Bu konuda Haretz, Jerssalem Post gibi İsrail’in önde gelen yayın organları incelendiğinde öncelikli olarak Gazze’de HAMAS benzeri yeni yapıların oluşması kesinlikle önlenmeli. Bu amaçla terör alt yapısının tamamen sökülmesi, tünellerin tamamen kapatılması, HAMAS’ın ülke dışına çıkarılması, yeniden yapılandırılmış ve yozlaşmamış bir Filistin yönetiminin kurulması kesinlikle vurgulanan şartlar arasında. https://www.jpost.com/opinion/article-776727 İlaveten birleşik bir filistin yönetiminin göreve gelmesi, Gazze’nin sorumluluğunun Filistin yönetimine verilmesi, güvenliğin de doğrudan İsrail güvenlik güçleri tarafından sağlanması temel koşul olarak görülüyor. Buna ilaveten İsrail yeni Filistin yönetiminin rüşvet ve borç batağına tekrar düşmemesi için de maliyesinin BM ve İsrail tarafından belirli periyotlar halinde denetlenmesini de eklemek gerekir.
Konuyla ilgili en enteresan yaklaşım ise geçtiğimiz günlerde Haretz gazetesinde ele alındı. İsrail’in önemli bir yayın organı olan Haretz gazetesinde çıkan makale adeta savaş sonrasındaki İsrail politikalarına yön verecek şekilde. Yayımlanan makalede İsrail’in Gazze ile olan ilişkisini Türkiye’nin Suriye’deki güvenlik koridorlarındaki tutumundan yola çıkarak özel bir konumlandırma yapılmış. Türkiye’nin Afrin operasyonundan sonra bölgede kurduğu ve Türkiye’deki Valilik ve Kaymakamlıklarla yönettiği bir model gündeme gelebilir. Ancak bu planın İsrail için en önemli kusuru Türkiye’nin ÖSO unsurlarıyla birlikte hareket etmesi. Bu, Türkiye’nin Suriye’deki güvenlik çabalarına ciddi bir katkı sunmakta. Ancak İsrail’in Gazze’de kendisine yakın çalışabileceği bir milis gücü yok. Ancak böyle bir yapı kurabilirse başarının geleceği tartışılıyor. O halde İsrail Gazze’de Filistinlilerden kendisine yakın bir takım yapılanmalar oluşturmaya gidebilir. Başarıya ulaşır mı o ayrı bir tartışma konusu olacaktır.
https://www.haaretz.com/israel-news/2023-12-19/ty-article/.premium/dont-let-bibis-bluff-fool-you-israel-is-heading-toward-full-reoccupation-of-gaza/0000018c-7e2f-de44-a9be-7fbfafef0000
Bunun yanı sıra İsrail’in Batı Şeria için ortaya koyduğu bir başka model de var. O da Oslo II Anlaşmasıyla Batı Şeria’da yürürlüğe giren A, B ve C bölgeleri modelidir. Bilindiği üzere A Bölgesi Batı Şeria’nın yalnızca %18’lik alanını kapsayan ve doğrudan Filistin Yönetimi kontrolüne bırakılan alanıydı. A Bölgesi, doğrudan Filistin güçlerinin kontrolünde olan ve İsrail’in Fliistin güçleriyle gerekli gördüğünde ortak operasyon yapmak durumunda kaldığı alandır. Bu bölge, hiçbir İsrail yerleşiminin bulunmadığı sekiz Filistin şehrini ve çevre bölgelerini ( Nablus , Cenin , Tulkarem , Kalkilya , Ramallah , Beytüllahim , Eriha ve El Halil'in yüzde 80'i ) kapsamaktadır. Ayrıca bölgeye giriş de tüm İsrail vatandaşlarına yasaktır.
B Bölgesi (Filistin sivil kontrolü ve İsrail-Filistin ortak güvenlik kontrolü): başlangıçta yaklaşık %23-25 (ilk aşama, 1995). 2013 yılı itibarıyla B Bölgesi resmi olarak Batı Şeria'nın yaklaşık %22'sini oluşturuyordu. Bu bölge yaklaşık 440 Filistin köyünü ve çevredeki arazileri kapsıyor ve hiçbir İsrail yerleşimi yok. Anlaşmada 'Ek 1 No'lu haritada kırmızı çizgiyle gösterilen ve sarı renkle gölgelenen yerleşim alanları ile Ek I Ek 6'da listelenen mezraların yerleşim alanı' olarak tanımlanmıştır. Tulkarm, Nablus, Salfid, Jericho, Kalkilya, Cenin, Hebron, Ramallah, Beytüllahim kentlerini içeren bölge Batı Şeria’nın %22’sini oluşturuyordu. Bu bölgede de İsrail yerleşimi bulunmamaktadır.
C Blögesi ise, tam İsrail sivil ve güvenlik kontrolünün yer aldığı bir alandır. Başlangıçta yaklaşık %72-74’lük alanı kapsayan alandan, 1998 yılında Wye Nehri Mutabakatı uyarınca İsrail’in çekilmesi belirtilmiştir. İsrail’in çekileceği alan C Bölgesi'nden B Bölgesi'ne kadar olan %13'lük ek payı kapsamıştı. Böylece C Bölgesi'ni resmi olarak Batı Şeria'nın yaklaşık %61'ine düşürmesi beklenmiştir. Ancak İsrail bölgenin yalnızca %2'den çekildi, ve Savunma Kalkanı Harekatı sırasında tüm toprakları yeniden işgal etti. 2013 yılı itibarıyla C Bölgesi, yerleşim yerleri, ileri karakollar ve ilan edilen 'devlet arazisi' de dahil olmak üzere resmi olarak Batı Şeria'nın yaklaşık %63'ünü kapsıyordu. İlhak edilen Doğu Kudüs, sahipsiz topraklar ve Ölü Deniz'in Filistin kısmı dahil veya hariç olmak üzere kalan yüzdelik alanı belirliyor. Obama yönetimi döneminde ABD Dışişleri Bakanı John Kerry, C Bölgesi'nin 'Filistin'in gelişmesi için etkin bir şekilde sınırlandırıldığını ve bölgede yaşayan Filistinlilere çok az inşaat izni verildiğini' belirtti.
Bugün tüm İsrail yerleşimleri (İsrail'e ilhak edilen Doğu Kudüs'tekiler hariç) C Bölgesi'nde bulunmaktadır. İsrail halen C Bölgesini işgal etmeye devam ediyor. Üstelik halihazırda bölgenin %99’u Filistinlilerin kullanımına kapalı durumda. Bu durumC Bölgesi'ndeki arazilerin çoğunun gelişmemesine yol açmış durumda ve üstelik İsrail Filistinlilerin inşaat yapmalarına izin vermiyor. Nitekim 2013 AB raporuna göre İsrail politikaları, su temini, eğitim ve barınma gibi temel hizmetlerde bozulmayla birlikte C Bölgesi'ndeki Filistin varlığını baltaladı. Filistin köylerinin yaklaşık %70'i yerleşimcilere hizmet veren su şebekesine bağlı değil; bu da bölgedeki Filistinlilerin yerleşimcilerin kişi başına düşen tüketiminin yalnızca dörtte biri ila üçte birini kullandığı gerçeğini açıklıyor. İşte İsrail karşıtlığının merkezi de burasıdır.
https://www.aljazeera.com/news/2019/9/11/what-are-areas-a-b-and-c-of-the-occupied-west-bank