Onedio Logo

Türkiye’de Sınavları Kaldırmak Mümkün mü?

Kapak Görseli

Yıl 1940. Türkiye eğitimde Osmanlı’nın son döneminden itibaren biriktirdiği sermayeyi yatırıma dönüştürür: Köy Enstitüleri II. Mahmut Dönemi’nde toplum tabanına yayılması için büyük emek sarf edilen eğitimde önemli bir adım atılarak özellikle yaşam merkezleri hâline getirilen okullarda, bize has, bizim ihtiyaçlarımıza cevap verecek bir dönem başlar…

Hasan Ali Yücel’in önderliğinde başlayan süreç maalesef politik çekişmelere, dedikodulara kurban gider, Batılılaşma çabalarının toplum nezdinde karşılık bulamaması nedeniyle aslında iyi niyetli bir devrimin kurumları, 7 yıl sonra birer birer kapanır. Son olarak da 1954 yılında öncesinde isimleri Köy Öğretmen Okulu olarak değiştirilen okullar kapatılır.

Dönemin 2. Dünya Savaşı yıllarına denk gelmesi, Türkiye - ABD ilişkilerinin taşındığı nokta, NATO’nun kurulması ve Türkiye’nin NATO'ya üye olması ülkenin hem iç hem de dış politikalarında yüzyıllardır Batı olarak tanımladığımız  Avrupa’nın yerini daha da batıda yer alan Amerika’nın almasına neden olur. Fransız etkisinden çıkıp Alman etkisine girdiğimiz 1. Dünya Savaşı öncesinde olduğu gibi münevver yetiştiremeyen milletimiz bu sefer de Alman etkisinden çıkıp Amerikan etkisine girer. Peki, madem Amerikan etkisi vardı ilk ve öncelikli ihtiyacımız ne idi? İngilizce öğretimi…

(Olayın kültür emperyalizmini de kapsayan siyasi boyutları, Fulbright meselesi vs. bu yazının konusu olmadığı için burada anlatılmayacaktır.)

Son Köy Enstitüsü izleri de 1954’te silindikten sonra 1955 yılında Türkçe-İngilizce eğitim veren Maarif Kolejleri açılarak Türkiye’nin K-12 de ilk sınavlı geçiş sistemi kurulmuş oluyordu.

Son Köy Enstitüsü izleri de 1954’te silindikten sonra 1955 yılında Türkçe-İngilizce eğitim veren Maarif Kolejleri açılarak Türkiye’nin K-12 de ilk sınavlı geçiş sistemi kurulmuş oluyordu. Görseli

Nitekim Millî Eğitim Bakanı Hüseyin Celal Yardımcı'nın Maarif kolejlerinin NATO'nun eleman ihtiyacını karşılamak amacıyla açıldığı yönündeki konuşması gerçeği bir anlamda ortaya koymaktadır. Bununla birlikte İngilizce okutulması düşünülen dersleri verecek Türk öğretmen olmadığı için Amerika’dan gelen öğretmenler, barış gönüllüleri, Fulbright bursluları 1960’lara kadar derslere girmekteydiler. 

(Bana bu noktada en ilginç gelen konu kendi içimize bakan köy enstitüsü gibi bir modelden doğrudan taban tabana zıt Batı menşeili bir modele hızlıca geçişimizdir.)

Zamanla bu okullar yerlerini Anadolu Liselerine bırakmışlar. Daha sonra da ülkenin tamamındaki okulların adı Anadolu Lisesi olmuştur. Başlarda tek basamaklı yapılan sınav ise sonrasında bir ara 2 basamaklı hâle getirilmiş olsa da tekrar tek basamaklıya dönmüştür. Sıralayacak olursak:

1- Maarif Koleji Sınavı

2-Anadolu Lisesi Sınavı

3- Fen Lisesi Sınavı

4- Lise Giriş Sınavı

5- OKS

6- SBS

7- TEOG

8- LGS 

Zamanla arz-talep dengesinin talep yönünden artış yaşanmasıyla bozulması neticesinde sınav, Türkiye’de sosyal sınıflar arasında bir geçiş aracına dönüşmüştür. Önceki yazılarda bahsettiğim refahın toplum temeline yayılmaması, ara eleman olarak nitelendirilen çalışanların çalışma şartları, özlük vs. gibi haklarının korunmuyor olması nedeniyle beyaz yakalı olmaya yönelik talebin artması ile sınava giren öğrenci sayısı gün geçtikçe artmıştır. Bununla beraber, bu artışın neticesinde oluşan ekonomiden ülkede yuvalanmaya çalışan cemaatlerin, vakıfların, STK’ların dersane, yayın, yurt vs. kalemlerde köşe başlarını tutmalarıyla da iş içinden çıkılamaz hâle gelmiştir. 

Bugün geldiğimiz noktada anaokulundan itibaren ailenin tek derdi çocuğun okuyacağı lise, üniversite olmuştur. Bu durum doğal akışında ilerlemekte, toplum ise yavaş yavaş okumanın gerekli ekonomik şartları kazandırmadığını görmektedir. En sonra yapılan YKS’de sınava katılan sayısının bir önceki yıla göre 500 bin aday civarında azalmış olması buna en iyi örneklerdendir.

Sınava dair en önemli eleştirilerin başında sınavın sistemi doğrudan kontrolü altına alıp eğitimin rafa kaldırıldığı, okulun tüm bileşenleri ile bir ekosistem olmaktan çıktığı ve öğrencinin klasik tabirle yarış atı gibi yetiştirildiği bir yapı olduğu gelmektedir. Bununla beraber sınava dair en önemli olumlu durum ise çoktan seçmeli olması nedeniyle adil ve adaletli ölçme yapıldığına dair inançtır. Bu durum sınav savunucuları tarafından aynı zamanda sınavın devam etmesi gerektiğine dair en temel argüman olarak sunulmaktadır.

Bu noktada önemli bir yere dikkatinizi çekmek istiyorum:

Eşitlik (Equality) nedir? Hakkaniyet (Equity) nedir?

Eşitlik, aynı haklara, fırsatlara ve muameleye sahip olma durumudur. Hakkaniyetli ya da adillik, kaynaklara ve fırsatlara adil erişim durumudur. Basit bir örnekle herkese 42 numara ayakkabı almak eşitlik, kim kaç numara giyiyorsa ona o ayakkabıyı almak hakkaniyetli olmaktır. Biz sınavları eleştirirken ya da savunurken en temelde bu durumu kaçırıyoruz. Bahsi geçen sınavlar herkes aynı şartlar altında, aynı sorularla muhatap olduğu için eşitlikçi sınavlar ama gerçekten adil ve hakkaniyetli sınavlar mı?

Bloom taksonomisinde bilişsel basamaklar hatırlama, anlama, uygulama, analiz etme, değerlendirme ve yaratma olarak devam eder. Her bir basamak bir önceki basamakta işlem yapabilme becerisi gerektirir. Basamaklarda yukarı gidildikçe daha iyi çalışan bir beyin gerekir. Daha iyi çalışan bir beyinin gelişimi ise bebeklik döneminde maruz kalınan uyarıcı sayısı ile başlar (Büyük kısmı orada tamamlanır.) sonrasında okul ile devam eder. Hâliyle sınavlarda sorduğumuz üst düzey bilişsel beceri ölçen sorular öğrencinin sadece okul öğrenmelerini değil okul dışı yaşantılarında onları farklılaştıran sosyal destek değişkenlerini de (anne-baba eğitim seviyesi, gelir düzeyi, evdeki kitap sayısı vb.) ölçmesine neden olur (bk. ölçmede hata). 

Aslında dün TEOG ve türevlerine yaptığımız ezberci eğitim sistemi yaratıyor eleştirisi bugün LGS’de karşımıza elitist bir kurgu yaratıyor olarak çıkmaktadır. Bakanlık ölçmeye doğrudan müdahale edemeği değişkenleri de katarak özellikle düşük gelirli ailelerin çocuklarını sistemin dışına itmektedir. Bu çocuklar ölçme daha ilkel bir hâlde olsa (hatırlama ya da anlama düzeyi) başarılı olabileceklerken sosyal destek değişkenlerinin yetersiz olması dolayısıyla geride kalmaktadırlar. Hâliyle sistem eşitlikçi iken adil değildir. Adalet ise devletin vatandaşlarına sağlaması gereken en temel hizmetlerdendir. 

(Görsel Kaynağı: Independent Türkçe)

Peki, Türkiye’de sınavların tamamen kaldırılmaları mümkün müdür?

Doğrudan cevap vereyim: Mümkündür!

Ancak mesele mümkün olup olmamasından ziyade oluşturacağı sosyolojik etkilerin iyi hesaplanması, doğru öngörülmesi konusudur. Teknik anlamda ölçme ve değerlendirme disiplininin tüm dünyada da uygulanan yöntem ve teknikleri ile konuyu bilimsel açıdan çözmek oldukça kolay olsa da bilimsel önerilerin sahaya yansıttıkları, kısa, orta ve uzun vadede sosyolojik etkilerini konuşmak daha önemlidir. Aslında konu bir ölçme ve değerlendirme sorunundan çok sosyolojik bir sorundur. Sorunu çözmesi gerekenlerin eğitimin felsefi, sosyal ve tarihi temellerine hâkim olmaları gerekmektedir.

Gelin konuyu bir örnekle derinleştirelim:

21 Eylül 2017 tarihinde Cumhurbaşkanı kamuoyunda TEOG olarak bilinen sınavın kaldırılması gerektiğini belirterek zamanın Millî Eğitim Bakanı’na talimat vermiştir. Toplum nezdinde önemli bir karşılık bulan bu talep akademisyenler ve politika yapıcılar tarafından gerçekçi ve uygulanabilir bulunmamıştır. Benim de başı çektiğim bir grup akademisyen sınavın kaldırılmasının adaletsiz olacağını, torpil ve nepotizm belasının sistemi esir alacağını, özellikle not ortalamasına dayalı geçişlerin hormonlu notlar nedeniyle haksızlığa neden olacağını öne sürerek argümanlar oluşturmuşlardı. Dahası memleketin bu konuda bir miktar elitist olması gerektiğini, başarılı ve zeki çocukların başka bir eğitim sürecinden geçirilerek ülke ekonomisine lokomotif yapılması gerektiğini savunan akademisyenler de vardı. Bir grup ise TEOG vb. sınavların eğitim sistemini teste dayalı ezberci bir yapıya dönüştürdüğünü söyleyerek madem sınavdan şikâyet var, bu sistem ezberci bir nesil yetiştiriyor, o zaman ALES ya da PISA’da sorulan sorulara benzer bir sınavla yola devam edelim dediler. Maalesef ben de bu bilim takıntılı, göstergelerle, parametrelerle, istatistiklerle çok ilgili ama işin sosyolojik sonuçlarını kestiremeyecek ya da hesaplamayan bilim körü akademisyenlerden biriydim. Neticede sınav lobisi kazandı ve bizim de savunucusu olduğumuz bir yapı ortaya çıktı: LGS. 

Yine sonuçları açısından kısa, orta ve uzun vadede neler olacağı hesaplanmamış iyi niyetli bir girişim… Yeni nesil sorular sorarak sınıfı ve öğretmeni dönüştürebileceğine inanan ve hatta bunu bir miktar da başarabilen bir sistem ortaya koyuldu. Öğretmenler, okul yöneticileri, “eğitimin kapı bekçileri” orta sınıf veliler durumdan oldukça memnunlardı. 2018 yılında yapılan sınav biraz baskın gibi olsa da 2019, 2020 yıllarında yapılan sınavlar özellikle karizmalarını test kitaplarına, kurs merkezlerine, özel ders öğretmenlerine bırakmış öğretmenleri sınıf içerisinde daha güçlü bir konuma taşıdığı için öğretmenler arasında çok beğenilmişti. Ancak bir süre sonra sınavın yarattığı hakkaniyetsizlikler ortaya çıkmaya başladı. 

Sınavın kaldırılması konusu ne zaman gündeme gelse orta sınıf kapı bekçileri -Bunu başka bir yazımda anlatmıştım- sınavın adil ve objektif bir ortam sağladığını öne  sürerek buna karşı çıkmışlardır. Öne sürdükleri en temel argüman olan sınavın objektif olması konusu da tamamen bilimsel gözüken ama sosyolojik gerçekliği olmayan bir önermedir.

Nasıl mı? Gelin bakalım:

Bir ölçme aracının en temel özelliği geçerliliktir. Geçerlilik amaca uygun şekilde ölçmeye çalıştığı özelliği başka özelliklerle karıştırmadan ölçme yapmak demektir. Bu noktadan bakınca LGS, öğrencilerin akademik bilgi ve becerilerini ölçerek onları uygun eğitim kurumlarına yönlendirmeyi amaçlar diyoruz. Ancak burada çocukların akademik bilgi ve becerileri ne şekilde kazandıkları konusu ön plana çıkıyor. Normal bir eğitim ekosisteminde sınav sıradan bir bileşenken Türkiye gibi ülkelerde sınav sistemin bir dayatması hâlinde öğrenciye sunuluyor. O zaman madem sınav bir dayatma ve siz devlet olarak öğrenciye yatayda sınavdan başka çıkış yolları sunmuyorsunuz o zaman öğrencinin sosyal destek değişkenleri olarak adlandırdığımız gelir düzeyi, ebeveyn eğitim seviyesi, evdeki kitap sayısı, ailenin eğitim süreçlerine katılımı vb. değişkenleri de ölçmeye başladığınız anlamına gelir. Hâliyle sınav her ne kadar ölçme ve değerlendirme disiplini tanımlamaları içerisinde teknik anlamda geçerli olsa da eğitimin yaşayan bir ekosistem ve sosyolojik bir olgu olduğu değerlendirildiğinde amacı dışına çıkan geçerliliği düşük bir sınav yapısı kurulduğu fark edilir. 

Özellikle LGS gibi üst düzey bilişsel becerilerin ölçüldüğü bir sınavda bu ve benzeri sosyal destek değişkenleri açısından alt sınıf (ülkenin neredeyse yarısı) yarı yolda bırakılıp sorunlu bir sistem ortaya konulmaktadır. Ölçmede sınavı ne kadar ilkel hâle getirirseniz hakkaniyeti sağlamak açısından daha doğru bir ölçme yaparsınız. Bloom taksonomisinde alt basamaklarda yaptığımız ölçmeler üst basamaklara göre öğrencinin bireysel performansını ölçen ölçmelerdir diyebiliriz. Bu hâliyle LGS orta sınıf ve üzerine hizmet eden elitist bir yapıdır diyebiliriz. TEOG döneminde daha çok duyduğumuz köylü çocuk birincileri eğer ki çocuk dahi değilse çok da mümkün değildir. Buna ek olarak LGS yapısı itibarı ile de kazanan öğrencilerin gittikleri okulların talepleri ile uyumlu bir sınav değildir. Fen lisesine gidecek çocuğu İngilizce, sosyal bilgiler, din gibi derslerden sınav yapmak doğru değildir. Dünyanın her yerinde benzer sınavlar sadece anadil ve matematik üzerinden yapılmaktadır. Bu haliyle LGS söylenenlerin aksine kötü bir eğitim sisteminin makyaj malzemesi olmaktan öte bir sınav değildir. 

Ancak tüm bunların yanından şunu da söylemeden geçmemek gerekir: sınavı kaldırın deyip sınavı ikame edecek başka geçiş araçları önermenin de bir mantığı yoktur. Sosyal etkinliklerin işe katılması, notların coğrafi koşullar vs. dikkate alınarak ağırlıklandırılması gibi konular yine LGS’ye geçişte yapılan sosyolojik etki hesaplanmadan yapılan ve işe yaramayacak öneriler olmaktan öte gitmeyecektir. 

Adını, yapısını, sorularını, yerleştirme modelini değiştirerek sınavı değiştiremezsiniz. Adını ne koyarsanız koyun, sınav sınavdır! İkili yapalım, her sınıf seviyesinde yapalım, çocukların sosyal etkinliklerini hesaba katalım, not ortalamalarını dikkate alalım gibi öneriler ciddiye alınacak öneriler değildir. Çünkü sıralama yapılıyor olmasının felsefi, sosyolojik sonuçları bugün yapılan sıralamadan çok da farklı olmayacaktır.

Ne yapılması gerekiyor?

  • Öncelikli olarak siyasi irade 2017 yılında gösterdiği duruşu gösterip 2026-2027 yılında K-12 seviyesinde ülke genelinde kademeler arası geçiş için sınav yapılmayacağını ilan etmelidir. Bu durum sınavsız okul geçişi için ilgili makamlara 1 yıldan fazla bir süre tanıyacaktır. 

  • Bizim sınavsız geçişte en çok muhatap olduğumuz soru; Galatasaray, İstanbul Erkek, İzmir Fen, Ankara Fen gibi okullara ne olacak, oralara giriş nasıl sağlanacak sorusudur. Bu noktada bu okullar ARGEM gibi üstün yetenekli öğrencilerin BİLSEM’lerden seçildikleri yapılar hâline gelmeleri düşünülebilir. Türkiye’de adı geçen okullardan en fazla 50 adet vardır. Bu okullar Kabataş Üstün Yetenekliler Lisesi, TÜBİTAK Gebze Üstün Yetenekliler Lisesi, Galatasaray Üstün Yetenekliler Lisesi olarak adlandırılıp bugün ARGEM’lerde uygulanan seçme ve yerleştirme modeline geçilebilir. Zaten bugünkü hâlleri ile bu okulların çoğu ilk açıldıklarındaki felsefi altyapılarını koruyamamıştır. Aşağıdaki fotoğraf, Ankara Fen Lisesinde biyoloji dersindeki öğrencileri gösteriyor. Bugün Ankara Fen Lisesi koca bir dersaneye dönüşmüştür. 

Sayıları 50’yi geçmeyecek bu okullar ile bu ihtiyaca cevap verilecektir.

  • Proje okul, Anadolu Lisesi, sosyal bilimler lisesi vb. okulların tek bir çatı altında akademik bir lise hâline getirilmesi gerekir. Bu okullarda geçmişte uygulandığı gibi sözel, sayısal, eşit ağırlık, yabancı dil bölümleri lise 2. sınıfta seçilir ve öğrenci buna göre ilgili üniversite bölümüne doğru yoluna devam eder. 

  • Asıl konu ise meslek liselerinin durumudur. Meslek lisesi gerçekten bir memleket meselesi hâline getirilip mavi yakalıların yaşam şartlarının da iyileştirilmesi ile her ilde ilin şartlarına ve nüfusu çerçevesinde uzmanlık alanları çeşitlenen büyük kampüs meslek okulları açılmalıdır. Örneğin Uşak’ta deri, seramik ve tekstil alanlarında ara eleman ihtiyacını karşılayacak bir kurguya gidilmelidir ki bu durum uzun zamandır yapılan ve üzerinde çalışılan bir konudur zaten.

Ancak burada gözden kaçırmamamız gereken en önemli konu meslek lisesi mezunlarının yaşam koşullarıdır. Maalesef bu okullardan mezun olanlara biçtiğimiz hayat sınavı ülkenin başına bela olmalarına neden olmuştur. Refahın tabana yayılması, üretim gücü yüksek bir ülke tasarımı, mezunların istihdamında devlet tarafından işverenlere kolaylıklar sağlanması, özellikle ev ve araba gibi artık temel ihtiyaçlara erişimin kolaylaştırılması neticesinde okumak isteyen sayısında ciddi azalma olacaktır. Geçen yıldan bu yıla üniversite sınavına giren kişi sayısının 1 milyon azalması bu durumun önemli bir göstergesidir. Sanayiye arabasını götüren öğretmen şoku sendromu hepimizin malumudur.

  • Mahalle liselerinin iyileştirilmesi için sayının azaltılması ve liselerin Batı’daki örnekleri gibi kampüs liseler hâline gelmeleri gerekmektedir. Bu sayede öğrenciler, öğretmenler arasında doğacak doğal rekabetten de faydalanabilir. 

  • En önemlisi ise çok geniş katılımlı olacak şekilde bu dönüşümün kısa, orta ve uzun vadede sosyolojik etkilerinin konuşulduğu çalıştaylar, sempozyumlar planlanmalı ki çerçevesi hazırlandığında ilerleyen günlerde yaşanması muhtemel sorunlara şimdiden çözüm önerileri sunulabilsin. 

Özetle yapılacak olan basittir: 

  • Sınavın kalktığının ilanı, 

  • Okulların akademik ve meslek olarak kampüsleşmeleri, 

  • Yurt genelinde az sayıda okulun ARGEM modeline dönüşmesi ve Bilsem üzerinden geçişlerin sağlanması, 

  • Meslek liselerinin dönüştürülmesi…

İhtiyacımız olan ekonomik bir model olan Schumpeter’in yaratıcı yıkım (creative destruction) teorisinin uygulanmasıdır. Ancak sistemde var olan yayıncı, özel okulcu, özel ders, kurs merkezi gibi bu durumdan beslenen yapıların üzerinden geçecek bir siyasi iradeye ihtiyaç vardır. Sayın Cumhurbaşkanı’nın 2017 yılında yaptığı çağrıyı bu sefer daha kesin bir dille yapacağına inancım tamdır.

Instagram

Twitter

Bu makalede öne sürülen fikir ve yaklaşımlar tamamıyla yazarlarının özgün düşünceleridir ve Onedio'nun editöryal politikasını yansıtmayabilir. ©Onedio

Popüler İçerikler

Gaganız Mübarek Olsun! Kenelerle Mücadele İçin Doğaya Salınan Kekliklere Tam Destek Geldi
Gaganız Mübarek Olsun! Kenelerle Mücadele İçin Doğaya Salınan Kekliklere Tam Destek Geldi
İzmir Yangını İçin "Somut Bulgu Yok" Diyen Elektrik Şirketine Yanıt CHP'li Vekilden Geldi
İzmir Yangını İçin "Somut Bulgu Yok" Diyen Elektrik Şirketine Yanıt CHP'li Vekilden Geldi
Kurtlar Vadisi Dizisinde Cevat Akarsu Rolüyle Tanınan Şekip Taşpınar Hayatını Kaybetti
Kurtlar Vadisi Dizisinde Cevat Akarsu Rolüyle Tanınan Şekip Taşpınar Hayatını Kaybetti