğünü bilmiyordu, o da Rönesans geleneğine uygun olarak onları arkadaşlarını model alarak resmetti. Raffaello bu ünlü freski resmederken, Michelangelo da Sistine Şapeli'nde çalışıyordu; ve Raphael, Heraklitos için ressam arkadaşını model alarak onu onurlandırdı.

500 yıl sonra bu resim Michelangelo'nun yaşadığı dönemde bilmesinin mümkün olmadığı bir gerçeği aydınlattı: Dr. Carlos Hugo Espinel'e göre, Michelangelo'dan esinlenilmiş bu Heraklitos'un tuhaf bir şekilde kemikleri çıkmış olan dizleri onun 'gut' hastalığından muzdarip olduğunu gösteriyor.

Yumrulu bir dizden bu sonucu çıkarmak biraz abartılı gibi gözükse de, Michelangelo'nun yaşam koşulları ve iş alışkanlıkları da bu hipotezi destekliyor. Michelangelo'nun tam bir işkolik olduğu ve insanüstü bir sanatçı olma tutkusuyla, beslenmeye pek de özen göstermediği biliniyor. Uzun çalışma evrelerinde yalnızca çok az ekmek ve şarap ile beslenen Michelangelo, hastalığın tetikleyicisi olan kurşuna (o dönemlerde şarap, kurşun kaplar içinde saklanıyordu) maruz kaldığı için guta yakalanmış olabilir. İdrar torbası ve böbrekleriyle ilgili problemlerinden yakındığı günlükleri de bu ihtimali güçlendiriyor.

1. Rembrandt'ın Gözleri

Rembrandt'ın sanata olan katkıları, yaşadığı ve çalıştığı dönemin 'Hollanda Altın Çağı' olarak anılmasının başlıca sebebi.

Ünlü ressam, gerisinde şaşırtıcı derecede çok sayıda otoporte bıraktı. Eğer bu otoportrelerin gerçeğe uygun olduğunu varsayarsak, Rembrandt'ın ilk bakışta büyük bir ressam haline gelmesine engel gibi gözükse de, bu yolda aslında ilerlemesine neden olmuş bir fiziksel özelliği göze çarpıyor: göz tembelliği.

Mona Lisa'nın gülüşünün ardındaki sırrı çözmüş olan Dr. Margaret Livingstone, Rembrandt'ın otoportlerinin biri dışında hepsinde gözlerinin farklı yönlere baktığını keşfetmiş. Ve bunun bir el sürçmesi olması da ihtimal dahilinde değil; zira çizdiği diğer insanlara ait portrelerdeki gözlerde böyle bir şeye rastlanmıyor. Peki bu ne anlama geliyor?

Bu, Rembrandt'ın normal görüşe sahip bir insana oranla dünyayı iki boyutlu görmekte daha yetenekli olduğu ve bunun da inanılmaz sanatsal yeteneklerini geliştirmesine neden olmuş olabileceği anlamına geliyor. Şaşılık veya akçıl göz bebeği sorunundan muzdarip insanların beyni, sorunlu olan gözdeki veriyi zamanla dikkate almamaya başlıyor; ve bu da bu kişilerin dünyayı üç boyutlu olarak görmelerini engelliyor. 'Stereo/üç boyutlu körlük' genelde erken yaşlarda kendini göstermeye başlıyor, bu da Rembrandt'ın çok küçük yaştan itibaren gördüklerini iki boyutlu tuvale aktarmaktaki becerisini açıklıyor. Üstelik Rembrandt kendisine sanatsal süper güçler sağlayan bu rahatsızlığa sahip tek ressam olmayabilir, yapılan araştırmalar stereo-körlüğün çok fazla sayıda ressam ve resim öğrencisinde de görüldüğünü söylüyor.

Popüler İçerikler

Önce Meydan Okuyup Sonra R Yapmıştı: Murat Övüç "Bülentinkiler Sahte" Dediği Diva'nın Eteklerine Kapandı!
Kadınlarla Kafayı Bozan Sözde Hoca Bu Kez de "Karını Bize de Evde Oynat" Sözleriyle Tepki Çekti
151 Gündür Oğlu Fatih'i Arayan Baba Esra Erol'a "Bulamıyorsan Müge Anlı'ya Çıkalım" Deyince Ortalık Karıştı
YORUMLAR
20.10.2014

bu tür paylaşımların artmasını istiyorum, teşekkürler

20.10.2014

benedict yorumu orjinal olmuş :)

19.10.2014

genel kültür tavan yaptı :) teşekkürler

SEN DE YORUMUNU PAYLAŞ