Türk Edebiyatında Bir "Özel" Şâir: 12 Şiiriyle İsmet Özel

İsmet Özel, yaşayan en önemli Türk şâirlerinden biri. Belki de birincisi...Marksizmden, İslâmcılığa, oradan da daha Türkçü bir çizgiye kaydığı için siyasî açıdan sıklıkla eleştirilen ancak siyasî, ideolojik açıdan kendisinden hazzetmeyinlerin dahi şâirliğinin büyüklüğü üzerinde hemen hemen uzlaştığı, nesirleri ise büyük gürültü kopartan, tartışmalara yol açan bir isim İsmet Özel...

Türk edebiyatının bu büyük ve ayrıksı şâirinin 12 şiirini sizler için derledik. İyi okumalar diliyorum...

1. Bir süre Siyasal Bilgiler Fakültesi'nde öğrenim gördükten sonra, Hacettepe Üniversitesi Fransız Dili ve Edebiyatı’ndan mezun oldu.

Celladıma Gülümserken Çektirdiğim Resmin Arkasındaki Satırlar

Ben İsmet Özel, şair, kırk yaşında. 

Her şey ben yaşarken oldu, bunu bilsin insanlar 

ben yaşarken koptu tufan 

ben yaşarken yeni baştan yaratıldı kainat 

her şeyi gördüm içim rahat 

gök yarıldı, çamura can verildi 

linç edilmem için artık bütün deliller elde 

kazandım nefretini fahişelerin 

lanet ediyor bana bakireler de. 

Sözlerim var köprüleri geçirmez 

kimseyi ateşten korumaz kelimelerim 

kılıçsızım, saygım kalmadı buğday saplarına 

uçtum ama uçuşum 

radarlarla izlendi 

gayret ettim ve sövdüm 

bu da geçti polis kayıtlarına. 

Haytanın biriyim ben, bunu bilsin insanlar 

ruhumun peşindedir zaptiyeler ve maliye 

kara ruhlu der bana görevini aksatmayan kim varsa 

laboratuvarda çalışanlara sorarsanız 

ruhum sahte 

evi Nepal'de kalmış 

Slovakyalı salyangozdur ruhum 

sınıfları doğrudan geçip 

gerçekleri gören gençlerin gözünde. 

Acaba kim bilen doğrusunu? Hatta ben 

kıyı bucak kaçıran ben ruhumu 

sanki ne anlıyorum? 

Ola ki 

şeytana satacak kadar bile bende ondan yok. 

Telaş içinde kendime bir devlet sırrı beğeniyorum 

çünkü bu, ruhum olmasa da saklanacak bir şeydir 

devlet sırrıyla birlikte insanın 

sinematografik bir hayatı olabilir 

o kibar çevrelerden gizli batakhanelere 

yolculuklar, lokantalar, kır gezmeleri 

ve sonunda estetik bir 

idam belki! 

Evet, evet ruhu olmak 

bütün bunları sağlayamaz insana. 

Doğruysa bu yargı 

bu sonuç 

bu çıkarsama 

neden peki her şeyi bulandırıyor 

ertelenen bir konferans 

geç kalkan bir otobüs? 

Milli şefin treni niçin beyaz? 

Ruslar neden yürüyorlar Berlin'e? 

Ne saçma! Ne budalaca! 

Dört İncil'den Yuhanna'yı 

tercih edişim niye? 

Ben oysa 

herkes gibi 

herkesin ortasında 

burada, bu istasyonda, bu siyah 

paltolu casusun eşliğinde 

en okunaklı çehremle bekliyorum 

oyundan çıkmıyorum 

korkuyorum sıram geçer 

biletim yanar diye 

önümde bir yığın açalya 

bir sürü çarkıfelek 

gergin çenekli cesetleriyle 

önümde binlerce çiçek 

korkuyorum sıra sende 

sen de başla ve bitir diyecek. 

Yo, hayır 

yapamaz bunu, yapmasın bana dünya 

söyleyin 

aynada iskeletini 

görmeye kadar varan kaç 

kaç kişi var şunun şurasında? 

Gelin 

bir pazarlık yapalım sizinle ey insanlar! 

Bana kötü 

bana terkettiğiniz düşünceleri verin 

o vazgeçtiğiniz günler, eski yanlışlarınız 

ah, ne aptalmışım dediğiniz zamanlar 

onları verin, yakınmalarınızı 

artık gülmeye değer bulmadığınız şakalar 

ben aştım onları dediğiniz ne varsa 

bunda üzülecek ne var dediğiniz neyse onlar 

boşa çıkmış çabalar, bozuk niyetleriniz 

içinizde kırık dökük, yoksul, yabansı 

verin bana 

verin taammüden işlediğiniz suçları da. 

Bedelinde biliyorum size çek 

yazmam yakışık almaz 

bunca kaybolmuş talan 

parayla ölçülür mü ya? 

Bakın ben, bir çok tuhaf 

marifetimin yanısıra 

ilginç ödeme yolları bulabilen biriyim 

üstüme yoktur ödeme hususunda 

sözün gelişi 

üyesi olduğunuz dernek toplantısında 

bir söyleve ne dersiniz? 

Bir söylev: Büyük İnsanlık İdeali hakkında! 

Yahut adınıza bir çekiliş düzenleyebilirim 

kazanana vertigolar, nostaljiler 

karasevdalar çıkar. 

Yapılsın adil pazarlık 

yapılsın yapılacaksa 

işte koydum işlemeyi düşündüğüm suçları 

sizin geçmiş hatalarınız karşısına. 

Ne yapsam 

döl saçan her rüzgarın 

vebası bende kalacak 

varsın bende biriksin 

durgun suyun sayhası 

yumuşatmayı bilen ateş 

öğüt sahibi toprak 

nasıl olsa geri verecek 

benim kılıcımı.

2. 18 yıl Devlet Konservatuvarı’nda Fransızca okutmanlığı yaptı.

Amentü

İnsan 

eşref-i mahlûkattır derdi babam 

bu sözün sözler içinde bir yeri vardı 

ama bir eylül günü bilek damarlarımı kestiğim zaman 

bu söz asıl anlamını kavradı 

geçti çıvgınların, çıbanların, reklamların arasından 

geçti tarih denilen tamahkâr tüccarı 

kararmış rakamların yarıklarından sızarak 

bu söz yüreğime kadar alçaldı 

damar kesildi, kandır akacak 

ama kan kesilince damardan sıcak 

sımsıcak kelimeler boşandı 

aşk için karnıma ve göğsüme 

ölüm için yüreğime sürdüğüm eczâ uçtu birden 

aşk ve ölüm bana yeniden 

su ve ateş ve toprak 

yeniden yorumlandı. 

Dilce susup 

bedence konuşulan bir çağda 

biliyorum kolay anlaşılmayacak 

kanatları kara fücur çiçekleri açmış olan dünyanın 

yanık yağda boğulan yapıların arasında 

delirmek hakkını elde bulundurmak 

rahma çağdaş terimlerle yanaşmak için 

bana deha değil 

belgeler gerekli 

kanıtlar, ifadeler, resmi mühür ve imza 

gençken 

peşpeşe kaç gece yıllarca 

acıyan, yumuşak yerlerime yaslanıp uçardım 

bilmezdim neden bazı saatler 

alaturka vakitlere ayarlı 

neden karpuz sergilerinde lüküs yanar 

yazgı desem 

kötü bir şey dokunmuş olurdu sanki dudaklarıma 

Tokat 

aklıma bile gelmezdi 

babam onbeşli olmasa. 

Meyan kökü kazarmış babam kırlarda 

ben o yaşta koltuğumda kitaplar 

işaret parmağımda zincir, cebimde sedef çakı 

cebimde kırlangıçlar çılgınlık sayfaları 

kafamda yasak düşünceler, Gide mesela. 

Kar yağarken kirlenen bir şeydi benim yüzüm 

her sevinç nöbetinde kusmak sunuldu bana 

gecenin anlamı tıkansın diye ıslık çalar 

resimli bir kitaptan çalardım hayatımı 

oysa hergün 

merkep kiralayıp da kazılan kökleri 

Forbes firmasına satan babamdı. 

Budur 

işte bir daha korkmamak için korkmaz görünen korku 

işte şehirleri bayındır gösteren yalan 

işte mevsimlerin değiştiği yerde buharlaşan 

kelepçeler, sürgünler, gençlik acılarıyla 

güç bela kurduğum cümle işte bu; 

ten kaygusu yüklü ağır bir haç taşımaktan 

tenimin olanca ağırlığı yok oldu. 

Solgun evler, ölü bir dağ, iyice solmuş dudak 

bile bir bir çınlayan 

ihtilal haberidir 

ve gecenin gümüş ipliklerden işlenmiş oluşu 

nisan ayları gelince vücudu hafifletir 

şahlanan grevler içinde kahkahalarım küstah 

bakışlarım beyaz bulutlara karşı obur 

marşlara ayarlanmak hevesindeki sesim 

gider şehre ve şaraba yaltaklanarak 

biraz ağlayabilmek için 

fotoğraflar çektirir 

babam 

seferberlikte mekkâredir. 

İnsanın 

gölgesiyle tanımlandığı bir çağda 

marşlara düşer belki birkaç şey açıklamak 

belki ruhların gölgesi 

düşer de marşlara 

mümkün olur babamı 

varlık sancısıyla çağırmak: 

Ezan sesi duyulmuyor 

Haç dikilmiş minbere 

Kâfir Yunan bayrak asmış 

Camilere, her yere 

Öyle ise gel kardeşim 

Hep verelim elele 

Patlatalım bombaları 

Çanlar sussun her yerde 

Çanlar sustu ve fakat 

binlerce yılın yabancısı bir ses 

değdi minarelere:Tanrı uludur Tanrı uludur 

polistir babam 

Cumhuriyetin bir kuludur 

bense 

anlamış değilim böyle maceralardan 

ne Godiva geçer yoldan, ne bir kimse kör olur 

yalnız 

coşkunluğu karşısında içlendiğim şadırvan 

nüfus cüzdanımda tuhaf 

ekmek damgası durur 

benim işim bulutlar arşınlamak gün boyu 

etin ıslak tadına doğru 

yavaş yavaş uyanmak 

çocuk kemiklerinden yelkenler yapıp 

hırsız cenazelerine bine bine 

temiz döşeklerin ürpertisinden çeşme 

korkak dualarından cibinlikler kurarak 

dokunduğum banknotlardan tiksinmeyi itiraz 

nakışsız yaşamakları 

silâhlanmak sanarak 

çıkardım 

boğaza tıkanan lokmanın hartasını 

çıkınımda güneşler halka dağıtmak için 

halkı suvarmak bin saçlarımda bin ırmak 

ıhtırdım caddeleri meğer ki mezarlarmış 

hazırmış zaten duvar sıkılmış bir yumruğa 

fly Pan-Am 

drink Coca-Cola 

Tutun ve yüzleştirin hayatları 

biri kör batakların çırpınışında kutsal 

biri serkeş ama oldukça da haklı. 

Ölümler 

ölümlere ulanmakta ustadır 

hayatsa bir başka hayata karşı. 

Orada 

aşk ve çocuk 

birbirine katışmaz 

nasıl katışmıyorsa başaklara ağustos sıcağı 

kendi tehlikesi peşinden gider insan 

putların dahi damarından 

aktığı güne kadar 

sürdürür yorucu kovalamacayı. 

Hanidir görklü dünya dünyalar içre doğan? 

Nerde, hangi yöremizde zihnin 

tunç surlardan berkitilmiş ülkesi 

ağzı bayat suyla çalkanmış çocuğa rahim olan 

parti broşürleri yoksa kafiyeler mi? 

Hangi cisimdir açıkça bilmek isterim 

takvim yapraklarının arasını dolduran 

nedir o katı şey 

ki gücü 

gönlün dağdağasını durultacak? 

Hayat 

dört şeyle kaimdir, derdi babam 

su ve ateş ve toprak. 

Ve rüzgâr. 

ona kendimi sonradan ben ekledim 

pişirilmiş çamurun zifiri korkusunu 

ham yüreğin pütürlerini geçtim 

gövdemi alemlere zerkederek 

varoldum kayrasıyla Varedenin 

eşref-i mahlûkat 

nedir bildim.

3. 1963’ten itibaren şiirlerini yayımlanmaya başladı.

Bir Yusuf Masalı

Birinci Bab 

Ey sökülmüş cep.. Ey ıslak yorgan.. 

Ey bulduğu her bahaneyle çıngar çıkaran.. 

Yardım et.. Yardım et.. 

Bana ilâh mahvedecek 

bir uzuv lâzım. 

Gel çabuk 

Beni üzüntünün koynunda beklet 

Orada tohum serpecek kadar 

Bana zaman tanı. 

Ve konuş 

Varsa eğer yazgımızın beş duyusu 

Yazgı dediğimiz şeyin deveran ediyorsa kanı 

Söyle ona vazgeçsin beni üstümden esip yönetmekten 

Bana diş geçirsin de anlasın bakalım hangimiz daha kekre 

Çarpayım gözüne bir, kulaklarını çınlatayım hele 

Uzaktan işmar edip durmasın bana 

Gelsin bana dokunsun 

Alnının çatında değil belki 

Ama bir iriminde aklının 

Kalsın korkum. 

Benim elbet bir bildiğim var: Hayat saçma sapandır. 

Üstüme saçmalı tüfeğiyle ateş açtı hayat 

Yaylım ateş, bombardıman, güldürücü gaz 

Şairsin.. Arkanı dönme.. Neyin var sen de fırlat.. 

Hiç yoksa şu inkisârı kâğıda geçir, sonuna kadar yaz 

Nasıl olsa çıkaramazsın saçmayı etinden 

Hiç deneme 

Cibril'i düşünmeden 

Asla yaşayamazsın 

Seni uçurmazsan yandın 

Kuşları da uçuran 

Ey şair.. Ey dilenci.. 

Kanatsız, mızmız, sözün köpeği 

Tiryakilik peşinde geceleri 

Günün ortasında karmanyolacı. 

Sana değil Davud'a yaraşıyor sapan 

Korkun var bölük pörçük 

Ümidin çatal çatal 

Baka gör bunların arasından 

Hangi yer sana ayrılmış 

Hangi yâre senlik bir şey bırakmış 

Çalap. 

Anlat: 

Bu bir Yusuf masalıdır de 

Bunu söyle ve fakat 

Şunu da sor 

Yusuf'un masalı neden 

Yusuf'la başlamıyor? 

Bir varmış bir yokmuşla başlıyor bütün masallar gibi 

Bir Şivekâr varmış, bir gençkız 

Yusuf yokmuş, cinler 

Kaçırmış, yazgı 

Saklamış onu. 

Masalın orasına gelince bir Yusuf gösterilecek 

Ama önce masalı bir Şivekâr 

Nasıl başlatıyor 

Bilmek gerek. 

Genç bir kızla, bir bakireyle başlıyor anlatımız. 

Çünkü bakirelik, o bir baş dönmesidir 

Başta gelir, başa gelir, başı yerinden eder 

Eksiksiz olup hiçbir iyelik tertibi gerektirmeyecektir 

Sorguya açık kim derseniz bakirdir, odur bakire 

Kapağı hiç açılmadıysa kitap 

Kaş çattırır insana, korku verir 

Oysa kitap ki yarıya kadar okunmuş 

Bakiredir. 

Bırakalım başta kalsın. 

Gençlik 

Ve kızlık dursun başında efsanemizin. 

Şivekâr'la 

Bir gençkızla başlasın anlatımız 

Ağlatımız 

O dahi gençlik ve kızlıkla bitecek bittiği an 

Zaten son erek değil miydi 

Genç ve kız? 

Vay anam.. Ter ü taze ve domurmakta olan her ne ise 

Hele bir dalmaya gör onun döngüsüne. 

Şivekâr'dı 

Gezmeye çıkmıştı ikindileyin 

Evlerinin az ilersindeki koruda 

Genç kızlar bunu yapar 

Her gençkız ruhta birikmiş sözlerin 

Sürgüsü açılsın diye 

Hep gezintiye çıkar. 

Kıştı mevsim. Toprakta kar. 

Çok tutumlu bir söyleşi gibi berraktı çamların yeşili. 

Avcılar göründü uzaktan 

Şivekâr avcılara görünmek istemedi 

Sindi en bildik köşesine çamlığının 

Kendi yerinden dinledi 

Fend eden, tuzak kuran, ok atan bu milleti. 

Avcı bunlar 

Bir kuş vurdu tezelden 

Aralarından biri. 

Nasıldı kuş? 

Neresinden vurulmuştu? 

Şivekâr göremedi. 

Ok değerse bir kuşun ancak kalbine değer 

Bunu bilmeyecek ne var? 

Kan düşer. Emilir o kızıl bezek 

O bembeyaz satıhta. 

Ossaat “Breh.. 

Hüsnü Yusuf'un yanağı mısın be mübarek..” 

Deyiverdi bir avcı. 

Şimdi sezdi Şivekâr saklandığı yerden 

Avcıların da varmış bir içlisi 

Bir bilgesi. 

Kar ve kan. Ak ve kızıl. 

Bir yüzün suçsuz zemininde 

Tutkunun canlandırdığı şey. 

Siması da iması da Yusuf'un 

Böyleymiş meğer. 

Kar üstüne düşen kandı 

Yamandı 

Bir avcıdan Şivekâr'a ulaşan haber 

Müjde değildi. 

Neden bir yavuzluk 

Bir durulukla beraberdi? 

Şivekâr bunu bilmek istedi 

Bilmek, bilmek, bilmek istemi 

Kızda çözdü bütün bağlarını kadîm âlemin 

Âlem âlemler oldu, cümle âlem gevşedi 

Kız için artık gevşekti 

Pekinlik bohçasının hodbin düğümü 

Haber deriştirdi kızı 

Soru 

Dünyayı karman çorman bıraktı önüne 

Dünyayı, önce onu delmek 

Yusuf'a varmak gerekti 

Desem ki kapı açıldı 

Yalan olur 

Ama kilidin kalktığı belli. 

Var idiyse bir kuş 

Kalbinden başka yeri olmayan vurulacak 

Vuruş değil de vuruluş kilidi kırsaydı 

Kendi sorgusu yüzünden ayağa kalkıyor insan 

Arıyor. Yusuf bir ayna mıdır acaba? 

Çetrefil, kuşku dolu, yadırgı 

Ne kadar kendi oldu insan 

O kadar başka...

4. Ataol Behramoğlu'yla birlikte Halkın Dostları dergisini kurdu ve yönetti.

Sevgilim Hayat

Yüzüme bak

ve yüzümü hırpala

yüzümü değiştir, dağlı bir anlatım bırak

sen

her hafta oğlunu leğende yıkayan hayat

yaban, diri memelerinden ısırmak

dudaklarındaki tuzu dudaklarıma almak için

çok oldu tepelere vurdum kendimi

bulutlara karıştım ve karanlık kahvelerde

tıraşı uzamış adamlardan

huylarını öğrendim senin.

Mahmur bir tohumdan delikanlı bağrıma.

Ve hatırlıyorum lokavt vardı

bezgin fabrika düdüklerinin

dizlerine yatırılmış olan sabah

senin kalbini kakişlardi

Tomarla muştuyu omuzlayarak genç adamlar

polisin sevmediği genç adamlar sokaklarda

patronları kudurtan gazeteler satarlardı.

Ey şehre başaklar:

militan ruhlar ekleyen hayat!

Gün turuncu bir hayalet gibi yükseliyorken

izmarit toplayan

çocukların üstüne

çekleri imzalanıyorken devlet katlarında faşizmin

bacımı koyvermiyorken şizofreni,

yüzüme bak

ve rahmini bana doğru tekrarla

ben öyle bilirim ki yaşamak

berrak bir gökte çocuklar aşkına savaşmaktır

çünkü biz savaşmasak

anamın giydiği pazen

sofrada böldüğümüz somun

yani sıcacık benekleri çocukluğumun

cılk yaralar halinde;

yayılırlar toprağa

etlerimiz kokar

gökyüzünü kokutur

çünkü biz savaşmasak

Uzak Asya'dan çekik gözlerimiz

Küba'dan kıvırcık sakallarımızla

savaşmasak

güm güm vurur mu kömürün kalbi Kozlu'da

Kesan'da, Kandehar'da ümüğüne basılır mi vahşetin

ve sen boynunu öperken beni sarhoş

bir okyanusla titreten hayat

sevgilim olur musun.

Ben savaşarak senin

bulanık saçlarından tutup

kibirli güzelliğini çıkartıyorum ortaya

dünya

kirletilmez bir inatla dönüyor

altımıza yıldızlar seriliyor

yüzüm suya davranıyor koşaraktan.

ve inzal.

5. Uzun yıllar çeşitli gazetelerde köşe yazarlığı yaptı.

Acının Omuzlanışı

Edip Cansever için

Kadını bir gürültüye sapladılar.

Evler tıkırtıydı, tıkırtıydı, tıkırtı

kahkahamın düşürdüğü çiçekleri bulamadılar

fırtınalı bir geceydi çünkü bulamadılar

bombalar, bö sesleri, savaş alaborası...

Yaşamak bir tıkırtıydı, aldırmadılar.

Çocukların düşlerinde bir Markut

bir kurbağa zıplıyor yaşamamızdan

hergün zıplıyor, hergün eksiliyor, hergün

Markuuuut! Torbanı sarkıt.

Her doğal güzelliğin bir ucunda aptallık

öbür ucunda o kambersiz geçen düğün.

Kadın. Kadını bir dilime katık ettiler

Markuuuut! Torbanı sarkıt.

Siz büyüyün kan kuşları siz büyüyün

güzün gelişi bir öğürtüdür korkmayın

korkmayın ölüm bir başka ağzıdır yarasaların.

Aşınmış eşikler, aşınmış yaygaralar

aslan gibi bir kocası var mıydı bu kadının?

Gömleğimi zorlayan kuş sesleri.

6. 9 şiir, 22 deneme, söyleşi, mektup ve 5 çeviri kitabına imza attı.

Bakır Tenli Yapraklar

Bak, ölüm güzü kıskanıyor

şimdi ıssızdır onun sevimli kedisi

ve herkes onun el değmedik yerleri olduğunu sanıyor.

uzuyor defterine uğrayan kan lekesi

senin kuşların olurdu mevsimi yolculuklara çağıran

içli taşra kızların gizemli eviçleri

kapıların olurdu korkudan çok denizlere açılan

o denize açılan ellerin nerde şimdi?

yine bir güz büyümekte kanında gölgelerin

o üzünç orduları tarlalar çiğnemekte

bak, ölüm güzü kıskanıyor

mevsimi aşka çağıran kuşların nerde senin

güze el değdirmeyen ellerin nerde?

7. 2007 yılında kurulan İstiklal Marşı Derneği'nin kurucusudur ve hâlen genel başkanlığını yürütmektedir.

Mevsimlerin İnsanlara Yaptığı Fenalıklar

Mevsimlerin bizim âşıklarımız olduklarını bilmezdim 

Bizi duysunlar için doluyorlarmış meğer etrafımıza 

Koynumuzdan her geçişinde kendine yol edermiş bir mevsim 

Ve gelirmiş sargımız kalkıverince uyarak çağrımıza 

Ruhu saran zevklerden sözaçtı da nice yıldır nice insan 

Kimseler anlatmadı sargıların kaldırıldığı zamanı 

Söylenmedi çıplak kaldı mı ruh neydi hemen rengi koyultan 

Neydi öperken akıtır öpülürken pıhtı kılardı kanı 

Özlenen bir pişmanlık diye tarif ederler aşkı sorarsak 

Ve her sevilen nobran biraz her mevsim severken birer zorba 

Çözülür tirleşir çatık ten sonra tekrar toparlanıcak 

Farkederiz üstümüzde bir çentik hangi mevsimden acaba 

Bir yemini hatırlatsın diyedir belki de yazdansa bu iz 

Uzayan gün bıktırıcı setreylemeyen karanlık müzevir 

İnsan olmaktan kalan elemin zamkı gibi belli belirsiz 

Depreşen o ilk yeminden başka yazın herşey alelâdedir 

Herşey bir soruyu katederkenki hayatımız kadar ürkek 

Taze şarap herbirimiz son korkusuna garkolmaya teşne 

Köhneleşmekten kaçarken güç ararız kahverengi ve erkek 

Böyle kalır bir güz lekesi yükü artan göklerden kinâye 

Yani hataya önceye ait önce öbür yüz öpülecekti 

Öbür gölden içecektik kaplamasaydı çabuk sineyi kış 

Üşüdük terkedilmekten utandık ruh kendini içe çekti 

Aldırdık aldanmak için çentik dedik oysa sadece yanlış 

Koyverin matemi tasvire çengiyle köçek çullanadursun 

Her yanlışı yeşeren dal fışkıran otla kapatsak n'olur 

Ağlayış buldu eşin neydi adı ko bahar coşkusu olsun 

Yüze vurmaz artık elem yapışır âdeme göğsünde solur 

kitâbe 

Bende mevsim denilen üftâdelerin yardığı yer apaçık 

Esebilsin sevgililer diyerek cân içre dünden hazırım 

Korkarım kalmazsa sevişmekten bir yangılı yer ya da sıyrık 

Ömrüm fenâlıklara kayıp ağulanmazsa ben ne yaparım

8.

Dişlerimiz Arasındaki Ceset

Biz şehir ahalisi,kara şemsiyeliler!

Kapçıklar! Evraklılar! Örtü severler!

Çığlıklardan çadır yapmak şanı bizdedir

Bizimdir yerlere tükürülmeyen yerler

Nezaketten,haklılardan yanayızdır hepimiz

Sevinmemiz çapkıncadır,ağlatır bizi küpeşteler

Yaşamak deriz-Oh,dear-ne kadar tekdüze

Katliamlar ne kötü be birader

Güneş neredeysek orada bulur bizi

Ya cünup ve yalancı veya miskin ve ülser

Falımız neyse çıksın diye açarız indeksleri

Sayılar bizi bulur,o ayıp işaretler

Saframızla kesemizi birleştiren anatomi bilgisi

Hadım tarih,kundakçı matematik,geri kafalı gramer

Evet bunlar gizlice örgütlenerek alnımıza

Verem Olmak Üretimi Düşürür ibaresini çizer

Biz şehir ahalisi,üstü çizilmiş kişiler

Kalırız orda senetler,ahizeler ve tren tarifesiyle

Kimbilir kimden umarız emr-i b'il-ma'ruf

Kimbilir kimden umarız neyh-i ani'l-münker

Bize yalnız oğulları asılmış bir kadının

Memeleri ve boynu itimat telkin eder.

9.

enjoyillinois.files.wordpress.com

Karlı Bir Gece Vakti Bir Dostu Uyandırmak

Benim adım insanların hizasına yazılmıştır.

Her gün yepyeni rüyalarla ödenebilen bir ceza bu.

Keşke yağmuru çağıracak kadar güzel olmasaydım

Ölüm ve acılar çatsaydı beni

Düşüncem yapma çiçekler kadar gösterişli ve parlak

Sözlerim ihanete varacak doğrulukta olsaydı.

Anmaya gücüm yetseydi de konuşsaydım

Diri-gergin kasları konuşsaydım

“Kardeşler! ” deseydim “Kardeşlerim! ”

“Bakın yaklaşıyor yaklaşmakta olan

“Bakın yaklaşıyor yaklaşmakta olan

“Bakın yaklaşıyor...”

Yazık, şairler kadar cesur değilim

Çocukların üşüdükleri anlaşılıyor bütün yaşadıklarımdan

Gövdem kuduz yarasalarla birazcık yatışıyor.

Benim gövdem yıllar boyu sevmekle tarazlandı

Öyle bir çalımlarla gecenin çitlerinden atlardım

Bir güneş sayardım kendimi denizin karşısında

Çünkü çam kokularına sürtünüp ağırlaşan ruhların

İnanmazdım dosyalara sığacağına

Gittikçe ışıldardım dükkânlar kararırken

Hüznün o beyaz etrafına sakallarım batardı.

Benim adım bilinen cevapların üstüne mühürlenmiş

Ellerim tütsülenmiş

Evlerin yeni yıkanmış serin taşlıklarında

Dirgenler, bakraçlar, tornavidalar

Bende kül, bende kanat, bende gizem bırakmadılar

Ve içinden bir baş ağrısı gibi çınlamaktansa

Gövdem açık bir hedef kılındı belâlara.

Ve bu yüzden yakışıksız oluyor

İnsanları hummalı baharlar olarak tanımlamak

Ve bu yüzden göğsümde dakikalar

İnce parmaklar halinde geziniyor

Konvoylar geçiyor meşelikler arasından

Bir yaprak kapatıyorum hayatımın nemli taraflarına

Ölümden anlayan, ciddi bir yaprak

Unutulacak diyorum, iyice unutulsun

Neden büyük ırmaklardan bile heyecanlıydı

Karlı bir gece vakti bir dostu uyandırmak.

10.

Münacaat

Bu yaşa erdirdin beni, gençtim almadın canımı

ölmedim genç olarak,ölmedim beni leylak

büklümlerinin içten ve dışardan

sarmaladığı günlerde

bir zamandı

heves ettim gölgemi enginde yatan

o berrak sayfada gezindirsem diye

ölmedim, bir gençlik ölümü saklı kaldı bende.

Vakti vardıysa aşkın,onu beklemeliydi

genç olmak yetmiyordu fayrap sevişmek için

halbuki aşk,başka ne olsundu hayatın mazereti

demedim dilimin ucuna gelen her ne ise

vay ki gençtim

ölümle paslanmış buldum sesimi.

Hata yapmak

fırsatını Adem’e veren sendin

bilmedim onun talihinden ne kadar düştü bana

gençtim ben ve neden hata payı yok diyordum hayatımda

gergin bedenim toprağa binlerce fışkını saplar idi

haykırınca çeviklik katardım gökyüzüne

bir düşü düşlere dalmaksızın kavrayarak

bulutu kapsayarak açmadan buluta içtekini

tanıdım Ademoğlu kimin nesiymiş

ter döküp soru sormak nereye sürüklermiş kişiyi.

Çeşme var,kurnası murdar

yazgım

kendi avcumda seyretmek kırgın aksimi.

Gençtim ya,ne farkeder deyip geçerdim

nehrin uğultusu da olur,dalların hışırtısı da

gözyaşı,çiğ tanesi,gizli dert veya verem

ne fark eder demişim

bilmeden farkı istemişim.

Vay beni leylak kokusundan çoban çevgenine

arastadan ırmaklara çarkettiren dargınlık!

Yola madem

çöllerdeki satrabı yalvartmak için çıkmıştım

hava bozar,yüzüm eğik giderdim yine

yaza doğru en kuduzuyla sürüngenlerin sabahlar

yola devam ederdim.

Gençtim işte şehrin o yatık raksından incinen yine bendim

gelip bana çatardı o ruh tutuşturucu yalgın

onunla ben

hep sevişecek gibi baktık birbirimize.

bir kez öpüşebilseydik dünyayı solduracaktık.

Oysa bu sürgün yeri,bu pıtraklı diyar

ne kadar korkulu yankı bulagelmiş gizlerimizde

hani yok burda yanlışı yoklayacak hiç aralık

bütün vadilere indik bir kez öpüşmek için

kalmadı hiç bir tepe çıkılmadık

eriyeydik nesteren köklerine sindiğimizce

alıcı kuş pençesiyle uçarak arınaydık

ah,bir olaydı diyorduk vakar da yoksanaydı

doğruydu böyle kan telef olmasın diye çabalamamız

ama kendi çeperlerimizi böyle kana buladık

gönendi dünya bundan istifade

dünya bayındırladı:

Bir yakış,bir yanış tasarımı beride

öte yakada bir benî adem

her gün küsülü kaldık.

Bunca yıl bu gücenik macera beni tutuklu kılan

artık bu yaşa erdirdin beni,anladım

gençken almadın canımı,bilmedim

demek gökten ağsa bile tohum yürekten düşecekmiş

çünkü hataya bağışık büyük hatadan beri nezaret yer

çiğ tanesi sanmak ne cüret,gözyaşıymış

insanın insana raptolduğu cevher.

Şimdi tekrar ne yapsam dedirtme bana yarabbi

taşınacak suyu göster,kırılacak odunu

kaldı bu silinmez yaşamak suçu üzerimde

bileyim hangi suyun sakasıyım ya rabbelalemin

tütmesi gereken ocak nerde?

11.

Mataramda Tuzlu Su

West Indies,Kızıl Elma,İtaki,Maçin!

Uzun yola çıkmaya hüküm giydim.

Beyazların yöresinde nasibim kalmadı

yerlilerin topraklarına karşı şuç işledim

zorbaların arasında tehlikeli bir nifak

uyrukların arasında uygunsuz biriyim

vahşetim

beni baygın meyvaların lezzetinden kopardı

kendime dünyada bir

acı kök tadı seçtim

yakın yerde soluklanacak gölge bana yok

uzun yola çıkmaya hüküm giydim.

Uzak nedir?

Kendinin bile ücrasında yaşayan benim için

gidecek yer ne kadar uzak olabilir?

Başım açık, saçlarımı ikiye

ortadan ayırdım

kimin ülkesinden geçsem

şakaklarımda dövmeler beni ele verecek

cesur ve onurlu diyecekler

halbuki suskun ve kederliyim

korsanlardan kaptığım gürlek nara

işime yaramıyor

rençberlerin o rahat

ve oturmuş lehçesinden tiksinirim

boynumda

bana yargı yükleyenlerin

utançlarından yapılma mücevherler

sırtımda sağır kantarı gizli bilgilerin

mataramdaki suya tuz ekledim, azığım yok

uzun yola çıkmaya hüküm giydim.

Bir hayatı,ısmarlama bir hayatı bırakıyorum

görenler üstünde iyi duruyor derdi her bakışta

askerken kantinden satın aldığım cep aynası

bazı geceler çıkarken

uçarı bir gülümseyişle takındığım muşta

gibi lükslerim de burda kalacak

siparişi yargıcılar tarafından verilmiş

bu hayattan ne koku, ne yankı, ne de boya

taşımamı yasaklayan belgeyi imzaladım

burada bitti artık işim, ocağım yok

uzun yola çıkmaya hüküm giydim.

12.

Of Not Being A Jew

İniyorum kulelerinden katil 

iniyorum maktul minarelerden 

taraçadan, bahçeden 

ilk tanıyı bulanların indikleri her yerden 

ilk tanıyı bulandıran bir vaşakla birlikte 

değdikçe ayaklarım merdiven alçalıyor 

açılıyor leşlerin, atmıkların cesurane 

canlıların korka korka uzandıkları zemin 

ağzımda kef 

iki gözIerimde mil 

iniyorum kulelerinden 

katil. 

Körüm, o halde karanlık niye benden kaçıyor? 

Sağırım, nasıl oluyor da uğultum uzaktan 

beni çağırmaktadır? 

Göklerin çökeltisinden başkaca soy 

toprağın tortusundan gayrı hısım bilmeksizin 

iniyorum kirli eteklerine 

beni emziren kaltak şehrin 

iniyorum ama indirilmedim 

iniyorum çalıntı tahtımı terk ederek 

arada bir çehremi dalgalandıran karaltı 

vurulmuş arkadaşlarımdan yansıyor olsa gerek 

iniyorum onlardan artakalan yükü indirmek için 

indiğim yerde beni bir bekleyen yok 

indiğim yerde biçilmiş ot gibiyim 

puslu, çapraşık, koklanmamış 

ihmalkâr gözle okunmuş bir kitap 

bîtab bir gözle okunmayı tercih ederdim 

yoğrulmuş olan benle bir daha yoğrulsaydı 

benimle açsaydı ağırdan 

tükeniş faslını mızrap. 

Yağmurun yoldaşı denebilir mi bana? 

Ne dökülüş inişimde, ne çakış… 

Yalnızca o çetrefil 

aralama zahmetine katlanarak 

iniyorum kızları utandıran iç çekişle 

erkekleri boğan kasvetle iniyorum. 

Öfkemdi başlattı yolu 

ısrara gerek var deyip durdu şehvetim 

istemedi doğurmak böyle bir uğraşı tabiat 

tarih onu tanımazlıktan geldi 

bir dövüş olsaydı sonunda belki gevşerdi hırsım 

belki saçlar taranırdı bir sevişmeden sonra 

ama ben hınca hınç bekçisi kalacağım burçlarımın 

sonunda yükü bıraktığıma yanacağım. 

İniyor ve inliyorum 

nereye bir kucak dolusu 

sonluluk sorgusu getiriyorsam 

oraya bir kucak da getiriyorum 

bir kucak sadece genç ve diri değil 

bir kucak sadece yaşlı ve yorgun değil 

bir kucak sadece erkek ve vakur değil 

bir kucak sadece kıvrak ve dişi değil 

bir kucak sadece kavruk ve intikamcı değil 

bir kucak sadece gürbüz ve atak değil 

bir kucak sadece üzgün ve dindar değil 

bir kucak sadece temiz ve sevecen değil 

bir kucak sadece pis ve sırnaşık değil 

bir kucak sadece cömert ve sıcak değil 

bir kucak sadece sancılı ve keskin değil 

bir kucak sadece umursamaz ve bezgin değil 

bir kucak sadece öksüz ve çolak değil 

bir kucak 

sadece bir kucak 

açılınca açıkları kapatan 

acıkınca doyuran 

ve doyurunca 

nasıl da perişan, ne kadar da ölçülü 

darası alınmaz yüküm bu benim 

kayda geçirilemez, narhı konulmaz 

resmen ve alenen ifade usulü yok 

gözümün feri saydım onu, gücüm bundadır 

dizimin dermanıdır o 

buradan gelir cesaretim 

bende bu kucak olduktan sonra 

iyi veya kötü ne yapılabilir 

kendi hayatı aleyhine 

binlerce defa dolap 

çevirmiş olan bana? 

Bakın, bulduğum her gerçeği delik deşik ediyor 

kayboluş kapımı sürgüleyen bir vaşak 

her sevincimi viran eden bu hayvan 

yalanlar içinde boğulmamı önlüyor 

ondan kurtulacak olursam biliyorum 

beni yaşamakla coşturan 

bir kaynak keşfederim 

ondan kurtulduğum an 

bütün boyutlarımı 

kaybederim. 

Önceleri, acemiyken 

bu vaşak yokken daha yanıbaşımda 

okul müdürü 

veresiye satan bakkal 

kapıcı ve akrabaları 

dört ayrı ölümle ölmeyi öğren 

demişlerdi bana 

dört bucakmış 

anlattıklarına bakılırsa dünya 

omzun güneş kokuyor demişti 

kısa eteklikli kız 

o da omzuma bir şey konduracak mutlaka. 

İşte o zaman bildimdi 

anladımdı o sıra 

ne bir atlas kalır bende, ne ibrişim 

bu çuha, bu sicim elden çıkarsa 

acemiydim gitmem dedim sizin provalarınıza 

bön ve berbat buluyorum yaldızlı yaz gecelerinizi 

berbattır balkonda o güneşli sabahlar 

biraz açılmak için açıldığınız kırların 

aniden karşılaştığınız ırmakların 

ürpertisi ahmakça 

böndür beni belimden bölmeye kalkan enlem 

benden iki bakışık parça 

çıkarmaya çabalayan boylam da berbat 

ipekli libas giymem, altın takınmam 

atımın eğerinde kaplan derisi yoktur 

çehreme iyi baksalardı yırtılırdı 

uykularının zarı 

uykuluydular sinerken bedenime kıraç dağlar 

bitek vadilerle beraber ben tenimi yumarken 

uykularına tutundular… 

Çocuklar acıları paylaşmaz demiştim omuz silkerek 

acılardır paylaşan çocukları 

gün geldi paylaşıldı acılar 

çocuklar paylaşıldı 

bana bırakılan neyse ona burun kıvırdım 

gittim bir kuyudan su çektim 

halka boynumdan geçti 

geçti boynuma kemend 

d harfine bak dedim 

nasıl da soylu duruyor sonunda kelimenin 

harfe bak, harfe dokun, harfin içinde eri 

harf ol harfle birlikte kıyam et 

harf of harfler ummanına bat 

çünkü gördüm ne varsa sonunda kelimenin 

çünkü böndür altında kaldığım töhmet 

uğradığım kinayeler bön ve berbat. 

Evet, ilmektir boynumdaki ama ben 

kimsenin kölesi değilim 

tarantula yazdılar diye göğsümdeki yaftaya 

tarantulaymış benim adım diyecek değilim 

tam düşecekken tutunduğum tuğlayı 

kendime rabb bellemiyeceğim 

razı değilim beni tanımayan tarihe 

beni sinesine sarmayan 

tabiattan rıza dilenmeyeceğim. 

Gittim su çektim en derin kuyudan 

en hileli desteden 

kendi kartımı çektim 

yaktım belgeleri 

bütün tanıkları yok etmek için 

ricacıları öldürdüm 

onlar bu dumanlı dünyanın 

beni nasıl özlediğini görmüş olabilirdi 

gerçekten özlemişti beni dünya öze çekmişti 

özüm gelinceye kadar bana temas etmişti 

bu dokunuş parlatınca beni 

benden biraz dünya 

isteyen ricacıları 

öldürdüm ve 

kıtal bitti. 

Yazık. 

Yazık ki yazgımın boyası koyu. 

İnilecek kadar indim. Hayfa. 

Yine bir geçitteyim, yeniden bir liman şehri bura 

eskilerin tayfası yine hep buradalar 

hep bilinen tecimenler, tanıdık yosmalar 

havada hayza benzeyen aynı koku 

binalara yaklaşırken eskisi gibi 

sıklet artıyor 

hâlâ ayırt edilemiyor dişli gıcırtıları 

çocuk çığlıklarından 

tanıyorum bunlar 

bulutlara bakmak için penceresi evlerin 

bu da deniz 

hırs püsküren, toynak durduran deniz 

rezeleri yerlerinden oynatan 

vâdeden, vâdeden, vâdeden tesellicimiz. 

Bir yanımda kıyısı kışkırtıcı 

ufku muallâk deniz, bir yanımda 

kamu açıklamaları, genelgeler, tahvilât 

kimin yüzünü çevirdiysem 

hüznü de sevinci kadar ıskarta… 

Niye indim buraya ben? 

Boşuna mıydı yol boyunca benliğime 

musallat olan belâ? 

Bir çevrim tamamlandı mı şimdi? 

Yine mi döndüm başa? 

Olmaz diyor yanımdan ayrılmayan vaşak 

kimse başa dönmemiştir, dönemez 

hele sen geçtiğin o ormanlar 

rüyalarındaki canavarlardan sonra 

çok uzaksın o ilk 

fırlatıldığın zamana. 

Aldanma bunlar tayfa değil 

burada doğdu hepsi 

denize hiç açılmadılar 

denizi sen kadar bile 

tanıyan yoktur aralarında 

her biri uzak bir beldeden geldi 

sanılsın istiyor yosmalar 

böylece saygın fahişeler 

arasına katışacaklar 

müptezel birer facire ofsalar da. 

Tecimenler, onlar da sahi değil 

onlar da olmayan tayfaların 

gemilerinden çıkan malları 

sattıklarına inandırmak istiyor 

şehrin acemi insanlarını. 

Sen ve yağmur

Başa dönemezsiniz. 

Öyle bir yol yürüdünüz ki ancak 

dönüş yolunu yok ederek gelebilirdiniz 

inişiniz bir iniş olurdu başa dönmemecesine. 

Yağmur yalnız yağarken yağmurdur 

sen yalnız senken sensin 

burada kalamazsın ve başa dönemezsin 

gitmek zorundasın 

kovalanan bir Yahudi gibi 

ama Yahudiler gibi kendinle kalamıyorsun 

her şey çok yetersiz senin için 

her şey sana çok fazla 

ayıklarsan ayık durabiliyorsun 

aranı açıyorsun kendinle 

eşyayı araladıkça 

uyanmanın bedeli serapları fedadır 

uykuyu tadayım dersen 

kâbusa dalmak pahasına. 

Tarihe dersini vermen gerek 

yoldan ayrılamazsın 

yediremezsin sokulmayı kendine 

tabiatın apışaralarına 

ne yıkılmış bir tapınağın suskunluğu 

durdurabiliyor seni 

ne gürültülü bir havra. 

Yükün ağır. 

He’s so heavy 

just because he’s your brother. 

Kardeşlerin pogrom sana. 

Dostlarının eşiğine varınca başlıyor 

senin diasporan. 

Herkesin bahanesi var, senin yok 

günahlı bir gölgenin serinliğinde 

biraz bekleyebilirsin, daha sonra 

burada kalamazsın, başa dönemezsin 

ama dön 

Eve dön! Şarkıya dön! Kalbine dön! 

Şarkıya dön! Kalbine dön! Eve dön! 

Kalbine dön! Eve dön! Şarkıya dön! 

Eve dönmek 

kendime sarkıntılık etmekten başka nedir? 

orada, arada bir beni yoklar 

intihara ayırdığım zamanlar 

bunlar temiz, kül bırakan zamanlardır 

düzgün sabuklamalardan bana kalan.. 

Evde 

anlaşılmaz bir tını 

bilmem nereden gelir 

uykumdan? kanımdaki çakıldan? unutkanlığımdan? 

bilemem Yahudi değilim 

gizli bir yerde genizam yok 

bilemem insan nerenin yerlisidir 

ömrüm burada 

bütün Yahudiler gibi 

raflara doğru, çekmecelere 

sahanlıklara doğru geçti 

yabancı ellerde çitilenmekten korunmak için 

bir sıvaydım kendime kendi ellerimde 

tıpkı Yahudiler gibi 

buraların yerlisi ben değilim. 

Şarkıya dönersem ense köküm seyrelecek 

ağdası çözülecek bana aşktan bulaşan kozlarımın 

şehrin insanları yumruklarımda beyaz bulut 

yolun çamurunda revnâk-ı bahar bulacaklar 

ben şarkıya dönünce 

boğazlarındaki boğum insanların epriyecek 

ve onun yerine her günkü işleri yaparken 

kepenkleri kaldırırken, silerken tezgahı 

kalbe gizlice batan kıymık geçecek 

şarkıya dönersem, yanık bir şarkıya 

holokost neymiş meğer 

herkes bilecek. 

Kalbime döneceğim, ama hangi yolla? 

Yedeğimdeki okunaksız 

şarapla lekelenmiş, solgun harita 

uyduruk bir şey mi bilmiyorum 

yoksa sahiden definenin yeri 

gösteriliyor mu orada? 

Ama boşver... Nasıl bir ilgi olabilir 

kalbe dönmekle define bulmak arasında? 

Lâkin ben inerken her dönemeçte 

bir parçasını ele geçirdiğim 

her molada, her zorlanışında nefesimin 

her ayak sürçmesinde çiziktirdiğim haritamın 

bütün paftalarında sabit mürekkeple işaretlenmiştir 

nerelerde kıraçlaşır 

rahminde levendane öcün tohumları yatan gece 

güneşin şifa diye bilinen ışıkları 

nerelerde kıyıcı bir zehre çevrilir… 

Haritamda caddeyi ürpertiye açacak 

bir kaç kaçıktan başka nirengi noktası yok. 

Açıkça gösteriyor haritam farkı nedir 

bir cenaze kalkarken yağan yağmurun 

bir hükümet darbesinden sonra yağan yağmurdan. 

Yağmalar belli ki kim bulsa defineyi, umurumda mı 

ben kalbime döneceğim fokurdayıp pörtlemek için 

hep fokurdak ve pörtlek kalacağım kalp içinde 

canı sıkkın kızların yüzlerinden 

döşünden ahı kalmış delikanlıların 

dünyaya habire pörtleyeceğim 

evlerin olanca tınısı dindiği zaman 

kısıldığı zaman bütün şarkıların kanatları 

fokurtum dokunacak herkese yedi ırkın kavşağından. 

Yahudi değilsem bile 

bende Yahudalık da mı yok- 

Kimi öptüm de kurtuldu çarmıha çakılmaktan?

Kendi Sesinden: İsmet Özel - Amentü

Popüler İçerikler

Türkiye'de 9.05'te Hayat Durdu! Atatürk'e Saygı Duruşu!
Eski Bakan Işın Çelebi'den Fenerbahçe'ye Sert Yanıt: ''Devletin İmkanlarını Kullanıp ‘Yapı’ Diyemezsin''
Fernando Muslera, Jose Mourinho'yu Hedef Aldı: "İstemiyorsa Gidebilir"