Bunlardan kesinlikle bahsetmeyen fütüristlerin “makineler bize hükmedecek” demesi çok komik bir durumdur. Sonuçta son 500 yıldır zaten tüm insanlığı birkaç aile hükmetmektedir ve ikinci dünya savaşında kimlerin toplama kampına gönderileceğinden tutun da bunun süresine de hangi tarafa kimin silah satacağına karar veren onlardır.
Yani biz yapay zekâ ve robotları inşa edeceğiz. Bir de utanmadan onları zaten kendimize benzeterek inşa edeceğiz. Ki bunun altında, tanrı figürlerini inşa ederken ki kendimiz ile ilgili komplekslerin aynısını kullanacağız. Buna teolojide antropomorfolojik tanrısal özellikler denir. Hatta Musevilerde, tanrıdan bahsederken kullanılan isim, bu konumlandırmaya göre değişir. Ve kendimizin ne kadar da kötü olduğunun o kadar da farkındayız ki, sonradan yaratığımız bu makinelerin bize hükmedeceğinden korkuyoruz. Tabi ki de korkacağız. Çünkü biz olsak öyle yapardık.
Bakalım bu iş ile ilgilenen kişiler geleceğin nasıl olacağını öngörüyorlar? Acaba robotlar ve yapay zekâ, bize, tıpkı biz olsak yapacağımız gibi soykırım, vahşet, kölelik mi getirecek? Yoksa birlikte birbirimizle kaynaşıp bütünleşecek miyiz? Yoksa teknolojik gelişmelerin insan için olan tehlikesi “insansı suçlara” benzetilerek değil de bambaşka yapay zekâya özgü özelliklerden mi kaynaklanacak. Hükümetlerin ve devletlerin bu proje için birbirlerini havaya uçurmaları gibi.
Bir kere baştan şunu kabul etmek lazım. İnsanlığın önünde iki seçenek var şu an: Birinde; şu anki teknolojik, bilişimsel, yazılımsal tüm gelişmeler bir anda duruyor. Kesinlikle geldiğimiz noktadan memnunuz ve bu teknolojilerin daha fazla ilerlemesi için bilimsel hiçbir kaynak ayırmıyoruz. Bu seçenek hiç gerçekçi değil. Hatta bunun gerçekleşmesi için zaten konu başlığımız olan “türümüzü tehlikeye sokacak bir felaketin” başımıza gelmiş olması lazım. İkinci seçenek ise teknolojik gelişmelerin katlanarak devam etmesi. Bunun olması daha olası.
İşte; eğer yapay zekâ ve robotikte ilerlemeye devam edersek eninde sonunda bir gün bizden daha zeki ve bize ihtiyaç duymayan bir silikon zekâ üreteceğiz. Bunun 2045’te olacağını düşünen Ray Kurzweil ve singularity teorisyenleri de mevcut. David Eagleman, Michio Kaku gibi bunun 2100 yılından sonra gerçekleşeceğini ve asla bazı konularda insan beynini aşamayacağını düşünenler de mevcut.
Ancak ikisinde de yapay zekâ ve makineler artık bize ihtiyaç duymuyorlar ve bugünkü iş sahasının %95 den fazlasını kendi başlarına hallediyorlar. Kendi kendilerine var olabildikleri durumunda, onları hemen “kötü” diye adlandırmamak lazım. Sonuçta sadece onların amaçları ile bizimkiler karşı karşıya geldiği zaman arada bir çatışma olacaktır. Hatırlarsanız Matrix filminde, insanlar güneş ışığını kaynak olarak kullanan makinelerin bunu yapmasını engellemek için atmosferi karartmışlardı.
Sonuç mu?
Ve ancak o zaman makineler insan beynini bir batarya olarak kullanmak için, insanları kapsüllerin içinde sanal alemde yaşatıp beyin enerjilerini kullanmak üzere tutsak ediyorlardı. Yani, enerji kaynağı bakımında bir çatışma ortamı olunca makineler insanlara yönelmişti. Ondan önceki savaşların sebebi insanoğlunun makinelere soykırım yapmaya çalışmasıydı bu bilimkurgu filminde. Ki Matrix 3 filminde makinelerin insanlara, insanların ise makinelere ihtiyacı olduğu vurgusu ile bir ateşkes ve barış havası verilmiştir.