Nitekim Millî Eğitim Bakanı Hüseyin Celal Yardımcı'nın Maarif kolejlerinin NATO'nun eleman ihtiyacını karşılamak amacıyla açıldığı yönündeki konuşması gerçeği bir anlamda ortaya koymaktadır. Bununla birlikte İngilizce okutulması düşünülen dersleri verecek Türk öğretmen olmadığı için Amerika’dan gelen öğretmenler, barış gönüllüleri, Fulbright bursluları 1960’lara kadar derslere girmekteydiler.
(Bana bu noktada en ilginç gelen konu kendi içimize bakan köy enstitüsü gibi bir modelden doğrudan taban tabana zıt Batı menşeili bir modele hızlıca geçişimizdir.)
Zamanla bu okullar yerlerini Anadolu Liselerine bırakmışlar. Daha sonra da ülkenin tamamındaki okulların adı Anadolu Lisesi olmuştur. Başlarda tek basamaklı yapılan sınav ise sonrasında bir ara 2 basamaklı hâle getirilmiş olsa da tekrar tek basamaklıya dönmüştür. Sıralayacak olursak:
1- Maarif Koleji Sınavı
2-Anadolu Lisesi Sınavı
3- Fen Lisesi Sınavı
4- Lise Giriş Sınavı
5- OKS
6- SBS
7- TEOG
8- LGS
Zamanla arz-talep dengesinin talep yönünden artış yaşanmasıyla bozulması neticesinde sınav, Türkiye’de sosyal sınıflar arasında bir geçiş aracına dönüşmüştür. Önceki yazılarda bahsettiğim refahın toplum temeline yayılmaması, ara eleman olarak nitelendirilen çalışanların çalışma şartları, özlük vs. gibi haklarının korunmuyor olması nedeniyle beyaz yakalı olmaya yönelik talebin artması ile sınava giren öğrenci sayısı gün geçtikçe artmıştır. Bununla beraber, bu artışın neticesinde oluşan ekonomiden ülkede yuvalanmaya çalışan cemaatlerin, vakıfların, STK’ların dersane, yayın, yurt vs. kalemlerde köşe başlarını tutmalarıyla da iş içinden çıkılamaz hâle gelmiştir.
Bugün geldiğimiz noktada anaokulundan itibaren ailenin tek derdi çocuğun okuyacağı lise, üniversite olmuştur. Bu durum doğal akışında ilerlemekte, toplum ise yavaş yavaş okumanın gerekli ekonomik şartları kazandırmadığını görmektedir. En sonra yapılan YKS’de sınava katılan sayısının bir önceki yıla göre 500 bin aday civarında azalmış olması buna en iyi örneklerdendir.
Sınava dair en önemli eleştirilerin başında sınavın sistemi doğrudan kontrolü altına alıp eğitimin rafa kaldırıldığı, okulun tüm bileşenleri ile bir ekosistem olmaktan çıktığı ve öğrencinin klasik tabirle yarış atı gibi yetiştirildiği bir yapı olduğu gelmektedir. Bununla beraber sınava dair en önemli olumlu durum ise çoktan seçmeli olması nedeniyle adil ve adaletli ölçme yapıldığına dair inançtır. Bu durum sınav savunucuları tarafından aynı zamanda sınavın devam etmesi gerektiğine dair en temel argüman olarak sunulmaktadır.
Bu noktada önemli bir yere dikkatinizi çekmek istiyorum:
Eşitlik (Equality) nedir? Hakkaniyet (Equity) nedir?
Eşitlik, aynı haklara, fırsatlara ve muameleye sahip olma durumudur. Hakkaniyetli ya da adillik, kaynaklara ve fırsatlara adil erişim durumudur. Basit bir örnekle herkese 42 numara ayakkabı almak eşitlik, kim kaç numara giyiyorsa ona o ayakkabıyı almak hakkaniyetli olmaktır. Biz sınavları eleştirirken ya da savunurken en temelde bu durumu kaçırıyoruz. Bahsi geçen sınavlar herkes aynı şartlar altında, aynı sorularla muhatap olduğu için eşitlikçi sınavlar ama gerçekten adil ve hakkaniyetli sınavlar mı?
Bloom taksonomisinde bilişsel basamaklar hatırlama, anlama, uygulama, analiz etme, değerlendirme ve yaratma olarak devam eder. Her bir basamak bir önceki basamakta işlem yapabilme becerisi gerektirir. Basamaklarda yukarı gidildikçe daha iyi çalışan bir beyin gerekir. Daha iyi çalışan bir beyinin gelişimi ise bebeklik döneminde maruz kalınan uyarıcı sayısı ile başlar (Büyük kısmı orada tamamlanır.) sonrasında okul ile devam eder. Hâliyle sınavlarda sorduğumuz üst düzey bilişsel beceri ölçen sorular öğrencinin sadece okul öğrenmelerini değil okul dışı yaşantılarında onları farklılaştıran sosyal destek değişkenlerini de (anne-baba eğitim seviyesi, gelir düzeyi, evdeki kitap sayısı vb.) ölçmesine neden olur (bk. ölçmede hata).
Aslında dün TEOG ve türevlerine yaptığımız ezberci eğitim sistemi yaratıyor eleştirisi bugün LGS’de karşımıza elitist bir kurgu yaratıyor olarak çıkmaktadır. Bakanlık ölçmeye doğrudan müdahale edemeği değişkenleri de katarak özellikle düşük gelirli ailelerin çocuklarını sistemin dışına itmektedir. Bu çocuklar ölçme daha ilkel bir hâlde olsa (hatırlama ya da anlama düzeyi) başarılı olabileceklerken sosyal destek değişkenlerinin yetersiz olması dolayısıyla geride kalmaktadırlar. Hâliyle sistem eşitlikçi iken adil değildir. Adalet ise devletin vatandaşlarına sağlaması gereken en temel hizmetlerdendir.
(Görsel Kaynağı: Independent Türkçe)