Ünlü Edebiyatçıların Sanatın Acıdan Beslendiğini Kanıtlayan Şok Edici Hayat Hikayeleri

Hepimiz ilgi çekici bir kitabı okurken ya da bir hikayeyi dinlerken yazarın olayları nasıl düşündüğünü, nelerden ilham aldığını merak etmişizdir. Zira, zaman zaman kusursuzluğa erişen bu anlatımları ortaya koyan zeka bizi hayretler içerisinde bırakabilir. Kimi zamansa öyle derin düşünceleri yüzümüze vururlar ki, onlara ulaşmak için çok derin hayatlar yaşamak gerektiğini anlarsınız. 

Şimdi karşılaşacağınız yazarlar da hayatlarının bir kısmında mutlaka hayrete düşürücü olaylar yaşamış, kimi zaman da o olayların nedeni olmuşlar. Çoğunun uzaklaşmak için bir yol olarak seçtiği edebiyat ise yine bu olayların izlerini taşıyan kanıtlar, itiraflar haline gelmiş. 

İşte garip hikayeleriyle 4 yazar:

Virginia Woolf

Günümüzde tüm dünyanın tanıdığı bir sembol haline gelen ve Kendine Ait Bir OdaMrs. Dalloway gibi kitapların sahibi İngiliz yazar, hayatında pek çok dönüm noktasına sahiptir.

1895 yılında henüz 13 yaşındayken önce annesini kaybeder Virginia. Bu durum üzerine, o yıllarda kadınlara çok değer verilmemesinin de etkisi ile, okula gidemez. Kız kardeşi Vanessa Bell ile babalarının yardımı ile evde eğitim görürler ve Virginia bir yazar, kardeşi ise ressam olmaya karar verir. Yine aynı yıl içinde, henüz 13 yaşındayken, bir gazetede kısa hikayeleri yayınlanır. Çok küçük yaşta kafasına koyduğu yola adım atmıştır yani.

1904 yılında da babasını kaybedince, kardeşleri ile birlikte daha özgürlükçü ve açık görüşlü insanların yaşadığı Bloomsbury'ye taşınırlar. Viktoryan hayat tarzına karşı olan Virginia için, burası feminist düşüncelerinin ortaya çıktığı ve eşcinselliğinin farkına vardığı ilk nokta olarak düşünülebilir. Bu noktadan sonra profesyonel yazarlığının başladığını söyleyebileceğimiz Woolf, 1912 yılında evlendiği eşi Leonard Woolf'un bir basım evi açması üzerine kitaplarını yayınlatma şansı bulur. 28 Mart 1941 tarihinde intihar edene kadar da burada feminizm, eşcinsellik, özgürlük gibi konuları işlediği eserlerini yayınlar.

Kendisi sürekli yeniliği arayan bir yazardır ve yeteneğini kaybettiğini düşündüğü bir zamanda korku, dehşet ve bunalım onun için çok fazla bir hale gelmiş, ceplerine taşlar doldurarak kendisini evinin arkasındaki Ouse nehrine bırakmıştır. İntiharı öncesi ise eşine şu sözleri yazdığı bir mektup bırakır: 'Sevgilim, yine çıldırmak üzere olduğumu hissediyorum. Yaşadığım o korkunç anlara geri dönemem artık. Ve ben bu kez iyileşemeyeceğim. Sesler duymaya başladım. Odaklanamıyorum. Bu yüzden yapılacak en iyi şey olarak gördüğüm şeyi yapıyorum. Sen bana olabilecek en büyük mutluluğu verdin. Benim için her şey oldun. Bu korkunç hastalık beni bulmadan önce birlikte bizim kadar mutlu olabilecek iki insan daha düşünemezdim. Artık savaşacak gücüm kalmadı. Hayatını mahvettiğimin farkındayım ve ben olmazsam, rahatça çalışabileceğini de biliyorum. Bunu sen de göreceksin. Görüyorsun ya, bunu düzgün yazmayı bile beceremiyorum. Söylemek istediğim şey şu ki, yaşadığım tüm mutluluğu sana borçluyum. Bana karşı daima sabırlı ve çok iyiydin. Demek istediğim, bunları herkes biliyor. Eğer biri beni kurtarabilseydi, o kişi sen olurdun. Artık benim için her şey bitti. Sadece sana bir iyilik yapabilirim. Hayatını daha fazla mahvedemem. Bizim kadar mutlu olabilecek iki insan daha düşünemiyorum.'

Edgar Allan Poe

Amerikan Edebiyatı'nın ilk ünlü yazarları ve kısa öykücülerinden olan Poe, genellikle gizemli ve gotik hikayeleri ile tanınır.  Okuyucuların üzerinde ürperti bırakmayı her zaman başaran bu hikayelerin kaynağı ise önce çocuklukta yaşadığı travmalardan, sonra eşi Virginia Clemm'in ölüşü üzerine, artan dalgalar halinde gelir.

Sanatkar bir ailenin çocuğu olarak dünyaya gelen Poe, henüz bir yaşındayken babasının aileyi terk etmesi, iki yaşındayken de annesinin veremden ölmesi üzerine hayata yenik başlayanlardandır. Kendisi bir üvey ailenin yanında büyür, gençliğinde çeşitli yerlerde askerlik yapar, döndüğünde ise bir tartışma sonucu üvey babası onu evlatlıktan reddeder.

26 yaşındayken eşinin ailesinden evlenmek için izin aldığı bilinmektedir. Virginia aslında Poe'nun kuzenidir ve evlendiklerinde henüz 13 yaşındadır. Aralarında 13 yaş olmasına rağmen arkadaşları her zaman birbirlerine olan aşkın büyüklüğünden bahsetmişlerdir. Fakat kaynaklarda aralarındaki ilişkinin abi-kardeş ilişkisinden öteye gitmediği ve belli bir zamana kadar 'gerçek bir evlilik' içinde olmadıkları da tartışılır.

Yaklaşık 14 yıl sonra eşinin veremden ölmesi üzerine Poe kendini içkiye verir, acısına katlanamaz. (Eşinin vereme Poe'nun ihaneti üzerine yakalandığı da söylenmektedir. Çünkü Virginia ölüm döşeğindeyken Poe'nun flörtlerinden birini onu öldürmekle suçlar.) 'Kuzgun,' 'Annabelle Lee' gibi şiirleri eşinin ölümü üzerine yazar. 3 Ekim 1849 tarihinde sokakta berbat bir halde bulunur ve hastaneye kaldırılır. Ölüm nedeni 'beyin iltihabı' olarak kayıtlara geçmiştir fakat bu sadece alkolizmin üstünü örten bir neden olarak kullanılmış olabilir. Gerçek ölüm nedeni bilinmez, hakkındaki tüm belgeler ortadan kaybolur. Yazdığı hikayeler gibi gizemli bir şekilde biter hayatı da.

Maya Angelou

Afroamerikan yazar, şair, şarkıcı, dansçı ve aktris Angelou, ırkçılığın ağır şekilde hissedildiği bir dönemde doğmanın getirisiyle, bu konu üzerine eserler vermiştir. Toplumda tanınır bir yüz olmasını sağlayan hikayelerinde kimi zaman kendi hayatını, küçüklüğünü ele alır.

Gerçekte, kendisi henüz 3 yaşındayken ailesinin evliliği sona erer ve bunun üzerine babaları, kardeşi ile birlikte Angelou'yu babaannelerinin yanına, Amerika Birleşik Devletleri'nin kuzeyine gönderir. Burada abisi ile arasındaki bağın sıkılaşması üzerine, onun verdiği takma ad olan 'Maya' hayatı boyunca taşıdığı ismi haline gelir. O yıllarda diğer Afroamerikalılar'ın yaşadıkları sıkıntılara rağmen babaannesi onlara iyi bir yaşam sunar. Burada okurken yaşadığı bir olayı 'Graduation' (Mezuniyet) isimli hikayesinde anlatır. Abisinin mezuniyet töreninde beyaz adamlar gelerek bütün okula asla sahip olamayacaklarını düşündükleri şeyleri hatırlatır, küçümser ve giderler. Mezuniyetin heyecanıyla hayaller içinde olan çocuklar yıkılmışlardır.

Babaannesinin yanında geçen dört yılın ardından babaları onları annelerinin yanına götürür. Angelou 8 yaşındayken burada annesinin erkek arkadaşı tarafından cinsel istismara ve tecavüze uğrar. Durumu abisine, abisi de tüm aileye anlatır. Hapiste yalnızca bir gün yatan annesinin erkek arkadaşı, tahliyenin ardından Angelou'nun dayıları tarafından öldürülür. Bu olaylar yaşanırken henüz küçük bir çocuk olan Angelou, durumu anlatmasının adamın ölümüne neden olduğunu düşünmesi üzerine tam beş yıl konuşmamıştır.

Ve Türkiye'den: Ümit Yaşar Oğuzcan

Melankolik dizeleri ile tanınan Oğuzcan, çevresi tarafından da ölüme her zaman daha yakın olan bir kişilik olarak görülmüştür. Öyle ki kendisi şiirleri kadar intihar girişimleri ile de bilinir bir hale gelmiştir.

Çocukluğu sakarlıklarla, kazalarla geçmiştir. Gençliğinde ise ameliyattan ameliyata koşturmuştur. Aslında küçükken sıcak kanlı olarak bilinir fakat sonraları hayatı bir çile olarak görmeye başlar. Şiire başladıktan sonra bu durum iyice hissedilir hale gelir. 'Yaşamdan çok ölümü seviyorum.' der. Öyle ki sürekli olarak intihara kalkışır fakat başarılı olamaz. 24 kez denediği söylenir.

Oğlu Vedat ise babasının bu halini görerek büyür, bu durumun hep içindedir. 18 yaşına geldiğinde babasına ders verircesine bir işe kalkışır. Kendini Galata Kulesi'nden aşağı atar. Söylentiye göre elinde bir not vardır: 'Baba, öyle intihar edilmez. Böyle intihar edilir!'

Popüler İçerikler

Arkeolog Muazzez İlmiye Çığ 110 Yaşında Yaşamını Yitirdi
"Bir Evim Varsa Onun Sayesinde": Hakan Meriçliler'den Vural Çelik Tartışmasında Gülse Birsel'e Büyük Destek!
Kılıçlı Yemin Olayında Yeni Gelişme: Teğmenlerden Sonra Komutanlar da Disipline Sevk Edildi