Kadına yönelik şiddet konusunda Türkiye’nin sorumlu olduğu başlıca uluslararası sözleşmeler neler?
Benan Molu: Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi’nin (AİHM) bu konuda verdiği pek çok karar var, fakat ilk ev içi şiddet davası olarak 2009’daki Opuz-Türkiye kararı önemli. Diyarbakır’da yıllarca kocasından sistematik şiddete gören Nahide Opuz’un kocası, Opuz’un annesini öldürmüştü. Bunun üzerine Opuz da AİHM’e başvurdu. AİHM tarihinde ilk kez bu kararda, kadına yönelik şiddetin bir ayrımcılık biçimi olduğunu söyledi; Türkiye’ye de hem etkili soruşturma yürütmediği hem de ayrımcılıktan dolayı ihlal kararı verdi.
Bunun yanında, Avrupa Konseyi’nin 1 Ağustos 2014’te yürürlüğe koyduğu ‘İstanbul Sözleşmesi’ var. Türkiye’nin de ilk imzacı devlet olduğu bu sözleşmede cinsel şiddet, taciz, tecavüz her türlü şiddetin önlenmesi, engellenmesi ve faillerin cezalandırmasıyla ilgili geniş ve açıklayıcı hükümler bulunuyor. Üstelik bu sözleşmeyle ilk defa, maddelere uymayan taraf devletlere çeşitli yaptırımlar öngörüldü. ‘İstanbul Sözleşmesi’ aslında her şeye cevap. Türkiye de ilk imzalayıcısı olduğu halde sözleşmeyi uygulamıyor.
'Türkiye ilk imzalayıcısı olduğu halde İstanbul Sözleşmesi’ni uygulamıyor”
Kadının cinsel şiddet ve saldırıyı yargıya intikal ettirmesinin önünde ne gibi engeller var?
Deniz Bayram (Mor Çatı): Saldırı suçları, kadınlar tarafından en az rapor edilen suçlar. Bunun en büyük nedeni toplumsal dışlanmayla karşılaşma ihtimalinin olması. İkinci neden de kadınların yargı sürecinde maruz kalacağı ikincil mağduriyetlerin ortaya çıkma ihtimali. Cinsel saldırı suçunun soruşturma ve kovuşturma aşamasında hep kadının söylediklerinin doğruluğu sorgulanıyor. Feminist kadın örgütlerinin söylediği “kadının beyanının esas alınması” meselesi buradan başlıyor. Cinsel saldırı suçlarına yönelik düzenleme yapıldı, fakat mahkeme kadının beyanına inanmıyor ki, düzenleme nasıl uygulanacak? Ceza hukukunda ispat yükünün faile, yani erkeklere geçmesine yönelik bir düzenleme yapılmalı.
“Saldırı suçları çok az rapor ediliyor, çünkü yargı sürecinde kadının beyanı sorgulanıyor, bu da ikincil bir mağduriyet demek”
Kadın cinayetleri ya da cinsel şiddetin medya temsilinde hangi sorunlara rastlanıyor?
Çiçek Tahaoğlu: Medya bazen mağdur kadını suçlu göstererek, bazen de yöntem öğreterek toplumda şiddetin artmasına neden oluyor. Şiddeti pornografikleştirerek çekici kılıyor. Medya şiddet uygulayan erkeği haklı bulunca, toplum da bu şiddeti meşru görüyor. Öte yandan bir yerinde korkunç bir haber okuduğumuz gazetenin başka bir sayfasında kadın odaklı yazılmış haberler de yer alabiliyor. Yani aslında kadın hareketinin çabalarıyla anaakım medya da değişmeye başlıyor, ancak medyada bu konuda tutarlı bir politika yok.
“Medyada kadına yönelik şiddetin temsili konusunda tutarlı bir politika yok”
Özgecan’ın öldürülmesinden sonra sosyal medyada başlayan #sendeanlat kampanyası gibi kampanyalar anaakım medyanın yanlış temsillerini ters yüz edebilir mi?
Çiçek Tahaoğlu: Bu paylaşımlarla, taciz ve tecavüzler duyurulurken kadına yapıştırılan 'utanç' etiketi ters yüz edildi aslında. Kampanya taciz konusundaki sessizlik sarmalının kırılmasını sağladı ve bu 'utancın' ya da suçun, tacize uğrayana değil, tacizciye ait olduğunu hatırlattı herkese. Bu hatırlatma, erkeklerin de kendilerini sorgulamasına neden oluyor gibi görünüyor. Yine de senelerdir kadınların bas bas bağırdığı gerçekleri anlamak için taciz hikâyelerindeki ayrıntıları mı okumaları gerekiyordu, diye sormadan edemiyorum.
Kamuoyunda cinsel şiddet tartışılırken kullanılan dilde neye dikkat edilmeli?
Özgül Kaptan (Kadın Cinayetlerine Karşı Acil Önlem Grubu): Türkiye’de her cinayet sonrasında sanki ilk defa bir tecavüz vakası meydana geldi gibi bir algı yaratılıyor, bu çok yanlış. Bugüne kadar tecavüzcülerin serbest bırakıldığı, mağdurun ‘mini etek, tayt giymiştin, o saatte ne işin vardı?’ gibi sorulara maruz kaldığı yüzlerce davaya girdik. Üstüne bir de ‘masum bir kişiyi öldürmek’ söylemi eklendi, masum olmayanı öldürmek makulmuş gibi bir söylem bu. Bir de kamuoyunda ‘Karısını döven, öldüren adam sapıktır; bir anlık öfkedir, caniliktir’ gibi söylemlerle münferitleştirme eğilimi var. Bu münferit değil, son derece politik bir konu.
‘Masum bir kişiyi öldürmek’ söylemi tehlikeli. Ayrıca cinsel şiddet münferit değil son derece politik bir konu
Kadına yönelik cinsel şiddetin ve kadın cinayetlerinin artmasıyla, hükümet yetkililerinin söylemleri arasında nasıl bir bağ var?
Aksu Bora (akademisyen): Başımızdakiler kadınlardan nefret ediyor diye kadınları öldürmeye başlamayız; esas teşvik edici olan cezasızlıktır. Kadınlara yönelik cinayet ve tecavüz suçlarından kaç erkek yargılandı ve ne kadar ceza aldı, buna bakmak lazım. Yapılan çalışmalar korkunç bir tablo ortaya koyuyor.
“AKP hükümetinin yarattığı atmosfer, ‘haksız tahrik’ çerçevesinin sonsuzca genişlemesine hizmet etti”
İkinci bir mesele, kadınlara yönelik şiddetin hemen her durumda ‘haksız tahrik’ denen o acayip çerçeve içine düşmesi. Kadınların erkekleri haksız yere tahrik ettiğine ilişkin genel bir kabul var biliyorsunuz, adamlar da ne yapsın, öldürüyorlar! AKP hükümetinin yarattığı atmosfer, bu ‘haksız tahrik’ çerçevesinin sonsuzca genişlemesine hizmet etti. Kadınların ne yaparlarsa fıtratlarına uygun davranmış olacaklarını ve dolayısıyla adamların tahrik olmayacağını Cumhurbaşkanı başta olmak üzere çok sayıda erkekten dinliyoruz. Buna göre kadınlar fıtraten kötüdür! Seslerini çıkardıklarında, kahkaha attıklarında, sokağa çıktıklarında erkekleri tahrik ederler ve tabii ki bu haksız tahriktir.
Bence bu sonsuzca genişlemiş haksız tahrik alanı karşısında, meşru müdafaa alanını genişletmek gerekir. Yargı sisteminin kadın düşmanı yapısı nasıl değişir ve kadınların hayatlarının tamamını meşru müdafaa halinde yaşadıkları nasıl görünür hale gelir bilmiyorum.
Pınar Öğünç (gazeteci) Şu birkaç gündür yükselen isyana bakıyorum. Kadınlar “patriyarka” diyor, “tarihi baştan yazmak lazım” diyor; kadınlı erkekli bir grup hükümet yandaşının bütün derdiyse “Aman bunlar sadece AKP’nin hanesine işlenmesin”. Deli oluyor insan. Evet kadınların şiddet gördüğü başka ülkeler de var, evet AKP’yle de başlamadı bu erkek şiddeti. Peki bundan sonraki cümleniz ne? Bir aile unsuru olmak dışında “kadın” kelimesi ağza alınmıyor, tüm sosyal haklar buna göre düzenleniyor, sistematik bir değersizleştirme söz konusu ama bütün bunların erkek şiddetiyle alâkası yok, öyle mi? İşte bu anlaşılmadan bir yere varmak mümkün değil aslında.