Ancak şu anda içinde olduğumuz gibi zor zamanlarda elimizden gelen her yerde güzelliği ve umudu bulmaya çalışmamız gerekiyor. Sanatçılar, pandemi sürecinde, koşulları çerçevesinde evlerinden bizlere sosyal medya aracılığı ile ulaşıp, bize umut olmadılar mı, her şeyin mümkün olduğunu göstermediler mi, bize moral vermediler mi?
“Umut karanlıkta başlar, umut öyle inatçıdır ki ortaya çıkıp doğru olanı yapmaya çalışırsan gün doğar. Bekle, seyret ve çalış; vazgeçme.” —Anne Lamott
Umut, bize yaşama sevinci ve amacı veren, karanlık tünelin sonunda gördüğümüz ışıktır. Umudu kaybetmek yolumuzu kaybetmek, hayatın anlamını kaybetmektir.
Umut kavramı bazen iyimser olmak ile karıştırılabilir. Ancak ikisi aynı şeyler değildir. İyimserlik, genel olarak olumlu beklenti içinde olmaktır, pasiftir. Umut ise spesifiktir, genellikle tek bir konuya odaklanır. Amaca ulaşmak için planlama yapmayı, aktif olarak çalışmayı içeren bir eylemdir. En karamsar insanlar bile bir şey hakkında umut besleyebilirler. Umut cesaret ve risk almaktır. Her zaman hatırlamalıyız ki risk almazsak, yol alamayız.
Peki umudumuzu canlı tutmak için ne yapabiliriz? Umudumuzu korumak için hangi kaynaklardan yararlanabiliriz? Umudu, hayatımızda kendimizi iyi hissetmemize yardımcı olacak araçlardan, faaliyetlerden yararlanmaya başlayarak canlandırabiliriz. Bu faaliyetler her zamanki öz bakım rutininizi, gerçek ve sağlıklı ilişkiler kurmayı, size neşe veren ve daha iyi hissettiren aktiviteleri içermelidir. Bunlar egzersiz yapmak, yaratıcı bir projeye başlamak, Zoom'da arkadaşlarınızla birkaç saat geçirmek olabilir.
Peki umudun kaynağı sanat olabilir mi? En sevdiğiniz müziği tekrar tekrar dinlemek, şarkı söylemek, kitap okumak, resim yapmak, enstrüman çalmak... Bu faaliyetler, işler gerçekten zor olsa bile, direnç, amaç ve umut oluşturmanın temeli değil midir? Ayrıca bu faaliyetler kaygı ile felç olmamızı engelleyerek, devam etmemize, ileriye doğru adım atmamıza yardımcı olabilir.
Eğer Dünya daha iyi bir yer olsaydı, belki o zaman güzel sanat eserlerinden daha az etkilenir, onlara daha az ihtiyaç duyabilirdik. Hayatlarımız ne kadar zorlaşırsa, bir tablodaki çiçeğin zarif ve hoş tasviri bizi o kadar çok duygulandırıp, etkiler. Duygulanmamız, hatta bazen gözlerimizin dolması, aslında imajın üzücü olmasına değil, ne kadar güzel olduğuna verdiğimiz tepkidir.
Bu eserlerin bizi böylesine duygulandırıp, etkilemesinin bir nedeni de “gerçekliğin” esasen neye benzediğini çok iyi bilmemizden kaynaklanıyor olabilir. İşte tam da bu şekilde sanat bize umut ışığı olur ve zorlukların içinde o aydınlığa, güzelliğe ulaşabilme umudunu ve olabilirliğini hatırlatır. Eğer hayat bu kadar zor olmasaydı, sanatın üzerimizde böyle bir etkisi de olmayabilirdi.