Girişimcilik çoğu zaman dışarıdan parlak bir yol gibi görünür: Kendi işinin patronu olmak, hayalini hayata geçirmek, özgürlük... Ancak bu özgürlüğün bedeli çoğunlukla göründüğünden çok daha ağırdır. Çünkü girişimciliğin riskleri sadece ekonomik değildir. Asıl büyük sınav, zihinsel dayanıklılıkta gizlidir. Ve bu sınav, Türkiye gibi sosyal beklentilerin yüksek, başarı tanımının dar olduğu bir toplumda çok daha yıpratıcı olabilir.
2023 yılında Endeavor Insight ve StartupCentrum tarafından yapılan bir araştırmada, Türkiye'deki erken aşama girişimcilerin %72’si en zorlandıkları alanın yalnızlık, tükenmişlik ve duygusal baskı olduğunu belirtmiştir. Aynı çalışmada girişimcilerin %48’i, çevresinden gördükleri “gerçek işin ne zaman başlayacağına dair” soruların kendilerinde motivasyon kaybı yarattığını ifade ediyor. Başarıya ulaşma süreci, yalnızca strateji veya finansman değil, sürekli olarak dış dünyaya kendini ispat etme çabasıyla da örülüdür.
Psikoloji literatüründe, bu durumun birey üzerindeki etkisini açıklayan önemli bir kavram vardır, Psikolojik sermaye (Psychological Capital). Bu kavram, öz yeterlilik (self-efficacy), iyimserlik (optimism), umut (hope) ve psikolojik dayanıklılık (resilience) olmak üzere dört temel unsurdan oluşur. Girişimcilerin karşılaştığı başarısızlıklar, geciken sonuçlar ve sosyal onay arayışı, bu dört yetkinliği doğrudan test eder.
Özellikle ilk yıllarda işin tutmaması ihtimali yüksekken, çevrenizden “Belki de senlik değil bu işler” gibi cümleler duyduğunuzda, olay sadece ekonomik zarar değildir. Aynı zamanda benliğinizin, fikrinizin, emeğinizin sorgulanmasıdır. Bu noktada girişimcinin kendine duyduğu inanç, dış dünyanın ona duyduğu inançtan daha güçlü olmak zorundadır. Aksi takdirde, başarıdan önce kişi kendi iç sesine yenilir.
Sadece bireyin içsel süreçleri değil, Türkiye’deki kültürel iklim de bu psikolojik yükü artırır. Sosyal bilimci Geert Hofstede’in kültürel boyutlar çalışmasında Türkiye, belirsizlikten kaçınma eğilimi en yüksek ülkeler arasında yer alır. Bu, toplum olarak öngörülemezliği tolere etmekte zorlandığımız anlamına gelir. Sabit maaş, düzenli saatler, “garantili” işler tercih edilir. Girişimcilik ise tam tersi, risk, belirsizlik ve deneme-yanılma içerir. Dolayısıyla bir girişimcinin karşılaştığı sadece piyasa riskleri değil, aynı zamanda kültürel dirençtir. Bu direnç, bireyin zihinsel yükünü artıran görünmez bir bariyer halini alır.
Öte yandan, bir iş planı başarısız olduğunda, çoğu zaman faturayı sadece girişimci öder. Ama o plan başarılı olduğunda bile, süreçteki yorgunluk, duygusal erozyon ya da özgüven kayıpları konuşulmaz. Oysa bir girişimin başarısı, sadece stratejiden değil, o stratejiye inanan bir zihnin ve o zihni ayakta tutan bir psikolojinin varlığından geçer.
Girişimcilik cesaret ister, ama sadece iş kurma cesareti değil. Aileye, çevreye, topluma karşı kendi yolunu savunma cesareti. Bu nedenle girişimciler sadece ekonomiyle değil, psikolojiyle de baş etmeyi öğrenmek zorundadır.