Ne kadar kötü durumda olursak olalım ne yapabileceğimiz ve kapasitemizin ne olduğuna ilişkin kendimiz hakkında yazdığımız hikâyeler tüm hayatımızı belirliyor. Her filmin bir mutlu sonu olacağını iddia etmiyorum ama işin güzel tarafı film hiç bitmiyor. Bırakmadığım, “yapabileceğim”i düşündüğüm sürece kaybetmiyorum. Kendi durumundan şikâyet etmeyi ama buna rağmen hiçbir adım atmamamın ne demek olduğunu biliyorum. Biliyorum çünkü bunu tüm iliklerime kadar yaşadım. Her gün isteksiz bir şekilde işe gitmeyi, moralsiz bir şekilde niye yaşadığımı anlamadan günlerimi geçirmeyi, anlamsız rekabetlerin olduğu bir yapıda nereye gideceğini bilmeyen biri gibi olmayı o kadar iyi biliyorum ki… Hatta biri bunları bana anlatsa muhtemelen “Senin tuzun kuru… Olduğun yerden konuşmak kolay…” sözünü birkaç defa tekrar ederdim. Ancak ne söylerseniz söyleyin olduğunuz yerden çok daha iyi yerde olabileceğinizi, başkalarının hayatlarına katkı yaratabileceğinizi ve işinizi yaparken sanki âşık olduğu kızla buluşmaya giden bir ergen edasıyla yaşayabileceğinizi içten içe hissettiğinizi biliyorum.
Kendi içsel iletişimimiz hikayelerimizdir. İletişim dilimiz tüm hayatımızda fark yaratır. Hikâyenizi yazma vaktiniz geldiğinde buna hazır olacağınızı biliyorum. Ancak bazılarımızın yazmaya başlaması için düşük bir ses yeterliyken, bazılarımızın kulağının dibinde birilerinin bağırması gerekiyor. Her şeyden önce asıl cevaplanması gereken soru ise kendi hayatınızda “Kurban mısınız yoksa Kahraman mı?” Bunu cevapladığınızda hikâyeleriniz sizin yerinize konuşuyor olacaklar.
Kendinize sorun: “Hangi hikâyeleri yazmak istiyorsunuz?” Gerisi gelecektir. Hem içsel hem de dışsal iletişiminiz içinse eğitim almayı ve kendinizi geliştirmeyi ihmal etmeyin. Kendimize yaptığımız yatırımlar sahip olmaya çalıştığımız şeylerden çok daha anlamlı. Çok sevdiğim bir söz var, asıl yatırımlarınızı çırılçıplak dahi kalsanız kaybetmeyeceğiniz yani sizden alamayacakları şeylere yapın. İnanın size geri dönüşü çok daha yüksek ve tutku dolu bir hayat vaat ediyor.