Uğur Batı Yazio: Hayatımızdaki Etkiler ve Her Şeyin Sebebinin Hiçbir Şey Olması!

İnsanlar neyi, niçin yapar? 

Kararlarımızda nelerden etkileniyoruz? 

Özgür irade bir illüzyon mu? 

Ya pazarlama iletişimi çalışmaları? Tüketim mekanizmaları ve biz zavallı tüketiciler? Nasıl etkileniyoruz ve bunun sonuçları ne oluyor? 

İşte bu konuda derli toplu cevaplar sunan ve insan doğasına ilişkin psikolojik etkileri bir arada toplayan bir kitaptan söz edeceğim size.

Tecrübeli yazar Şafak Altun’un “Ferrari’yi Çalan Fil: Etkiler Kitabı” adlı eserinden. Bir kurmaca ile başlayayım.

Geçen yıl yaz aylarında İstanbul'da meydana gelen otomobil hırsızlıklarıyla ilgili çalışma başlatan İstanbul Emniyet Müdürlüğü Oto Hırsızlık Büro Amirliği ekipleri,  İstanbul’daki çeşitli mülki erkân mensuplarının makam otomobillerinin de aralarında olduğu çok sayıda otomobilin “vale” kılığında alınan anahtarlarla çalınması üzerine harekete geçmişti. Daha önceden çökertilen çetenin firardaki mensubu “Tosun” lakaplı Y.M. (38) ile çete üyesi “Sibop” M.K.’yi (32) yakın takibe alan güvenlik güçleri, benzer suçlardan çok sayıda sabıkası bulunan kişileri de yakın izleyerek suç makinesi bir çeteye ulaşmıştı. 

Polis, organize şekilde hareket eden ve kayıtlı 130’un üzerinde suç kaydı bulunan çetenin lideri “Fil” lakaplı N.U. (16) ile yanındaki “Hırbo” lakaplı E.S.(72)’yi, Pendik Esenyalı'da bir restoranda vale kılığına girerek yaptıkları otomobil hırsızlığı üzerine başlattıkları çalışma sonucu, Tuzla’da yaşadıkları lüks villada yakalayarak gözaltına almıştı. Özellikle adamların magazin parlağı genç popçunun kırmızı Ferrari’sini çalmaları bir şanssızlık olmuş, polisten çok magazin muhabirleri çeteyi çökertmişti. Arabanın peşine takılan magazin muhabirleri, popçuyu bulacaklarını sanırken çete ile karşılaşmışlardı. Popüler bir ulusal gazetenin daha sonraki günlerde olayı üçüncü sayfasından koca puntolarla “Ferrari’yi Çalan Fil” manşetiyle vermeleri ise hırsızlığı unutulmazlar arasına sokuyordu.

Neden bu başlık atılmıştı, burası da ilginçti ama bir mantığı vardı başlığın!

Polisin lider N.U’yu gözaltına aldığı sırada evde bir de Afrika Çalı Fili denilen türden, 4-5 ton ağırlığında, omuz başı 2 metre, boyu 7 metre olan bir fil, iki çita, bir kaplan, bir timsah, birkaç da vahşi sürüngen bulunuyordu. Son derece saçma diyebilirsiniz ama adamlar evde bildiğiniz bir fil ve diğer bazı vahşi hayvanları besliyordu. Hatta çetenin çocuk yaştaki lideri de daha sonra anlaşılıyordu ki lakabını bu filden alıyordu. 

2 yıl kesinleşmiş hapis cezasını çekerken hastanede jandarmanın elinden kaçarak firar eden zanlı N.U. ile çete üyesi E.S.’nin yanında bir silah ya da kesici alet yoktu. Kan tahlillerinde uyuşturucu maddeye de rastlanmamıştı. N.U’nun cebinden sadece eskimiş yapraklarıyla “Fil Tyke Olmak” adında bir öykü kitabı çıkmıştı.  

Bilenler bilir, Tyke, binbir işkenceyle eğitilen, sirklerde kahkahalar atıp izlediğimiz hayvanların duyguları olduğunu bütün dünyaya gösteren sembol bir olaydı. 20 Ağustos 1994 günü Honolulu şehrinde bir sirk gösterisinden isyan ederek kaçmış, kaçarken bakıcısı ezmiş ve sonunda 86 kurşunla vurularak durdurulmuştu. 20 yıllık esaretin ardından can veren Tyke’ın ölürken gururla ağlaması ise zamanında dünya gündemine oturmuştu. Ölümünden sonra fili çalıştıran Hawthorn Şirketine dünyanın her yerinden yüzlerce dava açılmış, 1994’te federal hükümet, Hawthorn’un sahibi John Cueno Jr.’ın sirkindeki 16 file el koymuştu. Fil Tyke’ın gösterdiği direniş toplumsal değişmelere neden olmuş ve Fil Tyke adeta tarih yazmıştı.  

Firari hükümlü N.U. ile beraberindeki yardımcısının, yeni çete oluşturmak için çalışmalarda bulundukları kaydedilirken, olayda birkaç ilginç husus bulunuyordu. Fil N.U, suç anında bile sadece 16 yaşındaydı. Kayda geçen ilk suçunu seyis olarak çalıştığı gezer bir sirkten fil çalarken yapmıştı.  Emniyetteki sorguları tamamlanan şüpheli, Anadolu Adalet Sarayı’nda verdiği ifadesinde “arabaları çalmadıklarını, sadece arabalar karşılığında para alıp, onlarla doğada olması gereken vahşi hayvanları beslediklerini” söylemişti.

Durumun bu kitap açısından, dolayısıyla bizim açımızdan ise bir başka önemi vardı ki etkilerin hayatımızı nasıl yönlendirdiği konusunda ilham verici bir durumu aydınlatıyordu bizim için.

Stanewell, Seyis ve At, 1844

Çocuk yaşta olduğu için adliye sonrası görüştüğü pedagogun ifadeye not ettikleri bize gerçekten ders niteliğindeydi. Bu kısmı o ifadelerden anlatayım. 

“Hadi artık ismini de kısaltmadan kurtarıp söyleyelim, Nehir, adını aldığı Yeşilırmak’ın doğduğu Sivas'ın kuzeydoğusundaki Kösedağı’nda bir köyde doğmuştu. Baba ve annesini doğumundan bir yıl sonra nehir almış, sabi bebek öksüz ve yetim büyümüştü. Hiçbir akrabası olmadığı için de fakir köyde o ev senin bu ev benim sefil bir şekilde büyümüş, bu şartlar da onun bütün güzel özelliklerini güzel ruhunun derinliklerine göndermişti. Hırçın çocuk sadece hayvanlarla münasebete girer, mecbur olmadıkça insanlarla hiç konuşmaz, çocuk yaşına rağmen deli gibi çalışıp kazandığı üç beş kuruşu da köyde her işe koşturulan atlarla paylaşırdı. Onlara kesif yem, kaba yem alırdı. Atları tongurağından (bir çeşit at ahırı) çıkarıp özgürce gezdirmesi, dağ bayır dolaştırması da doğrusu köylülerin pek tepkisini çeker, bu yüzden de az da dayak yememişti. Onun bu tutumunu yabancılayan köylüler ise onun adını “at hırsızı koymuşlar”, çocuğa yıllarca “at hırsızı yukarı, at hırsızı aşağı” diye seslenmişlerdi. Köyden ayrıldığı 14 yaşına kadar da aslında yaşadığına çok da bakmadıkları sabi çocuğa laf değdiğinde, “Müneccim olmaya gerek yok, bundan hırlı olur, hırsız olur. Ne olacak boşuna adı at hırsızı değil” demekten başka bir şey de dememişlerdi.” 

 Oysaki köylüler bilmiyordu ama psikoloji yazını şöyle derdi:

“Her kehanet kendini bir gün mutlaka gerçekleştirmek zorundaydı!"

'Kendini gerçekleştiren kehanet' ya da “beklenti etkisi” olarak da yazında yer bulan 'Pygmalion etkisi”, bireyin bir süre sonra başkalarının ona ilişkin beklentilerine denk düşen davranışlar sergilemesi şeklinde ifade edilebilirdi. Bu teori, güçlü olanın iradesinin diğerinin beyni tarafından tanındığı ve kabul edildiği bir durumu işaret ederdi. Karar verme mekanizmaları açısından bu durum şöyle açıklanabilirdi: Bir kişi karar verirken sosyal çevresindeki daha güçlü olanın görüşlerini dikkate alarak karar verir ve hatta kendi kişiliğini bu şekilde inşa edebilirdi.  

Evet, çocuk, kendisine yazılan kehaneti gerçekleştirmiş. Bir şekilde bir türü de olsa hırsız olmuştu. Ve de çocuk olmasına rağmen güçlüydü ve yaptıkları şeyin mantığı bir çeteye kabul ettirmişti. Üstelik haber de belirttik, çete üyeleri arasında 72 yaşında da adam vardı, 38 de… Yani bu olayda tam da adını ifade ettiğimiz gibi Pygmalion etkisi denilen durum yaşanmıştı. Çocuk kendisi hakkında “beklenen şeyi” gerçekleştirmiş, üstelik güçlü kişiliği sayesinde diğer bazı garip adamları da bu olaya dâhil etmişti. Bir düşünsenize “evde fil beslemek”. Delisiniz sanırım? 

İşte şöyle bağlayalım: Başımıza gelenlerin nedeni bizzat yol açtığımız olaylar mıdır, yoksa hayatımızın akışını olaylar değiştirir? İnsanların tehlike, tehdit, risk, kriz, haz, kendi çıkarları gibi hayatın kritik zamanlarında aldıkları kararlara bakılacak olursa; Bertrand Russell’ın “İnsanın akıllı bir hayvan olduğu söylenir. Hayatım boyunca bunun kanıtlarını aradım ancak bulamadım” şeklindeki ifadesinin haklı olabileceğini düşünmekte yarar vardır. Çünkü ikna, öğrenme ve davranış ile ilgili tüm bilişsel ağırlıklı kuramların tersine, insanların salt aklın değil tamamen duyguların yönlendirmesiyle harekete geçtiğini düşünmemiz son derece normaldir. Diğer taraftan insan beyni sezgi ve duygudan daha fazlasını barındırır. Beyin ise bundan 2 milenyum önce Hipokrat’ın dediği gibidir:

“Bütün zevklerimiz, mutluluğumuz, kahkahalarımız ile jestlerimiz ve acılarımız, kederlerimiz, ümitsizliklerimiz ve gözyaşlarımız beyinden ve yalnızca beyinden kaynaklanır.”

Böyledir de. Beynimiz de ilişkili literatüre geçmiş ama bizim çoğu zaman fark etmediğimiz pek çok özel etkiyle sarılıdır. Toplumsal sarmalda her zaman yüz yüze kaldığımız sosyal etki, sosyal kurallar, sosyal baskı, grup etkileri, uyma, ricalara boyun eğme, emirleri düşünmeden yerine getirme, güç, lider ve liderlik, azınlık etkileri, tutum değişimleri, hep bu etkilerle olur. Beynin hareketine neden olan, karar verme mekanizmalarında kritik önemi olan ana etkiler çoğu zaman bizi bizden alan ama daha akademik bir yaklaşımla, davranışlarımız, sonra tutumlarımız, sonra da eylemlerimiz konusunda ana yönlendirici olurlar. Bu etkileri öğrenmek o kadar öneml ki... Şeytan etkisi, Lucifer etkisi, ​Lady Macbeth etkisi, Ekran etkisi​, Seyirci Kalma etkisi, Bando Arabası etkisi​, Hipster etkisi, Bumerang etkisi, Domino etkisi, Kelebek etkisi, Medici etkisi ve daha niceleri… Kitaba adını veren Pygmalion etkisi ya da daha bilinen adıyla Beklenti etkisi de bunlardan biri.  

Sonuç mu? 

Etkiler konusu gerçekten çok ilginç. Hayatımıza yön verme potansiyeli olan tüm bu etkileri öğrenmenizi salık veriyorum. Umarım bu gerçekleşir, çünkü siz bunu hak ediyorsunuz. O zaman ne diyelim? Pygmalion etkisi diliyorum. Beklentim bu. Kehanet kendisini gerçekleştirsin…

Popüler İçerikler

Galatasaray'ın Yıldızı Osimhen İçin Fenerbahçe Napoli ile Temasa Geçti
Çanakkale'de AK Partili Belediyenin Tepki Çeken Atatürk Afişi Kaldırıldı!
Narin Güran'ın Babası Arif Güran İlk Mahkeme Sonrası Konuştu: "Kızımı Nevzat Bahtiyar Katletti"