Gündem Çocuk Derneği’nden Ezgi Koman çocuk hakları açısından Türkiye’nin bulunduğu noktayı değerlendirdi.
Gündem Çocuk Derneği’nden Ezgi Koman, Türkiye’de çocukların yaşama, sağlık, eğitim, güvenli bir çevre, dil ve kültür, katılım, güvenlik ve onurlu yaşama haklarının ihlal edildiğini söyledi.
“Çocuklar yoksulluğun, ayrımcılığın, ırkçılığın çeşitli boyutlarını yaşarken ekonomik sömürünün, çocuk ticaretinin, devlet şiddetinin de doğrudan hedefi oluyor.
Son yıllarda çocuk haklarının Türkiye’deki seyrine dair nasıl bir tablodan söz edebiliriz?
2000’li yılların başında Türkiye’nin BM Çocuk Hakları Sözleşmesi’ne göre yükümlülükleriyle ilgili bazı olumlu gelişmeler olmuştu.
Örneğin 2002’de değiştirilen Medeni Kanun’da çocukların evlilik yaşı kız ve erkek çocuklar için eşitlenerek 18’e yükseltildi.
2004’te yenilenen Türk Ceza Kanunu’nda ise ceza ehliyetinin alt sınırı 13 yaş olarak hükme bağlandı.
2005’te yürürlüğe giren Çocuk Koruma Kanunu’nda 18 yaş altındaki herkes “çocuk” olarak kabul edildi.
İş Kanunu’ndaki değişiklik ile 15 yaşını doldurmayanların çalıştırılması yasaklandı. Ancak 14 yaşını doldurmuş ve ilköğretimi tamamlamış çocukların bedensel, zihinsel, ahlaki gelişmelerine ve eğitimlerinin devamına engel olmayacak hafif işlerde çalıştırılabilmesi de hükme bağlandı.
2004 tarihli Dernekler Kanunu da 12 yaşından büyük çocukların derneklere üye olabilmesine, 15 yaşından itibaren de kendi derneklerini kurabilmesine olanak tanıdı. Ama tabii dernek bürokrasisiyle nasıl baş edecekleri belli değil.
Bu noktaları birleştirince fena bir tablo çıkmıyor ortaya...
Evet ama bu yasal düzenlemelerin çocukların hayatlarına somut olarak yansımasına bakarsak tablo değişebiliyor.
Açıkçası, son 10 yıl üzerinden bakarsak, belli alanlarda çocuk haklarına dair giderek derinleşen ihlaller görülüyor.
Mesela?..
Mesela çocuk meselesi Kürt sorununda son 10 yılda daha fazla gündeme taşındı.
Göçün yaygınlaşması, yoksulluk, ağır insan hakları ihlalleri ve şiddet Kürt çocuklarını derinden etkiledi.
Kürt çocukları içine doğdukları politik ortamın bir aktörü oldu.
2004’te Mersin’de yaşanan “bayrak yakma” diye bilinen olayı hatırlayalım... Mersin’de bir protesto sırasında bayrak yaktıkları gerekçesiyle çocuklar tutuklandı, yetmedi, dönemin siyasetçileri tarafından açıktan hedef gösterildiler.
Aynı mantığın sonra da sürdüğünü söylemek mümkün...
2006’da başbakan çocukların da sokakta olduğu Diyarbakır’daki 28-31 Mart olayları sırasında “Kadın da olsa çocuk da olsa gereken yapılacaktır” dedi ve kolluk güçlerinin çocukları hedef almasının yolunu açtı. O olaylarda beş çocuk yaşamını kaybetti.
Bu olaydan sonra Kürt çocuklarının yıllardır anadillerini kullanamadıkları için ve yakınlarının yaşadıklarına tanık olarak gördükleri şiddet farklılaştı.
2006’dan başlayarak toplumsal olaylara katıldığı için binlerce çocuk Terörle Mücadele Kanunu kapsamında gözaltına alındı, tutuklandı.
Ulusal ve uluslararası düzeyde sivil toplum kuruluşları başta olmak üzere Kürt çocuklarının kapatılmalarının ve şiddete maruz kalmalarının sonuçlarıyla ilgili uyarılar yapıldı ama bir şey değişmedi.
Devlet çocuklarını anlamayı değil şiddeti tırmandırabileceğini bile bile çocukları şiddetle terbiye etmeyi tercih etti.
2009’da Pozantı Tutukevi’nde Kürt çocuklarına uygulanan sistematik cinsel şiddet ve işkence ortaya çıktı.
Devletin tavrı ne oldu?
Çocuk hakları ihlallerinde sıkça görüldüğü gibi savunma pozisyonuna geçti. Devlete göre olay “münferit”ti.
Ardından Şakran, Antalya, Erzurum ve son olarak Sincan cezaevlerinde benzer olaylar yaşandı ama devlet Pozantı’dakinin aynıydı. Hatta, kapalı kurumlarda uyguladığı bu şiddeti çocuklar tahliye olduktan sonra da çeşitli şekillerde devam ettirdi. Pozantı’da tutukluluk yaşayan çocuklara asla ödeyemeyecekleri kadar yüksek miktarlarda idari para cezaları verildi.
Ya cezaevleri dışındaki durum?
Dışarıda da durum çok iç açıcı değil... Kürt çocuklarının maruz kaldıkları başka ağır ihlaller ne yazık ki değişmiyor.
Zorunlu göç sonrası yaşadıkları yoksulluk ve yoksunluğun yanısıra faili belli olan ama asla ortaya çıkartılmayan cinayetlerde yaşamlarını kaybetmeye devam ettiler; 2004’te 12 yaşında hayatını kaybeden Uğur Kaymaz ve Lice’de havan mermisiyle vurulan 13 yaşındaki Ceylan Önkol gibi...
Son 10 yıl içerisinde 52 Kürt çocuğu sadece devletin şiddeti sebebiyle yaşamını kaybetti. Roboski katliamında ölen 19 çocuk da maalesef bu listeye giriverdi.
Çatışmasızlık dönemine denk düşen 2013’te silahlı çatışmalar sebebiyle ölen çocukların sayısı azaldı. Ancak “dağa çıkan çocuklar” meselesi gündeme geldi.
2008’deki “taş atan çocuklar” meselesinde olduğu gibi çocuklar yine siyasetin öznesi değil nesnesi haline geliverdi.
Oysa her iki durumda da çocukların katılım ve siyaset yapma ihtiyaçları, siyasallaşma süreçleri anlaşılmaya çalışılmalı, bu konuda çocuklara kulak verilmeli ve onların gelişimlerini de sağlayacak olanaklar yaratılmalıydı.
Son yıllardaki tabloda Kürt çocukların yaşadıklarının yanısıra neler öne çıkıyor?
Belki öncelikle devlet şiddetinin sadece Kürt çocuklara yönelik olmadığını da belirtmek gerekiyor. Gezi olaylarında bu açık bir şekilde ortaya çıktı. Berkin Elvan doğrudan polis tarafından hedef alınarak yaşamını kaybetti. Pek çok çocuk da yaralandı, kolluğun işkencesine ve kötü muamelesine maruz kaldı.
Türkiye'deki çocukların yaşadıkları bir diğer hak ihlali de cinsel şiddet...
Cinsel şiddet deyince de buna maruz kalan ve faillerinin çoğunun cezasız kaldığı pek çok çocuğun davasından söz etmek zorunlu. N.Ç. davası gibi...
13 yaşındayken 24 kişinin tecavüzüne uğraması nedeniyle açılan ve 10 yıl süren davada, olayda N.Ç.’nin rızasının olup olmadığı tartışmaları şiddeti meşrulaştıracak bir rahatlıkla yapıldı.
Çocuğa yönelik şiddeti meşrulaştıracak benzer tartışmaların yapıldığı başka utanç davaları da oldu. Sakarya’daki Ö.Ç.’ye cinsel şiddet uyguladığı iddia edilen kişiler tahliye edildi; Siirt’te altı yaşındaki bir erkek çocuğuna tecavüz eden kişi iyi halden indirim aldı...
Kamu görevlilerinin her seferinde “münferit” bulduğu çocuklara karşı cinsel şiddet, son olarak bu yıl da yaşandı. Üst üste yaşanan çocuk kaybolmaları yaşandı, sonra da bu çocukların cinsel şiddete maruz kaldıkları ortaya çıktı.
Fakat başbakan soruna derinlemesine çözüm bulunması gerektiğini kabul etmek yerine günü kurtarma telaşıyla, çocuklara cinsel şiddet uygulayanların idam edilmesi gerektiğini ancak yasaların buna izin vermediğini söyledi. Böylece hem şiddetin sadece devletin tekelinde olduğunu bir kere daha vurguladı hem de kamuoyunun tepkisinin azalmasını sağladı.
Bir ceza tartışması da yaşanmıştı...
Evet, popüler söylemlerle çocuğa cinsel şiddet uygulayanlara yönelik cezaların artırılacağı söylendi.
Bu konuda çalışanlar ise sadece ceza artırımının işe yaramayacağını, sorunun bütüncül bir çocuk politikasıyla çözülebileceğini anlattılar. Ama bu suçlarda ceza artırımı öngördüğü söylenen yasa tasarısı torba yasayla Meclis’e getirildi.
Fakat bazı kadın ve çocuk örgütleri durumun hiç de söylendiği gibi olmadığını farketti. Tasarı cezaları arttırıyor gibi görünmesine karşın Hüseyin Üzmez gibi bazı kişilerin tahliyesine bile sebep olabilecek nitelikteydi.
Görüşler hem bakanlıkla yüz yüze yapılan görüşmelerde hem de medya aracılığıyla paylaşıldı,. Nasıl olması gerektiğine ilişkin öneriler getirildi. Ama bir şey değişmedi, tasarı yasalaştı.
Çocuk gelinler de son yılların en görünür kılınan sorunlarından...
Kısa bir süre önce pedofili mi, değil mi tartışmasıyla medyanın da gündemine oturan çocuk gelinler konusu ağır bir insan hakları ihlali.
Sivil toplum örgütleri yıllardır bu sorunla ilgili çabalıyor ama ne zamanki Siirt’te av tüfeği ile vurulmuş şekilde bulunan 14 yaşındaki Kader Erten medyada yer aldı, devlet o zaman adım atarmış gibi görünmek zorunda kaldı.
Kader’in ölümünün ardından Diyanet İşleri Başkanlığı açıklama yaparak imamları çocuklara nikah kıymamaları konusunda uyardı mesela. Ancak bütün bilimsel karşı çıkışlara rağmen 4+4+4 diye bilinen eğitim sistemi hayata geçirildi. Oysa kız çocuklarının eğitim ortamından uzaklaşmasına yol açarak çocuk gelinlerin artacağı öngörüsü sivil toplum örgütleri, sendikalar ve uzmanlar tarafından dile getiriliyordu.
4+4+4 çocuk gelinlerle ilgili doğrudan bir artışa sebep olup oldu mu henüz bilemiyoruz, ama böyle bir olasılığın olması bile çocuk hakları açısından bu sistemin gözden geçirilmesi için yeterli olmalıydı. Sorunun insan hakları temelinde politik bir kararlılıkla çözülebileceği ortada ama bakanlık bu konuda bütüncül bir yol haritası açıklamış değil.
Gelelim çocuk işçiliğine; o da son dönemin sık gündeme getirilen sorunlarındandı...
Bu konuda özellikle son 10 yılda herhangi bir iyileşmenin olmadığı devletin kendi verdiği rakamlardan bile anlaşılıyor.
Uluslararası Çalışma Örgütü (ILO) 1992’de tüm dünyada çocuk işçiliğinin sona erdirilmesine yönelik programını Türkiye’de başlattığında, o dönemde çalışan çocuk sayısının 1,5 milyon olduğu söyleniyordu.
ILO’nun programıyla birlikte ve özellikle sekiz yıllık zorunlu eğitimle, 2006’da çalışan çocuk sayısı yaklaşık 1 milyona düştü.
Bu sözleşmenin imzalanmasından ve yasalaşmasından bu yana 12 yıl geçti. Fakat konuya hiçbir zaman etkili çözümleri sağlayacak gerçek sebepler üzerinden, varolan ekonomik sistem, ekonomik ve sosyal haklar üzerinden yaklaşılmadı. Sonuç da ortada!
Çalışma ve Sosyal Güvenlik Bakanı Faruk Çelik’in Haziran 2014’te yanıtladığı soru önergesine göre, Türkiye’de 958 bin çocuk ekonomik bir işte çalışıyor. 2013’te en az 71 çocuk işçi iş cinayetlerinde yaşamını kaybetti.
İstihdam içinde değerlendirilmeyen ev işlerinde çalışan çocuk sayısı 2006’da 6,5 milyondu, 2012’de ise 7,5 milyon.
Aynı altı yıllık dönemde, okula devam ederken çalışan çocukların sayısı da yüzde 64 oranında arttı, 272 binden 445 bine çıktı.
Son dönem ağırlığı hissedilen diğer çocuk hakları ihlalleri neler?
Çocuk adalet sistemi mesela!
20 yıldır çocuklara özgü yakalanma, yargılanma koşullarının iyileştirilmesi için çabalar gösterildi, pahalı projeler, modeller gerçekleştirildi, vs...
Çocuğa özgü adalet sisteminin çok basit bir kuralı vardır: Çocuklar yakalanırken kelepçe takılmaz. Polislere verilen onca eğitimin ardından en azından bu basit kuralın benimsenmiş olduğu düşünülebilirdi ama Gezi olayları sırasında, bırakın kelepçe takılmamasını, çocuklar insan hakları standartlarında işkence olarak tanımlanan ters kelepçe uygulamasından bile muaf olamadı.
Bir diğer nokta, çocuklara yönelik uygulanan ayırımcılık.
Gündem Çocuk Derneği’nin Haziran 2014’te hazırladığı Çocuğa Yönelik Ayırımcılık Raporu; devletin çocuklarını ırka, etnik kökene, cinsiyete, cinsel yönelime, engelliliğe, ekonomik durumuna, çocuğun birinci derece yakınlarının meslek ve/veya işlerine, yakınlarından birisinin cezaevinde bulunmasına, çocuğun gelişimsel, fiziksel farklılıklarına, eğitim sisteminin ürettiği eşitsizliklere, çocuğun anne ve/veya babası ile birlikte olamamasına, çocuğun suça sürüklenerek ya da suç mağduru olarak çocuk adalet sistemine dahil olmasına, çocuğun birinci derece yakınlarından birisinin engelli, hasta ve/veya bakıma muhtaç olmasına dayalı olarak ayırdığını ortaya koydu.
Bir başka önemli hak ihlalleri yaratan durum ise çocukların çeşitli uygulamalarla hükümet tarafından siyasete alet edilmesi. Bunu son zamanlarda özellikle muhafazakar politkalara bağlı olarak; eğitim sisteminde görebiliyoruz.
Son olarak kılık kıyafet yönetmeliği değişikliğinde de aynı tutum yaşanadı. Dokuz yaşından itibaren başörtüsü ile okula gidebilmesinin önünü açan uygulama çocukların hak ve özgürlüklerini, yüksek yararını temel almadan ve çocuk haklarına aykırı şekilde tartışıldı Bu uygulama ne yazık ki çocuklar için ağır hak ihlalerinin önünü açacak nitelikte.
Yüce Yöney | Bianet