Hadi gelin bilimin ve sanatın benzerliklerine ve farlılıklarına birlikte bakalım. Bilim evrensel, tartışılmaz gerçekleri bulmak için çevremizdeki dünyanın keşfedilmesidir. Sanat ise ya gerçekliğimizi anlamlandırmak ya da sanatçının kendisinin bilincinin bir tezahürünü oluşturmak için yaptığı bir eylemdir. Kısacası, bilim dış dünyayı anlamakla ilgiliyken sanat içe dönüktür ve insanın istek, arzu ve heyecanlarını, duygularını ifade etmekte eşsiz bir araçtır. Sanatta duygular ön plandadır, kişisel deneyime ve fikirlere dayanabilir. Sanat yoruma açık, sezgisel, ve özneldir. Bilim, bilimsel gerçekler ile nesnel yargılarla ifade edilir. Rasyonellik egemendir. Kesinlik içerir. Yoruma açık değildir.
Örneğin, bir sanat eserine baktığımızda hepimiz farklı bir şey görebiliriz ancak mikroskobun altındaki bir hücreye baktığınızda, gördüğünüzün aynısını sizden sonra bakan kişi de görür. Ancak sanatın tamamen duygusal, bilimin ise tamamen mantıksal olduğunu söylemek her durumda doğru olmayabilir. Bilim kendini yenileme, tekrarlanma, doğrulanabilir olma ve test edilebilme özelliğine sahiptir. Peki bu özellikler sanat için geçerli midir?
Sanatta doğruluk-yanlışlık değerinin yerini güzel-çirkin kavramları alır. Sanat, akıl veya gerçeklikten çok duygular ve izlenimlerle ilişkilidir. Örneğin Van Gogh’un “Ayçiçekleri” veya Picasso’nun tüm hayatı boyunca yaptığı eserleri aslında gerçekliğin sanatta yeri olmadığını anlatır. Gerçeküstü çalışmalarda, gerçeklik daha da çarpıtılmıştır. Sanat duygusal bir tepki uyandırır, bilim bunu yapmaz. Bilim, sistematik, planlı ve spesifik bir şekilde bir şeye yanıt arar. Ayrıca sanat uygulama ve hayal gücü yoluyla geliştirilebilen bir beceridir.
Diğer yandan sanat da bilimsel faaliyete hız kazandırabilmektedir. Örneğin Jules Verne'in 1865 de yazdığı 'Aya Yolculuk'tan bir asır sonra bu hayalin gerçekleşmesi sanatın teşvik edici rolünün olduğunu göstermez mi sizce de? Başka bir örnek ise “Sanat Terapisi” olabilir. Bilimsel psikoloji teorileriyle sanatsal uygulamaların (resim, dans, fotoğraf vb.) biraraya gelmesinin ruhsal (ve fiziksel) sağlığın korunmasında, hastalıkların tedavisinde ve önlenmesinde, tedavi yan etkileri ile başa çıkmada olumlu etkileri olduğu bilimsel çalışmalarla gösterilmiştir.
Albert Einstein bir bilim insanı için hayal gücünün, bilgiden daha önemli olduğunu ve bilim insanlarının aynı zamanda sanatçı olduklarını söylemiş. Bu belki sizi şaşırtabilir ancak aslında bilim insanları yaratıcıdır. Onlar da sanatçılar gibi, ayrıntılara dikkat eden, olayları fark eden kişilerdir, diğer insanların görmezden geldiği şeyleri görmekle kalmayıp, gerçekliğin farklı yönleri arasındaki bağlantıları da görürler. Bazen mantık tek başına karmaşık problemleri çözmede yeterli olamayabilir. Sanat etkinlikleri, olaylar arasında bağlantı kurma, gözlem, ayrıntıları fark etme, örüntüleri görme, farklı bakış açıcı ile bakabilme ve çok seçenekli düşünme becerilerinin gelişmesine yardımcı olur. Tüm bu beceriler aslında bilim insanın sahip olmasını istediğimiz özellikler değil midir?
Belki sanat ve bilim arasındaki bağlantı, ellerimiz ve beynimiz arasındaki ilişkide yatıyor olabilir. Çünkü ellerimizi kullanarak, dokunarak, keşfederek dünya hakkında bilgi edinir, beynimize yeni şeyler öğretebilir hatta beynimizde yeni sinir devreleri oluşmasını sağlayabiliriz. Görmediğimiz, duymadığımız, hissetmediğimiz şeyleri ellerimizle fark edebiliriz.
Sanırım sanat ve bilim arasındaki sınırın her zaman bulanık olduğunu söyleyebiliriz. Üstelik uzmanlaşma ve kurumsallaşma, sanat ve bilim arasında küçük bir ayrılığa yol açsa da onların arasındaki güçlü bağları tamamen koparamamıştır.
Fark etmemiz ve yapmamız gereken bir bilim dalını bir sanat dalıyla harmanlayabilen insanlar yetiştirebilmek olmalı. Bu ikisini başarıyla bir araya getirip, yeni fikirler üreten, geliştiren birey ve toplumlar başarıya ulaşabilirler.
Bilim, yaşamı kolaylaştırabilir; sanat ise dünyayı daha yaşanabilir hâle getirebilir.
Web
Instagram