Uğur Batı Yazio: Bu Ülke Gerçekten Çok mu Partizan?

Yıl 2013 yılının Mayıs ayıydı. Bir arkadaşımın düğünü için başkente gitmiştim. Yıllar sonra Ankara’da trene bineyim dedim ve yaptım. Tren birkaç istasyon sakin sakin gitti. Hele İstanbullu biri için Ankara’da her şey sakin ya, tren de öyle göründü. Bu sakinliği bozan ise, Ankaray’ın Kurtuluş İstasyonu’na vardığımızda bir aklı evvelin yaptığı anons oldu: 

“Sayın yolcularımız lütfen ahlâk kurallarına uygun hareket ediniz.” 

Beni sanki yerime çivilemişti. Ne olmuştu da böylesi bir anons geçilme ihtiyacı zuhur etmişti?

Ben bunu düşünedurayım, İstanbul’a döndükten birkaç gün sonra bir akşam bir internet haber sitesinde (Kaynak: Kurtuluş Ankaray’da öpüşme eylemi) gördüğüm “Kurtuluş Ankaray’da öpüşme eylemi” haberi tam olarak halk arasında söylenile gelen şu deyişi anımsatıyordu: Eşeğin aklına karpuz kabuğunu düşürmek! 

Bir kere düğmeye basılmıştı ve akılda olmayanı akla sokmuşlardı. Bu büyük başarı (!) sayesinde insanlar, 25 Mayıs saat 18.30’da aynı istasyonda öpüşme eylemi düzenlemişlerdi! 

“Eşeğin aklına karpuz kabuğunu düşürmek”, kimsenin aklında olmayanı akla getirmeye uyan en güzel deyimdir sanırız. Bazen kararlarımızı sadece birileri bizim aklımıza getirdi diye veririz. “Gaza gelmek” gibi bir şey diyelim isterseniz.

Karpuz kabuğu deyip geçmeyin, son derece işlevsel. “Ben Bilmem Beynim Bilir” kitabımda amacımızı “eşeğin aklına karpuz kabuğu düşürmek” olarak açıklayıp eklemiştim:

“Aman eşek gibi olmuş oluyorsunuz ama” demeyin, sadece deyim böyle. Kitap için aldığımız görüşler dâhilinde Prof. Dr. Deniz Ülke Arıboğan yönelttiğimiz sorulardan birisine şöylesi bir cevap vermişti: 

“Karpuzun kabuğu kalın desem, ülkemin yarısı AKP’yi suçlayacak, diğer yarısı kalın kabuğun faziletlerini AKP’ye yoracak. Acil şifa dilerim.”

Deniz Hocamız, ne demek istediği konusunu açarken, iktidarın muhalefetin hiçbir fikrini beğenmemesi; muhalefetin de iktidarın hiçbir fikrini beğenmemesi ve taraftarlık/partizanlık olguları ekseninde insanlarda ne tür algı yanlışlarına düştüğünü anlatıyordu: 

“Türkiye’de gri alanların tamamen kaybolduğu ve herkesin kendisinden ve düşüncesinden fazlasıyla emin olduğu bir sosyolojik yönelim var. Düşünceler arasında da rekabet değil düşmanlık duyguları yaygın. Herkes ötekini kendisinden farklı olan olarak değil, kendi düşüncesini yok etme potansiyeli olan bir düşman olarak görüyor. Siyasallaşması imkânsız gibi görünen konularda bile toplum hemen konuyu siyasete bağlayıp ikiye ayrılıyor. 

Ve ilginç bir saptama; konunun ne olduğundan bağımsız olarak hep aynı doğrultuda tavır alınıyor. Karpuz nasıl kesilir konusundan, Rusya ve NATO ile ilişkilerimiz konusuna uzanan bir sabit taraftarlık söz konusu. NATO’ya karşı olanların hepsi aynı zamanda karpuzun kabuğunu önce çıkartıp sonra dilimlenmesi gerektiğini düşünüyor veya tam tersi, bilemiyorum.

Zira siyasal hareketin liderinin karpuz kesme konusunda da mutlaka bir fikir oluyor ve hizalanan gruplar, bu fay hattını esas alarak konumlarını belirliyor. Böyle olunca mesela Cumhurbaşkanı mevcut durumda; Türkiye’nin ana yarılma hattı haline gelmiş durumda. Dünyanın en doğru şeyini söylese toplumun yarısı karşı duruyor, en yanlış şeyi söylese diğer yarısı onaylıyor. Akıl ve rasyonalitenin yerini duygusallık ve grup dayanışması alınca karpuzun kabuğunun hikâyesi de böyle şekilleniyor.” 

Deniz Hoca’nın yorumu herhangi ilintili bir kitap amacını belirleyecek kadar çarpıcıydı doğrusu ve biz de bu hakkı vermeye karar verdik. Kitabın neredeyse her bölümünde değineceğiz, ne de olsa her şey karar vermekle ilgilidir. Bu kararı verirken bulduğunuz rasyonel veya duygusal bir argüman, bir ilinti, bir açılım, doğrusu işinizi kolaylaştırıyor! 

Gerçi konu politika ve onun eksenindeki iletişim olunca, karpuzun kabuğunun işi Deniz Hocanın bahsettiği perspektifle de sınırlı kalmıyor. Mesela, cümle dezenformasyon da bu şekilde başlıyor. Herhangi bir düşünceyi bertaraf etmek amacıyla eylemi planlıyorsun (Ya da planlamıyorsun, bazen kendiliğinden oluyor), açığı söylüyorsun ya da yaratıyorsun.

Sen açığı söyledikten sonra ise, elbet o açıktan fayda sağlayacak bir opportünist bulunuyor. Sahiplenen taraftar da oluyor, yasağı cazip gören muhalif de çıkıyor. Ancak ne olursa olsun iletinin gücü artıyor. İleti bu kadar tartışmalı ve yaygın olunca da kalıplaşıyor. Bu söylediğimiz o kadar yaygın bir şekilde gerçekleşiyor ki, sürecin haritasını bile çıkarabiliriz. Artık modellenmesi bile mümkün. Buna dair yazına bir katkımız olsun, adına “Karpuz Kabuğu Modeli” diyelim; modeli de şöyle açıklamaya çalışalım:

Partizanlık Nasıl Artırılır Konusunda Bir Formül mü Yazsak?

“KARPUZ KABUĞU” MODELİ:

Amaç: (Uyuyan dev olan zihni uygun amaçlar doğrultusunda uyandırmak) 

Yöntem: (Eşeğin aklına karpuz kabuğunu düşür, yeter) 

Alt Amaç: (Karşıtına referans vererek sana sadık topluluğu daha da fanatikleştirmek) 

Yardımcı Güç I: (Uygun konu seçimi) 

Yardımcı Güç II (Gündem yönetimi) 

Yardımcı Güç III (Karşıtlıklar yaratmak) 

Üslup: (Konu tartışmalı olsun, üslup iğneleyici. Biraz sakillik her zaman iş görür) 

İleti Tonu: (Bütünde duygusal olsun. İlgili-ilgisiz rasyonalite ile desteklensin!) 

Bu durumda; 

Etkin İleti = İletinin Üslubu + İletinin Zamanlaması + İleti İçin Seçilen Mecra + Bolca Kafa Karışıklığı + Bir Sonraki İçin Yeterince Beklemek 

Konuyu Türk insanının karpuz kabuğu ile imtihanını anlatan bir fıkra ile bağlayalım.  

Okyanus’un ortasında bulunan gemi batmak üzeredir ve kaptanın tüm çabalarına karşın yolcular gemiyi terk edip denize atlamaya yanaşmamaktadır. Kaptan umutsuz bir biçimde geri dönerken tayfalardan biri yolcuları denize atlamaya ikna edebileceğini söyleyerek kaptandan izin ister. Kaptan 5 dakika sonra bir de ne görsün bütün yolcular birer birer denize atlamaktadır. Kaptan tayfayı yanına çağırır: - Yahu ne dedin onlara? Ben o kadar şey söyledim kıllarını bile kıpırdatmadılar. 

- Akıllarına karpuz kabuğu düşürdüm! 

- Nasıl yani? 

- İngilizlere “Sizin gibi soylu insanların batan bir gemide bulunması hiç yakışık almaz” dedim. Amerikalılara deniz suyunun cilde ne kadar yararlı olduğunu anlattım. 

- Kaptan dayanamayıp sorar: “Peki Türklere ne dedin de denize atlamaya ikna ettin onları” 

- Tayfa gülümser: “Bu saatten sonra denize girmenin artık yasak olduğunu ve kalan Türk’lerin yarısının denize kesinlikle atlamak istemediğini!..” 

Sonuç mu? Bu partizanlık konusunda daha fazla yazacağım ama şimdilik futbol, siyaset, etnik kimlik, din, rakebet... Tüm olgularda fanatikleştik ve sanırım toplum Ne ekiyorsa onu biçiyor” demek istiyorum.

Popüler İçerikler

Yeni Sezonda TV Ekranları Fena Karıştı: 5 Dizinin Ertelendiği Sezonda 6 Dizi Şimdiden Final Yaptı!
Cumhurbaşkanı Erdoğan, Atatürk Karşıtlarına Mesaj Yolladı: "10 Yıl Daha Yaşasa Bambaşka Olurdu"
Galatasaray'ın Yıldızı Osimhen İçin Fenerbahçe Napoli ile Temasa Geçti