İlkselciler biyolojinin, etno-sembolistler hafızanın, inşacılar ise anlatının gücüne işaret ediyor.
Ama hepsi bir ölçüde gerçek. Çünkü eğer bir toplumda “millet birliği” oluşmuşsa, o milletin nasıl kurulduğu tartışması ikinci planda kalır. Sonuçta ortaya bir millet çıkmışsa, onu gerçek yapan şey, birlikte var olma iradesidir.
Bir futbol maçında tribünlerin coşkusunu düşün. “Bizimkiler sahada” derken aslında hem kan bağını (ilkselcilik), hem geçmiş zaferlerin gururunu (etno-sembolizm), hem de o an sosyal medyada yaratılan “ulusal anlatıyı” (inşacılık) yaşıyorsun. Milliyetçilik, bu yüzden hâlâ çok güçlü: çünkü bir yandan fizyolojik, bir yandan sembolik, bir yandan da sosyal bir olgu.
Dijital Çağda Yeni Milliyetçilik
Bugün milliyetçilik artık sadece devletin değil, bireylerin de elinde. Twitter’daki bayrak emojilerinden TikTok’ta “bizim kültürümüz” videolarına kadar herkes kendi küçük ulusal sahnesini kuruyor. Bu da milliyetçiliği hem parçalı hem yaygın hale getiriyor. Belki artık “millet” dediğimiz şey, yalnızca pasaportla değil, ekranda görünürlükle tanımlanıyor.
Ama birbirini hiç görmeden bir olduklarına inanan insanlar var oldukça, milliyetçilik de bir biçimde var olmaya devam edecek. Çünkü her insanın içinde “biz” diyebilme ihtiyacı var. Ve o “biz” sözcüğü, kimi zaman kanla, kimi zaman gelenekle, kimi zaman da bir tweet’le yeniden kuruluyor.
Son olarak şöyle diyeyim: Milliyetçilik tek renk değil, üç boyutlu bir tablo. Bir yanımız geçmişin sesiyle konuşur, diğer yanımız bugünün anlatısını yazar. Belki de millet, hepimizin her gün yeniden kurduğu bir ortak rüyadır.
Meraklısına:
Şakir Dinçşahin and Stephen R. Goodwin (2011) “Towards an Encompassing Perspective on Nationalisms: The Case of Jews in Turkey during the Second World War, 1939–45,” Nations and Nationalism, 17 (4): 843-862.