Cumhuriyet Gazetesi Genel Yayın Yönetmeni Can Dündar ve Ankara Temsilcisi Erdem Gül için istenen ağırlaştırılmış müebbet hapis cezası, Türkiye’de bir basın davasında istenen en büyük ceza niteliğinde.
Cumhuriyet Gazetesi Genel Yayın Yönetmeni Can Dündar ve Ankara Temsilcisi Erdem Gül için istenen ağırlaştırılmış müebbet hapis cezası, Türkiye’de bir basın davasında istenen en büyük ceza niteliğinde.
Cumhuriyet Gazetesi Genel Yayın Yönetmeni Can Dündar ve Ankara Temsilcisi Erdem Gül'e ilişkin hazırlanan iddianamede köşe yazıları delil gösterilerek ağırlaştırılmış müebbet hapis istenmesi, kamuoyunda sert tepkiye yol açtı.
Dündar ve Gül’e istenen ağırlaştırılmış hapis cezalarını DW Türkçe’ye değerlendiren hukukçulara göre, bu dava Türkiye hukuk tarihindeki “en acımasız ve tehlikeli” basın davası olma niteliğinde.
MİT TIR’ları soruşturmasını yürüten İstanbul Cumhuriyet Başsavcı Vekili İrfan Fidan, İstanbul 14. Ağır Ceza Mahkemesi’ne sunulmak üzere hazırladığı iddianameyi tamamladı. 473 sayfalık iddianamede Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan ve MİT Müsteşarlığı müşteki (şikayetçi) olarak yer alırken, davanın aralarında Fethullah Gülen, Emre Uslu, eski polis müdürleri ve bazı muvazzaf subayların da tutuklu bulunduğu MİT TIR’larına ilişkin 122 şüpheli hakkında açılan “Selam Tevhid’de Kumpas” davasıyla birleştirilmesi talep edildi. Dündar ve Gül hakkında birer kez müebbet, birer kez ağırlaştırılmış müebbet ve 30 yıla kadar hapis cezası istendi.
Can Dündar ve Erdem Gül’ün avukatlarından Bülent Utku, yaptığı açıklamada, başından beri müvekkillerinin yalnızca gazetecilik faaliyetleri nedeniyle suçlandığını belirttiklerini, iddianamenin de bunu doğruladığını söylüyor. İddianamede suç teşkil ettiği iddia edilen tüm faaliyetlerin gazetecilikle ilgili olduğunu ifade eden Utku,
“İddianamede tek bir suç fiili bulunmuyor. Bunun da ötesinde, işlenmemiş suçlar üretiliyor. Örneğin Dündar ve Gül’ün FETÖ’nün nihai amacı olarak ortaya konan Türk devletini Uluslararası Ceza Mahkemesi’ne çıkarmaya yardım ettiği öne sürülüyor. Oysa Türkiye, Uluslararası Ceza Mahkemesi’ni tanımıyor. Uluslararası Ceza Mahkemesi de devletleri değil, bireyleri yargılıyor. Casusluk suçu deniyor... Hangi ülkeye neyin casusluğunun yapıldığı belli değil. Hiçbir somut bulgu yok” diye konuşuyor.
Avukat Bülent Utku, iddianamede Gül ve Dündar’ın davasının Selam Tevhid dosyası ile birleştirilmesi talebinin de yer aldığını hatırlatarak, bu talebin sanıkların tutukluluk sürelerini elden geldiği kadar çok uzatmak için iddianameye konulduğunu ileri sürüyor. Savcının davanın basına ve kamuoyuna kapalı şekilde görülmesi talebine de değinen Utku, “Mahkemede konuşulacak şeylerin tamamı gazete haberleri ve köşe yazıları olacak. Savcılık böyle bir dava ortamının iç ve dış kamuoyu tarafından takip edilmesini istemiyor olabilir. Hukuk ve mantık dışı bir iddianame var karşımızda. 30 yıllık avukatlık hayatımda böylesine ağırlaştırılmış müebbet istenen bir basın davası görmemiştim ” diyor.
Davanın AİHM’den dönmemesinin mümkün olmadığını vurgulayan Utku, Anayasa Mahkemesi ve AİHM’in mutlaka bu iddianame üzerinden verilecek olası mahkumiyet kararlarına karşı çıkacağına inandıklarını söylüyor.
Can Dündar ve Erdem Gül’e ilişkin hazırlanan iddianame, 12 Eylül döneminden bu yana basın ve ifade özgürlüğü davalarına giren avukatlar tarafından da hayret ve tepki ile karşılandı. İddianameyi DW Türkçe için değerlendiren 12 Eylül ve sonrası dönemde başta gazeteci Uğur Mumcu’ya ilişkin açılan davalar olmak üzere pek çok basın davasında savunma avukatlığı yapmış olan Turgut Kazan, “Dündar ve Gül’ün davası, bir basın davası örneği olarak en kötüsü, en tehlikelisi ve en acımasızı. Savcı idam cezası yürürlükte olsa idam isteyecek, hem de birkaç kez” diyor.
Gazetecilerin yayınladıkları belge ve bilgilerden ötürü ‘casusluk’ ile suçlanmasının akıl dışı bir durum olduğunu vurgulayan Kazan, “Bu durum TSK içinde 300-400 subayın hep birlikte casusluk suçuyla yargılanmasına benzer bir durum oluşturuyor. Suçlamaların hiçbir hukuksal temeli yok” değerlendirmesinde bulunuyor.
Türkiye'nin darbe dönemi olarak bilinen 12 Eylül 1980 ve sonrası dönemde açılan basın davalarını hatırlatan Turgut Kazan, “O zamanlarda gazeteci ve yazarlar yazdıkları nedeniyle ‘komünizm propagandası’, ‘devlete hakaret’ gibi suçlarla yargılanıyordu. Savcılar o dönemde bile bu iddialar için bu kadar ağır cezalar istemiyordu” diyor. Yakın zamanda gazeteciler Ahmet Şık ve Nedim Şener’in yargılandığı Oda TV davasına işaret eden Kazan, o davada da Şık ve Şener’in yalnızca yazdıkları yüzünden ‘terör örgütüne yardım ve yataklık’ ile suçlandıklarını ancak istenen cezaların 15 yılı aşmadığını hatırlatıyor.
Ahmet Şık ve Nedim Şener gözaltına alındıkları 3 Mart 2011 tarihinden 264 gün sonra 12’si tutuklu 14 şüpheli hakkında açılan Oda TV davasında ilk kez hakim karşısına çıkmışlardı. İddianamede 'silahlı terör örgütüne yardım etmek' le suçlanan Şener ve Şık’ın 15 yıla kadar hapisle cezalandırılması istendi. Mahkeme daha sonra sanıkların tahliyesine karar vermişti.
Yazar Yaşar Kemal'in 1990’lı yıllarda yargılandığı bir dizi ifade özgürlüğü davasının avukatlarından olan ve Susurluk Davası döneminde ‘Sürekli Aydınlık İçin 1 Dakika Karanlık’ eylemini başlatan isim olan Avukat Ergin Cinmen ise, Türkiye’de darbe dönemlerinde yayın organlarının sorumlu yazı işleri müdürlerinin gazetelerde çıkan haberlerden dolayı 100 yıla varan cezalarla cezalandırılmak istendiğine dikkat çekiyor.
Birçok gazeteci ve yazarın davasının 1991’de yürürlüğe giren 3713 sayılı Terörle Mücadele Yasası kapsamında düştüğünü hatırlatan Cinmen, “Bugün ise çok farklı bir dönem yaşıyoruz. Darbe dönemlerinde AB ile müzakereler, AİHM’e bireysel başvuru hakkı veya ifade özgürlüğü konusunda altına imza atılmış uluslararası sözleşmeler yoktu. Buna rağmen köşe yazıları üzerinden ağırlaştırılmış müebbet hapis cezası istenmiyordu. Bugün, ifade özgürlüğü konusunda devletin kendini bağladığı pek çok uluslararası hukuki norma rağmen bunlar oluyor” şeklinde konuşuyor.
Türkiye’de siyasi iradenin hukuku bir silah gibi kullandığını ve savcıların da bu duruma alet olduğunu öne süren Cinmen, “Dündar ve Gül’e ilişkin iddianamede istenen cezaların absürdlüğünü görmek için hukukçu olmaya gerek yok. AİHM’in yargı yetkisini kabul eden bir ülkede hukukun bu noktaya gelmesini izah etmek mümkün değil” diyor.
Gazeteci örgütleri de Dündar ve Gül hakkında hazırlanan iddianameye sert tepki gösterdi. Gazetecilere Özgürlük Platformu (GÖP) Dönem Başkanı ve Çağdaş Gazeteciler Derneği Genel Başkanı Ahmet Abakay, yaptığı açıklamada, “İstanbul Cumhuriyet Başsavcılığı, iki meslektaşımızın adeta yaşamının sona erdirilmesini talep etmektedir” dedi. Söz konusu davada gazetecinin temel görevi olan haber yazma ve yayınlama hakkının cezalandırıldığını vurgulayan Abakay, “Gazetecilik mesleği için müebbet hapis istenmesi, kabul edilemez. Ortada silah, cephane, mühimmat yok, silahlı grup yok, sadece yazılan haberler ve makaleler varken, böylesine hayali iddialarda bulunmak hem akıl hem hukuk dışıdır. İddianamenin gönderildiği 14. Ağır Ceza Mahkemesi bu iddianameyi reddetmeli, Savcılığa iade etmelidir” diye konuştu.
Freedom House: Türkiye artık ‘özgür' değil
Türkiye’nin basın özgürlüğü karnesi de mevcut kısıtlamalar ve açılan davaların etkisiyle her geçen gün daha da kötüleşiyor. ABD merkezli Freedom House örgütünün yeni raporunda Türkiye sansür, bilişim denetimi ve siyasi propaganda alanında yeni ve etkin yöntemlerin geliştirildiği, aynı zamanda muhalefetin baskıcı yasalarla sindirildiği ülkeler arasında gösterildi. Bu bağlamda Türkiye, Rusya, Çin, Tayland ve Etiyopya gibi ülkelerle aynı kategoride ele alındı. Türkiye ‘Özgürlük Durumu’nda ‘Kısmen Özgür’, ‘Basın Özgürlüğü‘nde ‘Özgür Değil’, ‘İnternet Özgürlüğü’nde ise ‘Kısmen Özgür’ olarak değerlendirildi. Türkiye, 2011’den beri Freedom House endeksinde özgürlüklerin ‘istikrarlı’ olarak gerilediği ‘Kısmen Özgür’ ülkeler kategorisinde yer alıyor.
devlet sırrı diye bir şey yok. devlet, halktan birşey gizleyemez, gizlememeli! çık adam gibi ''evet ben teröriste silah gönderiyorum'' onaylıyor musunuz diye sor bakalım millete, ne diyecek millet? yüzüne tükürürler adamın emin ol! hele ki yıllardır terörden çekmiş bir millet. devletler, halklarının her türlü ''güvenliklerini, huzurunu'' sağlamakla yükümlüdür. bu yüzden halk'tan yetki alırlar. yetkiyi onlara veren halkın ta kendisidir. kısaca halkın rızasıyla meşru bir kurum olur devlet denen şey..terör örgütleri ise gayri meşru oluşumlardır bu sebeple hiçbir devlet bir terör örgütüyle anlaşma yapamaz bu suç'tur ve bu suça ortak olan herkes suçludur. can dündar ve erdem gül yalnızca gazetecilik görevlerini yaptılar, belkide insani görevlerini. suçsuzlar. sonuç olarak; devletiniz sizden gizli iş çevirecek siz de buna ''olsun o devlet, yapabilir'' mi diyeceksiniz? aferim! sağı solu da yok bu işin devlet yöneticileri insan gibi olup isterse ineğe tapsalar yeterdi.
Eğer idam cezası olsaydı bu ülkede rahat olun rahatlıkla istenirdi çünki vatan hainliğinin karşılığı odur. He Ağırlaştırılmış müebbet daha iyidir ama oksijen israfı..
Dwevlet sırrı diye bişey olmazmış devlet halkından bişey gizlemezmiş. Devlet zaten halktan bişey gizlemiyor.Stratejik olarak düşmanlarından bişeyler gizliyor. Ne yani ben türkmendağına türkmenlere silah gönderiyorum sınırlarımı koruyorum mu desin. Oldu olacak hangi silahdan ne kadar gönderdiğini de hangi böylede sevkiyat yapılacağını da söylesin. Kimse laga luga yapmasın bu olayları ifşa etmeye çalışan düpedüz vatan hainidir.