Uğur Batı Yazio: Derinde Saklı

Burcu Alşan’ın romanını okuyordum. Tanıtım metninde “Aşkın araladığı bir kapıdan, hayatın anlamını bulmaya doğru… Hayat bazen yapardı böyle, alır ve atardı birbirini sevenleri uzaklara. Mesafeler sokardı araya, büyük küçük sorunlar, olmaz dedirten imkânsızlıklar, geçemeyeceğin sınavlar koyardı önüne; ya teslim olur kabullenirdin ya da mücadele ederdin o aşk için. Hayatımız ne zaman anlam kazanır? Ne zaman bu dünyaya gelişimizin, doğumdan ölüme dek geçirdiğimiz sürenin hakkını vermiş sayılırız? Ne zaman tam mutlu oluruz, o terfiyi alınca mı, evin kredisi bitince mi, arabayı yenileyince mi? Başkalarına hiç değmeden, kendimizden başkasını düşünmeden yaşamın hakkını verebilir miyiz? Kan bağımız olmayanları, doğurmadığımız çocukları önemsemeden yaşamış sayılır mıyız? Hep kendimize yatırım yapmakla, eğlenmekle geçer mi bir ömür? Geçerse, ona ömür denir mi?” diyor.

Alşan’ın “Derinde Saklı” romanı, böylesi bir sorgulamaya cevap arıyor.

Bu cevapları arayan gencecik bir kızın hikâyesi aslında Derinde Saklı... Ve aslında belki de sırf bu yüzden soru soran ve cevapları arayan hepimizin hikâyesi. Her şeyi olan bir adamın, aslında hiçbir şeyi olduğunu anlamasının hikâyesi...

Ezberletilen kadın ve erkek rollerinin, dayatmaların, acımasızlıkların ardında, derinde saklı anlamları bulma çabasının romanı... Öyle diyelim. Buradan aklıma geldi.  Her şey düşüncelerimizde saklı. Yaşamımız. Düşünce işte böyle bir şey. Her şeyin cevabını verebilir. ‘Tanrı var mı?’ gibi kritik bir sorunun cevabı bile en çok kişinin içindedir. Tanrı gibi kişi olmayan, evrendeki sonsuzluk duygusunun karşılığı başka ne olabilir ki? ‘Ben bu dünyaya ait biriyim ve bu dünya da bana ait’ argümandır. Varoluşsal bir ‘bütün ve ben ayrı değiliz’ hissidir, tasavvufun yolundaki gibi. Her birimizin yaşadığı bir deneyimdir. Kişi iç sesine daha fazla güvendikçe, bu ses daha açık ve daha yüksek olarak duyulacaktır. Kişi yine bu sese daha fazla güvendikçe ve onun yönlendirmelerine göre eyleme geçtikçe, kişilik oluşumunda daha etkili bir faktörle karışılacaktır.

Tabi burada kritik bir düzey devreye girecektir. İnsanın düşüncesini kontrol edebilme durumudur. Çünkü düşünce, insan yaşamını olumluya yönelttiği gibi zindana da çevirebilecek bir unsur olabilir. Bu bir nevi self sabotajdır. Kişinin kendi ruhunu hapse atması gibidir. Kişinin kendi kendine yaptığı olumsuz iç konuşmalar nedeniyle özgüveninin düşmesi ve kendini gerçekleştirmesinin engellenmesi olarak tanımlanan self sabotaj, çocukluk döneminde öğrenilen davranışlardan başlayarak, süreç içinde öğrenilen hatalı düşüncelerden kaynaklanıyor. Bu konuda kritik bir durum ise, iç sesimizin tonunu annemizin sesinin söylemesi durumu. Bu çocukluk döneminde ilk konuşmaların anne ve yakınların aracılığıyla olmasından kaynaklanır. Karamsar/korumacı/dominant annesinin sesi yıllarca iç ses olarak devam eder.

Kişinin hayatı, düşüncelerinin rengine boyanmıştır!

Sonuçta herkes düşündüğü gibi yaşar. Kişi nasıl düşünürse o şekilde hisseder. Dikkat: İçsesinizle söylediğiniz şeylerin %80’e yakını size karşı olabilir! İlk olarak farkındalık ve dikkat geliştirmek önemli. Üstelik sadece farkındalıkla başlayan bu süreçte, olumlu düşünme kabiliyeti de geliştirilebilir. Beynimiz zaten buna hazırdır. Beyin doğası gereği aslında pozitif düşünme eğilimindedir. Çünkü bilinçaltı aklımızdaki her şey pozitif olma eğilimindedir. Buna rağmen, iç konuşmanızla mücadele etmek –ki gerçekten doğru kelime bu– kararlılık, irade ve zaman gerektirir. Bu mücadele esnasında olumluya dönüşüm için sadece beynimizdeki engelleri, önyargıları ve sınırları kaldırmamız gerekiyor. Buna da zihnimizi olumlu iletilere daha fazla hazır tutmakla başlamamız gerekiyor.

Varoluş kaygıları gereklidir, faydalıdır; insan, “Ben kimim, neyim, nerede varım, gerçek miyim, gerçeğim ne?..” gibi sorular sordukça, derine daldıkça üzerindeki sahte kimliklerden kurtulur. Her samimi cevapta, her içine dönüşte ‘’öz’’ üne kavuşmaya daha da yaklaşır. O öz ki sahip olunan (ya da sahip olduğu sanılan) etiketlerden, paradan, mevkiden bağımsızdır aslında. Ama özünü farkına varamayan, onunla henüz tanışamamış insan, varoluşunu etiketlerine bağlar; sanır ki onları kaybederse yok olacak. İşte bu nedenle başı kesik tavuk gibi ortalıkta dolaşır, her yere yetişmeye çalışır, biliyormuş gibi yapar, çok olmaya çalışır, hep almaya çalışır hayattan.

Oysa bıraktıkça var oluruz; yüreğimiz yüklerinden hafifledikçe, yalnız kalıp içimize çekildikçe tanırız kim olduğumuzu… Ve o zaman anlarız bu hayata geliş amacımızın ne olduğunu. Sartre boşuna dememiş, ‘’Düzmece yaşamlarınızda para, mevki ve başarıyı  bir kenara kaldırıp kendinize baktığınızda gerçekte kimsiniz? Geleceğe, yarının toplumlarına bırakacağınız iz ne olacak?’’ diye...

Derinde Saklı’da insanın, varlığına anlam arayışını bir aşkın içinden geçerek anlatıyor.  Bu dünyaya gelişimizde daha derin bir mânâ arayan, hayattaki gerçek amacımızı bulmaya gönlü olanlar için bir roman bu... Hepimizin içinde taşıdığı potansiyeli gerçekleştirmekle yükümlü olduğuna, bu dünyaya sadece bizde bulunan ve kalan herkesten daha iyi yapabileceğimiz bir özellikle donatılarak, yalnızca almaya değil, vermeye de geldiğimize inananlar için bir roman…

Popüler İçerikler

TikTok Fenomenleri Çağla ve Cansu Arasında ‘Erkek’ Kavgası Çıktı: Cansu, Çağla’yı Silahla Vurdu
"Bir Evim Varsa Onun Sayesinde": Hakan Meriçliler'den Vural Çelik Tartışmasında Gülse Birsel'e Büyük Destek!
ATM’lerde 200 TL Krizi: Fatih Altaylı’dan 5 Bin Liralık Banknot Önerisi