Umut Nur Sungur Yazio: Sanat Yalnızlaştırır mı?

Telgraftan telefona, cep telefonundan internete, sosyal medyaya, mektup-kartpostallardan elektronik postaya, karayollarından havayollarına, hepsi bizi birbirimize yakınlaştırmak, bağlamak, birleştirmek için icat edilmiş büyük buluşlar. Bir düğmeye basarak okyanusları aşabilir, sevdiklerimizle her an her yerde konuşabiliriz. Biz insanlar hep bağ kurmak, sosyalleşmek isteriz. Aslında bakarsanız günümüzde en yüksek bağlantı hızına erişmiş durumdayız. Belki de hiç bu kadar bağlı olmamıştık… Ancak yapılan istatistikler, kendimizi hiç bu kadar yalnız hissetmediğimizi gösteriyor. Hatta İngiltere’de Yalnızlık Bakanlığı bile kurulmuş,  Avustralya’da yalnızlığa son verebilmek adına güç birliği yapılmış ve bu konuda bir koalisyon kurulmuş.

Şimdi bir anlığına durun ve etrafınıza bakın… Milyonlarca insanla dolu şehirlerde yaşıyoruz.

Melakonli – Albert Gyorgy

Böyle kalabalık bir dünyada fiziksel olarak yalnız kalabilmek giderek zorlaşıyor. Hele ki sürekli bilgi bombardımanı ve aşırı sosyal medya kullanımı içinde yalnız olmadığımızı düşünsek de bu kalabalığın içinde gerçekten yalnız hissedebiliyoruz. Çünkü fiziksel yakınlık her zaman içsel yalnızlık hissimizi ortadan kaldırmak için yeterli olmayabiliyor.  

Kendimiz ile baş başa kalmaktan o kadar korkuyoruz ki, sabah gözümüzü açar açmaz mesajlarımıza bakıyor, dişlerimizi fırçalarken sosyal medyamızı kontrol ediyor, kahvemizi yudumlarken elektronik postalarımızı okuyor, metroda Podcast dinliyoruz. Kendimizle baş başa kaldığımızda zihnimizden geçen düşüncelerin sesini duymaktan mı kaçıyoruz acaba? Bizi kaygılandıran bu düşüncelerin vereceği rahatsızlığı, dikkatimizi dağıtacak şeylerle mi bastırıyoruz? Peki bunu yaptığımızda duyduğumuz rahatsızlık ortadan kalkıyor mu?

Yalnızlığı tuvaline aktarmakta usta olan sanatçı Edward Hopper’ın eserlerinden bir seçki koydum sizin için.

Edward Hopper

Aslına bakarasanız geçtiğimiz pandemi döneminde hepimiz birer Edward Hopper tablosunda yaşıyor gibiydik, öyle değil mi?

Hatta bazen bir ilişki içindeyken bile kendimizi yalnız hissedebiliyoruz.

Edward Hopper

Aslında bu ıssızlık hissi bağlantı/bağ kurmak ile ilgili olabilir. Bizler kurduğumuz bağlar kadar anlamlı ve doyurucu bir yaşam sürdürebiliriz. Ve sanat kendimizi bu dünyada daha az yalnız hissetmemize yardımcı olabilir çünkü sanatla ilgilenmek, başkalarıyla daha fazla etkileşimde hissetmemize yardımcı olabilir, kaybedilmiş bağları yeniden yakalamanın yanı sıra yeni sosyal bağlar kurmamıza da yardımcı olabilir.

Sanatçılar bazen sanat yapmaya odaklanmak için bir seçim olarak yalnız olmayı tercih edebilirler. Birçok sanatçı, yaratıcılıklarının tam olarak gerçekleştirilebilecekleri stüdyolarda çalışırlar; sanat yapmak için ayrılmış bir alana sahip olmak, uygulamalarına fayda sağlar. Örneğin, Ressam Alfred Wallis, hafızasından resim yapacağı St Ives'deki evine kendini kapatmasıyla, Georgia O'Keeffe ve Frida Kahlo da stüdyolarında uzun zaman geçirmeleriyle tanınırlar.

Belki bu noktada yalnızlık ve tek başınalığın aynı şey olmadığını belirtmek gerekir çünkü sanırım kimimiz yalnızlık ile tek başına olmak kavramlarını birbirine karıştırıyoruz. Tek başına olmanın, yalnız olmamız gerektiği anlamına geldiğine dair bir yanılgımız var. Aynı şekilde sosyal bağlantının ne kadar çevrimiçi olunulduğu, kaç takipçiye sahip olunduğu veya kaç beğeninin olduğu ile ilgili olduğu varsayılıyor. Tek başına olmak bir tercihtir. Sizinle olmayı tercih edecek insanların olmamasından değil, kendi kendinizle kalma halini tecrübe etme, zamanı kendinize ayırma arzusundan doğar tek başınalık.

Tek başınalık yalnız kalabilmek ve bundan hoşnutsuzluk duymamaktır. Tek başına olan/olabilen insan, başkalarıyla anlamlı bağlar kurabilen, sürdürebilen ve kendi başlarına zaman geçirmekten de memnun olabilen insanlardır. Tek başınalığı seçenler, duygu ve düşüncelerini gözden geçirme imkanı yakalar ve bunun yanında yaratıcılık, farkındalık fırsatı elde etmiş olurlar.   

Yalnızlık ise, etrafımızdakilerle anlamlı bağların olmamasından kaynaklanır. Yalnızlık hissedenler aile ve arkadaş gruplarına sahip olsalar da kendilerini dışlanmış hissederler.

Frederic Leighton’ın 1890 yılında yaptığı “Tek başına” adlı eseri. Sanatçının kendi ifadesine göre; “ … mutlak koyu kahverengi gece… ses yok, en ufak bir uğultu bile kulağınıza ulaşmıyor; tüm bunların sessiz gizemi sizi kesinlikle ele geçirir; çalışmamda aktarmaya çalıştığım şey buydu.”

Tek başına (1890)-Frederic Leighton

Zaman zaman tek başınalığı yaşamak istesek de hepimizin en büyük gereksinimi bağ kurma ihtiyacımızdır ve sanat bağ kurmanın en iyi yollarından biridir.

Hatırlar mısınız, küçükken istenmeyen bir davranış yaptığımızda ceza olarak kimsenin olmadığı bir odaya gönderilirdik. Peki sizce bu bir ceza mıdır? Yoksa bir ödül de olabilir mi? “Şimdi kendi başına olabilir ve istediğin şeyleri bu odada yapabilirsin” demek gibi olabilir mi? Bazen kendi başımıza kalmak bizi esnetebilir, geliştirebilir, farkındalığımızı artırabilir ve yaratıcılığımızı besleyebilir.

Web

Instagram

Popüler İçerikler

Kanseri Yenen Eski Arka Sokaklar Oyuncusu Dizi Setlerine Yeniden Dönme Kararı Aldı
Arkeolog Muazzez İlmiye Çığ 110 Yaşında Yaşamını Yitirdi
18 Yaşındaki Şampiyon Balerin Eylül Sıla Ilgaz, Aile Evindeki Odasında Ölü Bulundu
YORUMLAR

Tablolar muhteşem gerçekten ♥️

SEN DE YORUMUNU PAYLAŞ