Uğur Batı Yazio: Kullanılmayan Beyin Geri Alınır!

Puslu bir dünyada “hisseden” ve “düşünen” beyin...

*

İşadamı tıraş olurken bir yandan da berberiyle sohbet etmektedir.

Derken, kapının önünden ağır ağır geçmekte olan paspal bir çocuk görürler.

Berber, işadamının kulağına fısıldar:

“Bu çocuk var ya, dünyanın en aptal çocuklarından biridir! Bak dikkat et şimdi...”

Berber çocuğa seslenir: “Ali, buraya gel!” Bunun üzerine çocuk sakince dükkâna girer ve yüzündeki aptalca sırıtmayla berberi selamlar.

Berber işadamının kulağına sessizce, “Bak şimdi” diye fısıldar ve bir eline 10 liralık, diğer eline 100 liralık banknotlar alıp çocuğa sorar:

“Hangisini istiyorsan alabilirsin.”

Çocuk dalgın dalgın bir 10 liraya bir de 100 liraya bakar ve sonunda 10 liralık banknotu hızlıca çekerek berberin elinden alır ve koşarak dışarı çıkar.

Berber işadamına döner ve gülerek, “Gördün mü? Sana söylemiştim” der. Tıraş bitince işadamı sokağa çıkar ve az ileride kendi kendine oynayan Ali’yi görür. Yanına giderek, neden 100 liralık değil de 10 liralık banknotu aldığını sorar.

Çocuk hiç de aptalca olmayan bir sırıtmayla yanıt verir:

“He he he... Eğer 100 liralığı alırsam oyun biter...”

Her şey ne kadar da çok... Karmaşa her yerde değil mi?

Alev Alatlı’nın Hatırla! Geçmişin Geleceğindir kitabında kurduğu cümleler aklımıza geliyor:

“Muradımız hayatta kalmak, tarihin derinliklerine gömülüp kalmamak, Aztekler, İyonyalılar, Hititler, Finikeliler... Adları unutulmuş kabirleri dağılmış nice kavimler gibi, bir efsaneye, bir masal kavmine dönüşmemek ise; bir ulusun olmazsa olmaz işlevi diriliğini muhafaza etmek, zamanın ruhunu doğru okumak, lehimize aleyhimize gelişen olayları hızlı tanımak, yeri geldiğinde yüreklendirmek, yeri geldiğinde önlem almakla mükellefiz. Hepsinden öte ‘biz’ diye bir kavram olduğunu asla unutmamak, geçici, moda akımlara kapılıp, dağılmaya, atomizasyona izin vermemekle mükellefiz.”

İnsanın sosyolojisi bugün son derece dinamik sistemler üzerinde hareket ediyor.

Bu sistemler, birbirine bağlı değişkenler üzerinde. İletişim teknolojilerindeki muazzam gelişmelerle birlikte bir toplumsal olay diğerini, bir karar ötekini çok rahatlıkla etkileyebiliyor. Bunun illa kelebek etkisi olması gerekmiyor ama kesin olan bir şey var: “Ateş olsan cirmin kadar yer yakarsın” artık gerçek bir önerme değil. Ama “şeytanın ayrıntılarda gizli olduğunu” iddia etmek de son derece gerçekçi.

Ölü ve diri arasındaki farkın fiziksel varoluş durumunda puslu olduğu bir zamanda yaşıyoruz. İyi ve kötü arasındaki ayrımı bile çok net ortaya koyamıyoruz. Bir kere gerçeklerin kendisi “puslu” yani “fuzzy”. Öngörüler puslu. En önemlisi de günümüz insanının mantığı puslu.

Mantık da puslu olunca:

Kararlar da birer kibrit oluyor, bu durumda insanlar ya kendini yakıyor ya da ısıtıyor!

İkna olmak, ikna etmek, karar vermek, kararlar verdirtmek... Hepsi nasıl büyük karmaşalar içeriyor. İnsan ile hayvanlar arasında en önemli farklardan biri, açık olarak insanın düşünce ve duygularını belli bir mantık silsilesi içinde başkasına aktarabilmesidir. 1800’lü yıllarda, ilkel kabile dillerinin iptidai yapılı olduğu, hayvanlarla ilkel insanlar arasında dil bakımından fark edilir bir ayrım bulunmadığı iddia ediliyordu.

Antropolog Ralph Lintor’a göre, ilkel insan dilleri, modern toplumun kullandığı dilden daha karışıktır: “İlkel lisanlar, dilin orijinini açıklamakta işe yaramamaktadırlar. Çünkü ilkel toplumların konuştuğu dil, gramer bakımından medeni toplumların konuştuğu dilden çok daha karışıktır.”

Nasıl olursa olsun sadece insanın konuşabilmesi bile milyonlarca yıl almıştır desek... Çok uzun ve karmaşık yolculuklardan geçerek bugünlere gelen insanın konuşma edimi, zekâ ve giderek artan karmaşıklığa dayalı sosyal bir toplumun kaçınılmaz bir sonucu olarak doğmuştur, çevresel koşullar dinamiğiyle evrimleşmiştir. Durum böyleyken insan sadece onlarca yıldır diyebileceğimiz bir sürede yapay zekâ teknolojisiyle bugün başa çıkmak zorundadır. Yapabilir mi? Zor görünüyor! Üstelik her şey bu kadar pusluyken...

Nasıl mı? “Sıfır” ya da “bir” önermelerini hatırlarsınız.

Kirliyi ya da temizi, yanlışı ya da doğruyu anlamlandırdığımızı düşündüğümüz zamanlardı. Kime ya da neye göre olduğunu unutun, klasik Aristocu mantık işte. Kesin yargılar vardı. Farklı düşünenlere yer yoktu bu yargılar dünyasında. Fakat sadece şöyle bir problem vardı: Bu fikirleri uygun gören, kabul eden ya da bu fikirlere tutkun olanların işine yarardı bu yargılar.

Puslu mantık, 20. yüzyılın felsefe ve mantık bakışının bir timsali olarak klasik mantığın farklı bir derecesidir. Puslu mantıkta A her zaman doğru, B her zaman yanlıştır. Sorgulamaya açık değildir. Karşıtlıklar vardır. Klasik mantıktaki yargılar hareket halindedir. Manipülatif yargıların dünyasıdır bu. Duruma göre gerçekliktir. Konjonktüre göre yargılamadır. Bu fikirlere o kadar tutkun bir kitle vardır ki, fikir ne söylerse söylesin, salonlar alkışlarla yıkılır, mitingler dolar taşar. Tabiri caizse bu mantık ruh okşayıcıdır. Puslu mantıkla günün ihtiyaçlarına cevap vermek son derece mümkündür. Sadece böylesi bir kitle bulmaktadır mesele.

Tehlike, tehdit, risk, kaygı, ödül, haz, refah gibi uyarıcılar karşısında kararlar öncelikle hisseden beyinden çıkar ve daha sonra kuvvetli gerekçelerle desteklenmek ve mantık süzgecinden geçirilmek üzere düşünen beyin bölgesine havale edilir. İnsanların duygularının sağ beyinde, mantıklı düşünme süreçlerinin de sol beyinde olduğu yönündeki hepimizin yıllardır bildiği görüş sadece sınırlı ölçüde geçerlidir. Çünkü insanın sahip olduğu iki tür düşünce süreci, beynin sağı ve solu tarafından yönetilmekten çok aslında aşağı ve yukarıdaki yapıları tarafından yürütülür.

Bu işlemleri yürütürken ilkönce hissederiz çünkü hisseden bir beynimiz var! “Hisseden” adını verdiğimiz tepkisel düşüncelerin merkezi, esas olarak beyin kabuğunun altındadır. Beyin kabuğu duygusal sistem için de kritik bir işleve sahip olmakla beraber, duygularla ilgili birçok süreç evrimsel gelişimin daha eski dönemlerinde gelişmiş olan limbik sistemde gerçekleşir. Limbik sistem beynin iç ortasındaki ağımsı yapıya verilen isimdir. Bu bölge yiyecek, içecek, sosyal statü, cinsellik, para gibi insana haz veren şeyleri tanımak ve onları yönetmek konusunda önemli bir role sahiptir.

İlgili bölge dış dünyadan gelen ve haz vaat eden uyaranlar için bir ilk değerlendirme ve aktarma istasyonudur. Bu bölgenin beyin kabuğu ile milyarlarca bağlantısı vardır ve mesaj buradan beyin kabuğuna gönderilir. Bütün memelilerin limbik sistemi bulunmaktadır. Tüm canlılar hayatlarını sürdürmek için tehlikeden ve riskli uyaranlardan hızla uzaklaşmak, buna karşılık haz veren ve ödül vaat eden uyaranlara yönelmek eğilimindedir.

Hisseden beynin işleyişinde, risk ve ödüle giden belirli kalıp ve işaretleri tanımak, karşılaşılan insanların kişilikleriyle ilgili karar vermek gibi farklı sorunları değerlendiren birçok yapı devreye girer. Bütün bu işleyişin ortak özelliği hızlı, otomatik ve bilinçli düşünce düzeyinin altında yer almasıdır.

Süreç bununla bitmez. Bizim aynı zamanda düşünen (reflektif) bir beynimiz var. İnsan beyni sezgi ve duygudan daha fazlasını barındırır. Beynin düşünen tarafının büyük bölümü alnın arkasında, ön lobun da önünde olan prefrontal bölgede bulunur. Bu bölge davranışların ve kararların kişinin uzun vadeli amaçlarını denetleyen bir yönetim merkezidir. Bu bölgede, beynin çeşitli bölümlerinden gelen bilgiler, geçmiş deneyimlerin süzgecinden geçirilir, anlamlı bütünlere dönüştürülerek organize olur, geleceğin planlarını da içine alan bir tepkiye dönüştürülür.

Düşünen beynin önemli bir bölgesi de sayısal ve sözel bilgileri işleyen parietal kortekstir. Düşünen beyin duyguların yorumunu yapar ve akıl yürütür. Örneğin bahaneler bulmak ve analitik değerlendirmeler yapmak bu beynin görevidir. Analitik süreç kişinin yaptıklarının bilincinde olduğu ve sorumluluk üstlendiği bir süreçtir.

İkna konusunda önemli teorisyenlerden Robert Cialdini’den daha sonra söz edeceğiz ama konuyu bağlamak için şunu söyleyelim: Kendisinin söz ettiği gibi ikna olmada ya da birini ikna etmede otoritenin öneminden, sevgi, karşılıklılık, toplumsal kanıt ve bağlılık ve tutarlılık ilkelerinin hepsi temelde beyinlerimizin “hisseden” ya da “düşünen” olması ile ilgilidir. İleriki bölümlerde anlatacağız.

Popüler İçerikler

Türkiye Kaçıncı Sırada? Bir Ankete Göre En Güzel Kadınların Bulunduğu Ülkeler Açıklandı
'Atatürk' Yorumu Büyük Tepki Çekmişti: İlber Ortaylı'dan Daron Acemoğlu'na Tarih Dersi!
Kızılcık Şerbeti'nde Yeni Doğmuş Bebeğin Başının Örtülmesi Tepki Topladı