Ülkece Yakalandığımız, Her Şeyi Geride Bırakıp Gitme İsteği Olan Drapetomania Sendromu

Yüzyıllar geçiyor ama değişen ne? Hiçbir şey...

Drapetomania, 19. yüzyıl Amerika'sında ortaya atılan "Kaçma Hastalığı" olarak nitelendirilen bir psikolojik rahatsızlığı tanımlar.

Kelime, Yunanca “kaçak köle” ve “delilik” sözcüklerinin bir araya gelmesiyle oluşturulmuştur.

Drapetomania adı verilen bu hastalık, ırkçılığın utanç verici sayfalarında yerini alan Dr. Cartwright'in, "Zenci Irkının Özellikleri ve Hastalıkları" adlı kitabında tanımlanıyor.

İncil’in; kölelerin efendilerine boyun eğmesi gerektiğini ve asla kaçma arzusu duymamaları gerektiğini söylediğini yazıyor. Ancak bu kölelerden bazıları “kaçma hastalığı”na yani Drapetomania’ya yakalanıyorlar!

Amerikalı doktor Samuel A. Cartwright bir kölenin hangi koşullarda Drapetomania'ya yakalanıp yakalanmayacağını da belirtiyor.

'Eğer beyaz adam Tanrı’nın arzusuna karşı gelir de kölesini kendi seviyesine çıkarmaya çalışırsa ya da kendisi onun seviyesine inerse veya Tanrı’nın ona verdiği gücü suistimal edip de zalimce cezalar verirse, kölenin ihtiyaçlarını sağlamazsa köle kaçmaya kalkışabilir.'

Hastalık tanımlanırken şu ifadeler kullanılmıştır:

'İyi davranılırsa, yeterli yiyecek, giyecek ve yakacak odun verilirse, her aileye kalabilecekleri bir ev sağlanırsa, geceleri ortalıkta dolaşmalarına, içki içmelerine izin verilmez, birbirlerini ziyaret etmeleri sınırlanır, aşırı çalıştırılmazsa kölelerin yönetilmeleri son derece kolay olur, tıpkı dünyanın başka yerlerindeki diğer insanlar gibi! Ama bu “normal” şartlarda kölelerin kaçma isteği duymaması gerekir. 

Yine de kaçma isteği duyuyorlarsa bu artık drapetomania’dır.'

19. Yüzyılın ortalarında yazdığı bir makalede bu hastalığı tanımlamakla kalmıyor Dr. Cartwright, aynı zamanda tedavi de öneriyor.

Kölenin içine girmiş bu şeytanı kovmak için sistemli bir şekilde kırbaçlanmasını önleyici bir tedavi olarak öneriyor; ama tabii ayak başparmakların kesilmesi şeklinde daha kalıcı bir tedavi de mümkün diyor ya da bu uygulama ona mal ediliyor. (Tedavi dediği şey, işkenceden başka bir şey değil tabii ki.)

Peki, 19. yüzyıl Amerika'sında ortaya atılan bu saçma "hastalık" terimiyle günümüz toplumlarının yani bizim ilgimiz ne?

Hepimiz çalışıyoruz ya da iyi bir iş hayatına başlamak için okullara gidiyoruz. Sabah 6'da ya da 7'de hiç istemediğimiz halde sıcacık yataklarımızdan çıkmak zorunda kalıyoruz.

Sevmediğimiz işlerimize gidebilmek için her sabah araçlara doluşuyoruz. O trafikte, eğer aracı biz kullanmıyorsak biraz daha uyuyabilmek için fırsat kolluyoruz...

2 haftalık tatil için bir sene boyunca canımızı dişimize takarak çalışıyoruz. Kendi kazandığımızdan daha çoğunu başkalarına kazandırıyoruz.

Kazandığımız para yetmeyince, kredilere başvuruyoruz. Bu kredilerle ev, araba, telefon alıyoruz. Hayatımızın çoğunu çalışarak geçirmemize rağmen borçlanıyoruz.

Bu sefer aldığımız ev, araba ya da telefon bir süre bize mutluluk verse de daha sonra bizlere onlar sahip oluyorlar. Onların bedelini ödemek için daha çok çalışıyoruz.

Hiçbiri yetmiyormuş gibi salgınlar, hastalıklar, doğal afetler, göçler ve şiddet olayları gibi bitmek bilmeyen birçok meseleyle boğuşuyoruz.

Zamanı geldiğinde oy kullanıyoruz. Bizi yönetecekleri seçiyoruz ya da seçemiyoruz...

İşte böyle anlarda alıp başımızı gitme fikri geliyor aklımıza, her nereye olursa.

Dalgalara çarpa çarpa, kumsalları eze eze kaçmak istiyoruz. Herkesten ve kendimizden başka ait olduğumuz her şeyden.

İşte böyle anlarda anlıyoruz. İki yüz yıl önceki sistemle bugünün pek de bir farkı olmadığının.

İnsanları belirli sınırların içinde yaşatıp emeklerinden azami ölçüde yararlanmak, bir başka deyişle sömürmek için sadece kağıt üzerinde özgür bırakıldığımızın.

"İyi davranılırsa, yeterli yiyecek, giyecek ve yakacak odun verilirse, her aileye kalabileceği bir ev sağlanırsa..." köle olarak kullanılabileceğinin hangi yüzyılda olursa olsun geçerli olduğunu anlıyoruz.

Bunları hissettiğimizde ve birilerine anlatmaya çalıştığımızda ise toplum tarafından "Aykırı" olarak nitelendiriliyoruz. Bir nevi "Hasta" sayılıyoruz.

En sonunda bizler de, 21. yüzyılda; sürekli aklında, alıp başını gitme fikri olan bireyler haline geliyoruz.

Belki de Drapetomania'ya yakalanmışızdır. Kim bilir? 😌

Popüler İçerikler

Arkeolog Muazzez İlmiye Çığ 110 Yaşında Yaşamını Yitirdi
Askerlerine Cinsel Saldırıda Bulunan Komutana 38 Yıl 70 Ay Hapis Cezası Verildi
ATM’lerde 200 TL Krizi: Fatih Altaylı’dan 5 Bin Liralık Banknot Önerisi
YORUMLAR

teşhisimi koydum şuan kesinlikle drapetomaniayım

SEN DE YORUMUNU PAYLAŞ